25 Eylül 2013 19:03

Neşet Ertaş: Tarihe kendini kaydeden usta

'Bozkırın tezenesi' Neşet Ertaş'la ilgili 2 ciltlik 'Garip Bülbül' isimli kitap hazırlayan Erol Parlak'la, Usta'yı konuştuk.

Paylaş

Şerif KARATAŞ

Bozkırda sazının tezenesine vuran Neşet Ertaş, kendine özgü sesi, sazı ve kendisiyle özdeşleşen bozlaklarıyla gönüllere taht kurdu Usta. 25 Eylül 2012'de, 74 yaşında, vefat eden Ertaş, geride bıraktığı önemli külliyatı ile tarihe kendisini kaydetti. Usta ile ilgili 16 yıl çalışarak kitap hazırlayan Erol Parlak'la konuştuk. 

Öncelikle Neşet Ertaş’ı Neşet Ertaş yapan neydi? Bunu açar mısınız?
Müzik hep bölgeler üzerine anılır. Falan bölgenin filan yörenin müziği gibi… Aslında Anadolu’da belli gelenek kolları var. Bunlardan biri de Türkmen Abdallar, Alevi-Bektaşiler, Ege’de başka Karadeniz’de daha başkaları. Türkmen müzik silsilesi içerisinde Abdallar müzik, çalgı ve türkü işiyle uğraşan zümrelerdir. Bu yüzlerce yıldır böyle. Böyle olduğu için, tek meslekleri müzik olduğu için müzikte çok ileriye gitmişler. Ciddi bir müzik kültürüne sahiptirler. Ta Horosan’dan Anadolu’ya kadar geniş bir coğrafyada adeta bal arısı gibi, topladıkları bütün müzik ürünlerini kendi potalarında birleştirerek, muhteşem bir müzik kültürünü oluşturmuştur. Anadolu’nun belki de önde gelen müzik koludur denilebilir. Birde dervişlik yolu var. Horosan’dan çıkıp dünyaya dağılan Abdallık felsefesi, inancı, Anadolu’da en büyük gelişimini sağlamış ve inancın temelinde izler bırakmıştır. İşte, Neşet Ertaş Türkmen Abdallar soyundandır. Neşet Ertaş’ta bu kavmin gerek sanatta gerekse üretimde en ileriye ulaşmış siması olarak zirveye yerleşmiştir. O kendisinden önce gelen ustaların bir bileşkesidir ama hepsini aşan birçok yönü de vardır.

Babasının Neşet Ertaş’a katkısı nedir?
Muharrem Ertaş, döneminin en büyük ustasıdır. Önemli bir birikim bırakmış oğluna, sazının emanetini de ona bırakıyor. Neşet Ertaş da bu emaneti büyük bir sorumlulukla taşıyarak fersah fersah ileri taşıyor. Babası başka ozanların deyişlerini seslendirmiş. Ama Neşet Ertaş ömrü boyunca sayısını bilmediğimiz kadar ve her biri birbirinden nitelik olarak da yüksek bir kültür hazinesi yaratmıştır.

‘İLK DARBEYİ ABDALLAR YEDİ’

Abdalları ötekileştiren ve ön yargılı bakan bir durum var. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?
Anadolu coğrafyası çok ilginç bir yer. Bir yandan Batı emperyalizminin baskısı, diğer taraftan yoğun bir Arap kültürü etkisi var. Kaldı ki İslamiyet’e geçişle birlikte toplumun inanç ve yaşam formatı da değişimlere uğramış. Bu durumun sonucu Abdallık ve Abdal algısı 15. yüzyıldan itibaren bir değişim ve dönüşüme uğruyor. Bu ilk değişim ve dönüşümlerden itibaren bir süre sonra kutsal olan şeyler günah olarak algılanmaya başlıyor. Bilirsiniz bizim toplumumuzun epey bir kısmının inancında müzik günahtır. Saz çalıp söylemek de büyük günahtır. İşte toplumumuzun bir bölümü eski inancı sürdürüp müziği ibadet olarak görürken bir kısmı da günah olarak görüyor. Maalesef böyle bir ikilem oluşmuş. Böylesi ikilem içerisinde ilk darbeyi yiyenler Abdallar olmuş. Müzisyen Abdallar. Ahmak anlamında aptal diye bir kelime Türkçede yoktur. Bu kelime daha sonraları Abdalları küçümsemek için dile yerleşmiş. Hâlbuki Abdal ermiş, velidir. Bir süre sonra bu aptala, budalaya, serseriye dönüşmüş. Bir de fiziksel olarak Çingenelere benzemelerinden dolayı yerli halk tarafından Çingene olarak görülmüş, küçümsenmişlerdir. İşte durum böyle olagelmiş Sonunda Neşet Ertaş gibi tarihin kaydettiği, belki de tekrarı olmayan bir sima ömrü boyunca bu saydığımız şeylerin çilesini çekmiştir.

Peki, niye böyle oluyor? Bunu kırmanın yolu nedir sizce?
Ömrü boyunca Neşet Ertaş Usta anlatmaya çalıştı hep. Başın alır diyar diyar gidersin Ahiri kendini Mecnun edersin Garip bülbül gibi feryat edersin Anlayan bulunmaz gönül dedi. Bütün eserlerinde var. Kendini anlatamamış olmak. Az evvel dedim ya, 100 yıl hatta 150-200 yıldır gelen Batıcı zihniyete sahip egemenlerin sahip olduğu üsten bakan zihniyet bir yandan. Öte taraftan İslama atfedilen yanlış inanış, yanlış yorumlar. İşte bunların tümü yan yana gelince sorduğunuz sorunun yanıtı ortaya çıkıyor. Ama Neşet Ertaş bunu kırdı bence. Bütün Türkiye’ye seslendi, bütün Türkiye’nin gönlüne güzel bir tohum ekti. Sadece türküleriyle değil. Güzel türküleri, bozlakları bilinir oysaki onların misli misli deyişleri vardır. “İnsanlar kendini bilebilseydi Dünyada haksızlık kavga olmazdı İnsan doğan yine insan ölseydi Belki de dünyada hayvan kalmazdı” diyor. Bunun gibi nice sözleri var. “İsterim ki bu dünyada Hiç kimse cahil kalmasın Okusun ilmin kitabın Cahilden akıl almasın Kendi kendin yedenlere İlim tahsil edenlere İlme doğru gidenlere Cehalet mani olmasın” gibi. Son derece insani, evrensel bir özle çaldı söyledi. Eserlerinde zerre kadar ötekileştirme, ayrımcılık yoktur. Hiçbir siyasetin hiçbir ideolojinin etnik ayrımcılığın izi bile yoktu. Sadece insan dedi, hak dedi, araya bir şey koymadı. İnsan dediği için de tamamen insan gönlüne seslendi. Gönülle yalın seslendi. Pırıl pırıl bir Türkçeyle seslendi. Sanat dehası da yüksek toplumun bütün katmanların ve yörelerine hitap etti. Böylelikle Anadolu’nun hemen hemen her yerinde sevilen kabul gören, müthiş bir gönül mirası yarattı. Kuşaklar boyu aslında toplumun genlerine ruhuna sinmiş, herkesin unuttuğu gibi görülen oysa onu dinler dinlemez hatırlanıp canlanan şey de bu. Dünyada durdukça kalan tohumda bu. Bize düşende onun anlatamadığı kısmını kaynak oluşturarak, külliyat oluşturarak, çalarak söyleyerek, akademilere taşıyarak, toplumumun entelektüel dediğimiz kesimine aktararak anlatmak. Anadolumuzun muhteşem güzelliklerini, deryalarını ve değerlerini toplumumuza ifade etmek, farkındalık yaratarak bu değerler etrafında birleştirmek.

Neşet Ertaş’ın en büyük özelliği de paraya pullaya değer vermemesiydi. Bunu anlatır mısınız?
Bu derviş Abdallar yolunun tipik davranış formlarından biridir. Mala mülke, paraya pula değer vermezler, parayı küçümserler. Parayı mesela dışkıya benzetirler. İnsanı kirlettiği için dışkıya benzetirler. Mülkiyet sahibi olmak yoktur onlarda. Neşet Ertaş’ta böyleydi. Ömrü boyunca çokça kazandı ama kazandığını geldiği gün yoksullara dağıttı. Zaten böylesi gani bir gönül ancak böyle bir kültür yaratabilir.

Neşet Ertaş felsefesi memleket için bir umut ışığı olur mu?
Elbette. Hepimiz farklı coğrafyaların farklı sosyokültürel yapılardan geliyoruz ama hepimiz insanız. Değişen bir şey yok. Geleneksel, tavır farklılıklarımız var. Bunların tümü yan yana geldiğinde muhteşem bir güzellik oluyor. Anadolu da dünyanın en güzel örneklerinden biri. Ama maalesef biri kendini başka adlandırıyor, öbürü başka adlandırıyor. Bu adlandırmalar çoğaldığında zıtlıklar, karışıklıklar ve şimdilerde olduğu gibi çatışmalar doğuyor.


YURT DIŞINDA DA ÜRETTİ

Yurt dışına neden gitmiş?
Felç geçirmiş zamanında. Yıllar yılı gazinolar, iki- üç gün süren ağır düğün ortamları, alkol va. sonrasında bir felç geçirmiş. Türkiye’de tedavi olmak için uğraşmış. Olmamış, saz çalamaz duruma gelmiş. Çok mağdur olmuş. Sonrasında Almaya’da ağabeyinin yanı gidiyor. Tedavi olması gerekiyor. Tedaviyle iyileşeceğini anlayınca, herhalde Türkiye’deki kaotik ortamdan da bıkmış, orada kalmış. En verimli zamanı 24-25 yıl, olacak şey değil. Türkiye için önemli bir kayıptır. Ama Neşet Usta orada da boş durmadı. Sanki Kırşehir’de yaşıyormuşçasına eser üretmeyi sürdürdü.  

Türkiye’ye dönüşü nasıl oluyor?
Ben 96’da yanına gitmiştim. Çok karamsar bir haldeydi. Kendi içine çekilmişti. Sonra TRT belgesel için yanına gidiyor. TRT’nin prodüktörlerinden Ali Bozkurt, vakıf başkanı olan bir hemşehrisi bir proje yapıyorlar. Sonra o projeye bir danışman gerekiyor. Onu da Bayram Bilge Tokel ile konuşuyorlar. Sonra çekim ekibi ile birlikte Almanya’ya gidiyorlar. Bir hayli uğraşıyorlar sırf çekime ikna etmek için. Sonrasında ikna ediyorlar. Bu arada Türkiye’ye dönmesi hakkında da konuşuyorlar ki o dönem Türkiye’den gelen bütün program tekliflerini “hastayım” diyerek reddediyor. Sonrasında da Neşet Ertaş öldü diye haberler çıktı, malum. Herkes perişan oluyor. Arıyorlar kendisini “hayır ben ölmedim” dese de kimseyi inandıramıyor. Tek yol kalıyor: Türkiye’ye gelip televizyonda görünmesi. İşte ilk TRT’de bir programa geldi. Oğuz Aral’ın programıydı. O program sırasında toplumun hafızası yeniden canlandı, bir anlamda uyuyan dev uyandı. O günün devamında bütün programlar da iptal oldu,  telefonlar kilitlendi. İzleme rekoru kırıldı. Bir başka program bir başka program derken, Türkiye yeniden Neşet Ertaş’a kilitlendi. Onun sonrasında çok sayıda programa katıldı. Konserler derken birkaç yıl böyle sürdü. Hem Almanya hem de Türkiye arasında gidip geldi. Unutulduğunu zannetmişti ama yeniden halkın sevgisini hissetti. Halk yeniden onu baş tacı etti. Yeniden Türkiye’nin her tarafına konsere gitti. 2004 ya da 2005’ti Türkiye yerleşti. Avrupa’ya bir daha gitmedi.

TRT için çekilen belgesel ‘Bir Abdal’ın belgeseli mi olur’ diye geçiştirilmek istenmişti. Bunu açar mısınız?
Bunun açılacak bir yanı yok. Az önce söz etmiştim. Kurum yetkilisi Neşet Ertaş gibi ustanın değerinin farkında değil. “Bir Abdal’ın belgeseli mi olur? Gidin 45 dakikalık bir şey çekin gelin diyor. Sonra belgesel çekilip geliniyor bu kez uzun süre yayımlanmıyor. Neşet Usta devreye giriyor. Neşet Usta televizyon programlarında belgeselin çekilip yayımlanmadığını dile getiriyor. Halka yetkilileri şikayet ediyor. Böylelikle belgesel yayına giriyor.

Peki Türkiye halkı Neşet Ertaş’ı nasıl algılamalı ki Neşet Ertaş felsefesi yaşasın?
Neşet Ertaş’ta can bulan bütün insanımızın ortak paydasıdır, dilidir, kültürüdür. O pırıl pırıl bozulmamış, tertemiz kültürüdür. Ve insana dair, söylenebilecek en özgün tavırlardan biridir. Neşet Ertaş Usta gibi gerçek ozanlarımızın tümünün tavrı da budur. Toplumumuz bunu kavramıştır, anlamıştır diye düşünüyorum. Ölümsüzlük bu. Evrensellik bu. Sanatkarlık da bu. Her kim ki kendini sanatçıyım diye tanımlıyorsa (ben de dahil olmak üzere) durup düşünmeli. Hangi okulda okuduğunuzun, kaç tane diploma aldığınızın, ismimizin önünde hangi sıfatların yazıldığının hiçbir anlamı ve önemi yoktur. İlkokul mezunu bile olmayın Anadolu’nun küçük bir köşesinden gelen bir gariban bütün Türkiye’ye insanlık ve sanat dersi vermiştir. Sanatkar nasıl olunur, halkın sanatçısı nasıl olunurun dersini vermiştir.

‘MÜZİSYEN OLMAMIN SEBEBİDİR’

Neşet Ertaş’la ilgili iki ciltlik önemli bir çalışma yaptınız. Bu çalışmayı nasıl yaptığınızdan söz eder misiniz?
Çocukluğum Neşet Ertaş başta olmak üzere, Aşık Mahzuni, Davut Sulari, Mahmut Erdal gibi ozanları dinleyerek geçti. Neşet Usta’nın yüzünden saza başladık. Benim müzisyen olmamın baş sebebi Neşet Ertaş’tır. Konservatuara girene kadar uzun yıllar, Neşet Ertaş türkülerini onun gibi çalıp söylemeye çalıştım. Tavrını, tekniğini anlamaya çalıştım. Zaten konservatuara girdiğimde müziği kavramaya başladığımda onun müziğini daha iyi anlamaya başladım. Sonrasında daha da yönelimim arttı. Ne zaman ki ulusal ve uluslararası platformlarda boy göstermeye başladım gördüm ki evime götürdüğüm ekmeklerden birisi ondan geliyor. Benim için büyük bir gönül borcu oldu. Zaten bana göre aydın olmanın ve vatan sevgisinin en temel ölçütü kendi ülkesinin değerlerini bilmek ve ona hizmet etmektir. Ozanlarımız, üstatlarımız bin bir zorluklarla yaşayıp kendilerini anlatamadan geçip gidiyorlar. Bu nedenle böylesi bir çalışmayı yapma gereği hissettim. Bu öncelikle bir vefa borcuydu.  1996 yılında bir konser için Almanya’ya gitmiştik. Bu sürede ilk kez kendisini ziyaret ettim. Çok üzüldüm. Dedim ya zannediyorum ki pirimiz Neşet Usta’nın kapısı Kâbe gibi. Oysa gittiğimde yapayalnız terk edilmiş, kendi içine kapanmış buldum. O yıl içerisinde çok konserimiz oldu. Her gittiğimde ziyaret ettim. O da beni zaten albümlerden biliyormuş. Sevdi beni de. Ondan sonra bir dostluğumuz oluştu. 96 sonlarında böyle bir çalışmadan bahsettim. Çok mutlu oldu. Çünkü kendi toprağında eserleri bozulmaya başlamıştı. Sözleri kaybolmaya başlamıştı. Bunların bir külliyat olarak bir araya getirilmesi çok önemliydi. Uzun soluklu bir çalışma olacağını kendisine söyledim. Zaten bu konuda hiçbir kaynak da yoktu. Neşet Usta’ya sorduğumda son çalışması bile elinde yoktu. Elinde iki fotoğraftan başka bir şey yoktu. Yani bilinmezliklerle ve yokluklarla yola çıktım. Yıllar yılı bit pazarlarında, kişisel arşivlerde, kıyı da köşede Neşet Ertaş plaklarını aradım. Birde notalar üzerinde durmak gerekiyordu. Eserlerini şiir olarak yazıp toparlayarak kendisine verdim. Düzeltti, eksiklikleri tamamladı, yanlışlıkları düzelti. Olmayan şiirlerini ekledi. Sonrasında böyle bir külliyat 16 yıllık bir çalışma olarak ortaya çıktı. Vefat etmeden önce de baskıdan önceki son halini kendisine gösterdim. Çok mutlu oldum. Onun yüzünde o mutluluğu gördüğüm için mutluyum, huzurluyum.

Peki kitaba dair tepkiler geldi mi size?
Hep methiye geliyor ama aslında ben kritik istiyorum. Kritikler çok nadiren geldi. Daha yeni yayılıyor, yeni yeni okunuyor. Birde hacmi büyük olunca belki biraz da zamana yayılacak. Benim tek ölçütüm var. Benim adımın orada yazılıp yazılmaması bile önemli değil. Neşet Ertaş bu coğrafyanın ve dünyanın kaydettiği tekrarı olmayan bir sima umudum ona yakışır, onun yarattığı gönül mirasına yakışır olsun. Tek dileğim odur.

ÖNCEKİ HABER

En iyi filmler, eylülde geldiler

SONRAKİ HABER

Meslek liselerine patron kontrolü

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...