30 Haziran 2013 09:22

Tunuslu kadınlar kritik dönemeçte

Rafika Rekik Tunus’ta “devrim” olarak nitelendirdiği süreçte kadınların halk hareketine etkin katılımının ve mücadele azimlerinin birikimiyle kurulan “Moussawet” (Eşitlik) isimli kadın örgütünün sözcülerinden biri. Bu örgütün isminin neden “Eşitlik” olduğunu, Rafika, Tunus’ta

Tunuslu kadınlar kritik dönemeçte
Paylaş
Sevda Karaca


Rafika bu durumu şöyle anlatıyor: “Tunuslu kadınlar diktatörlük döneminde dahi pek çok yasal hakka sahip olma pozisyonlarıyla diğer Kuzey Afrika ülkelerinden ayrılıyordu. Ve biz diktatörlük rejimi altında kullanamadığımız, daha da ilerletilmesi gerektiğini düşündüğümüz haklarımız için sokaklara çıktık. Sosyal adalet teminatı kadınların haklarının da ilerletilmesi için önemliydi ve biz hem bu talep için hem de kendi taleplerimiz için sokakları boş bırakmadık.  Geldiğimiz nokta maalesef beğenmediğimiz ve ilerletilmesi için sokağa çıktığımız haklarımızı kaybetmeme noktası. Buna razı değiliz.”

Rafika’dan halkın kadın hakları konusundaki geçmiş ve şimdiki algısını kıyaslamasını istediğimizde şu cevabı veriyor: “Devrim sürecine kadar Tunus toplumunun temel algısı kadınların haklarının korunmasının önemli olduğu ve daha fazla hakka sahip olmalarının da olumlu olduğu idi. Ancak İslamcıların örgütlenme süreçleri, toplumu din üzerinden maniple ediyor oluşları ve şimdi kullandıkları argümanlar toplumun bu düşüncesinin değişmesinin de temel nedenlerini oluşturuyor”.

Nedir bu “örgütlenme ve manipülasyon” dediği şey? Aslında bize çok da yabancı olmayan yöntemlerden bahsediyor Rafika: fetvalarla, kamusal alanda dolaşıma sokulan “Kadının yeri evidir, görevi annelik ve eşliktir” fikriyle, resmi ağızlardan dökülen “İşsizliğin sorumlusu kadınlardır, artan şiddetin sorumlusu edebiyle hareket etmeyen kadınlardır” cümleleriyle gündelik hayatın ne kadar zorlaştığını ve kadınların nasıl da hedef tahtasına oturtulduğunu anlatıyor. “Maalesef bugün camiler Selefilerin ve Ennahda’nın elinde kadın haklarının bir tehdit olarak işaret edildiği temel alanlar. Mısır’dan Tunus’a getirilen ve büyük gösterilerle karşılanan ulemalar ve hocalar, resmi olarak karşılanıp, resmi statülerle çeşitli mahallelerdeki büyük camilere atanıyorlar ve devletin-yerel yönetimlerin tüm olanakları onlara açılıyor. Onların yerleştirildikleri mahalleler aynı zamanda Selefilerin güçlendiği ve yayıldıkları merkezler haline getiriliyor. Bugünlerde en çok tartışılan konu dini evliliklerin Tunus’un gelenekleri içinde önemli bir yere sahip olduğu, yalnızca dini evlilik yapılıyor olmasının toplumun geleneklerine sahip çıkması anlamına geleceğine ilişkin bir tartışma”.

TÜM TARTIŞMA KADIN ÜSTÜNE

Dönelim anayasa tartışmasına. “İslamcıların anayasa tartışmalarında liberaller ve az çok demokrat olan kesimle uzlaşmak ve onları kendi programına kazanmak için ortaya koyduğu her ilerici gibi görünen noktanın arkasından bir ‘ama’ cümlesi geliyor, her ilericiymiş gibi gösterilen noktanın altından uzun erimli bir plan çıkıyor” diyor. Buna verdiği örnekler ise toplam olarak tüm halkın bundan sonra nasıl bir anlayışla yönetileceğinin göstergesi. “Selefilerin anayasa taslağına ‘devlet sivil bir yapılanmadır ama İslamın karşısında yer alamaz’ anlayışı hakim kılınıyor. Hangi İslam sorusuna cevap basit: Müslüman Kardeşlerin programına nasıl bir İslam anlayışı hizmet ediyorsa o. Bu anayasa Müslüman Kardeşlerin programı neyse o olma tehlikesi taşıyor. Bütün Arap ülkelerinde yapılmak istenen bu. Ancak amaçlarını kolayca gerçekleştiremeyecekler çünkü aynı zamanda güçlü bir demokratik yapılanma da söz konusu”.

Tunus’ta tüm anayasa tartışması kadınlar üzerinden ilerliyor. Bunu Tunus sokaklarındaki pek çok kişi de böyle ifade ediyor. İlk anayasa taslağında kadınlar için “erkeklerin tamamlayıcıları” ifadesi yer aldı. Üstelik anayasadaki vatandaşlık kavramı da bir dil oyununa kurban edilmeye çalışılmış. İfade, yalnızca erkeği imleyen bir biçimde yer almış ve yine kadınların tepkisi ile hem kadını hem de erkeği ifade eden ayrı tamlamalar ile yer değiştirmiş.  Rafika Rekik anlatıyor: “İslamcıların en çok tartıştığı ve asla kabul etmeyeceklerini söyledikleri kelime ‘eşitlik’. Anayasada bir kez bile ‘eşitlik’, ‘ayrımcılık’ kelimeleri yer almıyor.

Örneğin ‘Kadınlar şiddete karşı korunurlar’ gibi bir ifade var, ama kim koruyor, nasıl yapıyor, kim sorumlu bu belirsiz. Üstelik şiddetin kriminal bir suç olarak tanımlanması gibi bir durum da yok. Sürekli olarak tetikte olmamız gerekiyor maalesef. Kadınların eşitlik talebinin karşılandığı söylenerek bir kelime oyunu daha yapılmaya çalışıldı taslakta. İfade eşitliği yalnızca “cezalandırmada eşitlik” anlamına gelecek biçimde yazıldı. Bizse bunun karşısında haklarda ve özgürlüklerde eşitlik anlamına gelecek olan başka bir ifadenin kullanılması için kampanya yürütüyoruz”.  

Tunus, kadın haklarını ilgilendiren pek çok uluslararası sözleşmeye imza atmış durumda. CEDAW (Kadınlara Yönelik Her Türlü Ayrımcılık Ve Şiddetin Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi) 1985 yılında Tunus tarafından imzalandığında, bu sözleşmenin pek çok önemli maddesine çekinceler konulmuş durumdaydı. 2011 yılında ise bu çekinceler kaldırıldı. Ama yazılı/hukuki hale hâlâ getirilmedi. Nitekim anayasa tartışmalarında da bu önemli bir tartışma olarak varlığını koruyor. İslamcılar uluslararası sözleşmelerin kültürel yozlaşmaya yol açacağını, toplumsal dokuya uygun olmadığı için kabul edilemez olduğunu savunuyor. Kadın hareketi, hakların güvence altına alınabilmesi için uluslararası sözleşmelerin imzalanmasını ve imzalanan sözleşmelerdeki çekincelerin kaldırılmasını istiyor. Son dönemin en önemli tartışma konularından biri bu. Çünkü hala uluslararası sözleşmeler anayasanın üzerinde. İslamcı grupların temel çabası ise anayasanın uluslararası sözleşmenin üzerinde olması. Çünkü bu durumda “Anayasanın hiçbir maddesi İslama aykırı olamaz” mantığı ile bu sözleşmeler de “islama aykırı” denilerek geçersiz ilan edilebilecek. Tartışma çok, sorun çok. Bugün gelinen noktada geçmişte yetmeyen hakların bugün savunulacak pozisyona gelmesi bile çok şeyi açıklıyor aslında. Bu süreç aynı zamanda safların da belirginleştiği ve ciddi bir toplumsal muhalefetin de örgütlendiği bir dönem. Tunuslu kadınlar bütün bu tartışılanların karşısına ortak bir mücadele perspektifiyle çıkmanın yalnızca kadınlar için değil “Ya yeni diktatörlük ya da tüm Tunus halkı için özgür bir gelecek” anlamına geldiğinin farkında ve ne kadar önemli bir yerde durduklarını biliyorlar.  Eşitlik örgütü de bu örgütlülüğün en geniş kadın yığınlarına ulaşabilmesi ve üzerinden hesap yapılan kadınların sesinin yükselmesi için “Özgür toplum, özgür kadın” kampanyası yürütüyor. “Özgürlük için çıktığımız sokaklarda bugün tacize ve şiddete uğramadan yürüyemiyorsak, yetmez diye bağırdığımız haklar bugün elimizden alınıyorsa toplumun da özgür olduğunu, dönüşümün demokrasiye doğru olduğunu kimse iddia edemez. Kadın özgür olmadıkça toplum özgür olamaz” diye sözü bağlıyor Rafika Rekik.

TUNUS’TA GEÇMİŞTEN GELECEĞE NE TAŞINIYOR?

Rafika Rekik’in bugüne dair söylediklerinin ne anlama geldiğini daha net görebilmek için Tunus’ta kadın haklarının geçmişine bir göz atalım:
1956 yılında Fransa sömürgeciliğinden kurtulan ülke, yukarıdan bir modernleşme anlayışı ile bu modernleşmenin en önemli simgelerinden biri olarak “kadınları özgürleştirme” yolunu seçmiş ve tahmin edersiniz ki bu “özgürleştirme” Türkiye’deki gibi “kadınlara haklarının bahşedilmesi” olarak sunulmuş. Bireyin Statüsü Yasası olarak Türkçeye çevirebileceğimiz yasa kadınların aile içindeki konumlarının erkeklerle eşitliği, çok evliliklerin yasaklanması, boşanma durumunda kadınlara verilen haklar, çocuk yaşta evliliklerin yasaklanması gibi bugün evrensel olarak görülen hakların sağlanması noktasında Tunus’u diğer Kuzey Afrika ülkelerinden ayırmış. Kadınların çalışma haklarının yasal garanti altına alınması, işyerinde ayrımcılığın yasaklanması, kız çocuklarının okutulmasının zorunlu hale getirilmesi ve aileler çocuklarını okula göndermediklerinde yasal yaptırımlarla karşı karşıya kalmaları da önemli noktalar. Ancak bin Ali döneminin katı devletçi laikliği dindar kesimin üzerinde bir kılıç olarak sallanırken, İslamcıların ‘70’li yıllardan beri kendilerine halk içinde dayanak bulabilmesinin en önemli gerekçelerinden biri bu katı devlet laikliğinin özellikle kadınların giyim-kuşamına müdahalesi olmuş. Diktatörce yönetim, işsizliğin çığ gibi büyümesi, sosyal adaletsizliğin derinleşmesi 2010 aralık ayında halk ayaklanmasına yol açarken kadınlar da bunlardan en çok mustarip kesimler olarak sokaklarda yerini aldığında, aynı zamanda “gerçek eşitlik” talebini de ortaya koydular. Kadınların sendikalardaki güçlü varlıkları ve halk hareketinin karakterini oluşturan sosyal adalet talebini en iyi anlayanların kadın sendikacılar olması da sokaktaki varlıklarını güçlendirdi. Geçmişte Fransız sömürgeciliğine karşı mücadelede de aktif yer almış olan kadınlar, güçlerinin farkında olarak eylemlerde, grevlerde ve sokak gösterilerinde yerlerini aldılar. Ve bu süreç aynı zamanda kadın örgütlerinin çoğalmasına, diktatörlük rejimi altında “El altında bulunsun” diye kurulan çeşitli kadın kuruluşlarının ise dönüşüm geçirmesine neden oldu. Bu dönem Halk Cephesinin kurulduğu ve Tunus halkının yeni bir yönetim için sandık başına gittiği bir dönem olurken, kadınlar “eşit adaylık” için kampanyalar yürüttü ve yüzde 50 oranında temsiliyet için kolları sıvadı ancak parti listelerinin yalnızca yüzde 5’inde üst sıralarda yerlerini alabildiler. Ve seçim sonrasında parlamentodaki kadın tablosu bin Ali dönemindeki sayıdan farksızdı. Ama kadınlar için asıl tehlikeli olanın İslamcı Ennahda’nın meclisteki çoğunluğu ele geçirmesi olduğu kısa süre içinde ortaya çıktı. Her ne kadar hareketin sürgündeki lideri Gannuşi “Kadınların haklarına saygılı olduklarını, ailenin temel direği olan kadının evdeki doldurulamaz yerinin siyaset alanı için de gerekli olduğunu” söylese de gerçek niyetin ne olduğu yeni Tunus için yapı taşı olacak anayasa tartışmalarında ortaya çıkmış oldu.

RAKAMLARLA TUNUS’TA KADINLARIN DURUMU

* Kadınların yüzde 26.5’i okuma yazma bilmiyor (oran erkeklerde yüzde 11.5). Kadınların işsizlik oranı yüzde 32.9 (erkeklerde yüzde 15.8) Ücretler ve yükselme koşulları eşit değil. Çalışan kadınların yüzde 99’u küçük şehirlerde ya da tarımsal alanda çalışıyor. Tarımsal alanda çalışan kadınların çalışma ve yaşam koşulları çok ağır, ücretler çok düşük, hiçbir sosyal güvenceleri yok, çalışma yaşamında hiçbir güvenlik tedbiri yok. Daha geçen hafta kamyon kasasında tarlaya götürülen kadınlar yaşanan bir kaza sonucunda hayatlarını kaybettiler.
* Kadınların yüzde 47.6’sı hayatlarında en az bir kez bir şiddet biçimine maruz kalmış (Bu, şiddet gördüğünü ifade eden kadınların oranı, şiddet rakamlarının ifade edilenin çok çok üstünde olduğu biliniyor)
* Tunus’ta fermuar sistemi uygulanıyor (Yani herhangi bir seçim listesinde bir erkeğin hemen arkasından bir kadın aday gösterme zorunluluğu: bir kadın-bir erkek) Parti listelerinde en üstte kadınların yer alma oranı yüzde 7. Anayasa komisyonunda yer alan kadınların oranı yüzde 24. Partiler açısından da merkez yönetimlerde yer alan kadınların oranı açısından durum şöyle:  Tunus İşçileri Emek Partisi:  21/4, Ennahda: 15/1, El Nida 53/12.
* Tunus’un en güçlü sendikasının yönetiminde 13 erkek yönetici var, hiç kadın yönetici yok. Oysa sendikanın üyelerinin yarısı kadın, bazı sektörlerde oran yüzde 75’e çıkıyor.
* Tunus toplumunda politikayla uğraşan, sendika üyesi olan ya da herhangi bir politik talep mücadelesi için sokağa çıkan kadınlara kötü sıfatlar yakıştırılıyor. Bu, kadınların bu alanlarda varolmasını çok güçleştiriyor ve maalesef devrim süreci de bu algıyı çok kıramamış durumda. Devrim sürecinde sokağa çıkan kadınlar için “o zaman bir zorunluluktu bitti, gitti, şimdi gerek yok”  değerlendirmesi yapılıyor.
* Çalışan kadınların annelik izni sadece 8 hafta. Kadınların talebi 14 haftaya çıkarılması. Özel sektörde ise annelik izni sadece * hafta. Kadınlar eğer ölü doğum yaparlarsa hiç izinleri yok, hemen işe dönmek zorundalar.
* Yeni evli kadınlar patronlar tarafından çocuk doğurmaması için uyarılıyor, yeni evli kadınlar işe alınmıyor, doğum izinleri kullandırılmıyor, bu dönemde işten atmalar çok yüksek. Kadın çalışanları koruyan özel bir yasa yok ama çalışma hayatını düzenleyen yasalarda haksız yere işten atma konusunda bir madde var, ama doğum izni, hamilelik gibi meseleler yüzünden işten atma çoğu mahkeme tarafından haksız yere işten atma olarak görülmüyor.
* Yasal olarak çalışma alanında kadın erkek eşitliği var ancak gerçek hayatta bu eşitlik yok. Ev işçileri –bakım ve hizmet alanında çalışanlar- hiçbir sosyal hakka sahip değiller. Eşit işe eşit ücret ilkesi uygulanmıyor. Şu anki hükümet her yerde her zaman “Kadınlar işsizliğin sorumlusudur” düşüncesini yaymaya çalışıyor. Tunus, İslamcı hükümet başa geçene kadar Kuzey Afrika ülkeleri arasında kadın erkek eşitliğinin yazılı olarak en iyi ifade edildiği ülkeydi. İslamcı grupların şimdiki hedefi, bu hakları kağıt üzerinde kalmamacasına ortadan kaldırmak.
* İşyerinde şiddet oranları oldukça yükselmiş durumda, cinsel saldırı ve tacizler de arttı.

ÖNCEKİ HABER

'İşçi açken senin hacılığın geçerli mi?'

SONRAKİ HABER

Bozyaka-558

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...