Dillerimiz başka ama neyse ki Aşık Veysel var
Veysel’in hikayesi nasıl doğdu?
2009’da annemin babamın geldiği köy, Elbistan Kaşanlı’da bir müzik klibi çektim. Klipte 12 yaşında bir çocuğu oynattım. Annesi Almanya’da yaşıyordu. Çocuk dört yıldır annesini görmüyordu ve onu çok özlüyordu. Her an Almanya’ya vize çıkabilirdi, her gece Almanya hayalleri kuruyordu.
Klibin hikayesi değil di mi bu, gerçek bir hikaye?
Gerçek tabii, o çocuğu oynatmayı düşünüyordum bu filmde. Ama Türkiye’den getiremedik. Klibi çekip Avusturya’ya döndüğümde o çocuğun hayallerinin devamını düşündüm. Gerçekten Almanya’ya geldiğinde ne tür zorluklar yaşayabileceğini; dil sorunu, yeni arkadaşlar edinme sıkıntılarını… Hele ki aile içinde de sorun varsa... Bu hikayeyi iki yıl taşıdım kafamda. Ben senaryoda kullanmak üzere kutular yaparım her karakterin hikayesi için. Bir gece baktım kutular dolmuş. Dedim artık bunu yazmam lazım, üç gecede ana hikayeyi yazdım ve yapımcıya verdim. Çok beğendi ve hemen para toplamaya başladı. Bu zaten 3. sınıf okul ödevimdi, kısa film olacaktı, bütçemiz çok azdı. Filmin süresi kısa film için uzun olunca sahneleri kesip ödevi teslim ettim. İzlettiğim Avusturyalı seyirciler Veysel’in ailesi ile çok ilgilendiler, kestiğim sahnelerle yani… Çünkü kısa için ben sadece Veysel’in okuldaki dilsiz hikayesine odaklanmıştım. Vizyon gibi bir düşünce de yok tabii o zaman. Hocam Haneke ile görüştüm, o da çok beğendi, attığım sahneleri biliyordu; “mecbur uzun yapman lazım” dedi, yaptık. Böyle çok kısa anlattım ama o kadar kolay olmadı tabii çekmek. (Gülüyor)
Okul ödevin Türkiye’nin en önemli sinema festivalinden En İyi Film Ödülü ile dönmüş oldu böylece…
Jüri, “biz duygusal bir karar verdik” dedi, çok beğendim bu yaklaşımı. “Bu Türk filmi değil” tartışmaları çıktı filmim hakkında, sağ olsun jüri arkasında durdu. Ödül beklemiyorduk, benim için Antalya’ya katılmak ve Türk seyirci ile buluşmak en büyük ödüldü. Çok güzeldi Antalya. Bir yaşlı teyze söyleşide “bu filmde barış kokusu” var demişti. Ki barış süreci falan yok o zaman, ölüm oruçları sürüyordu, gerginlik de vardı…
Antalya’da röportajlarda “ödül on para etmez film seyirci ile buluşmazsa” diyordun. Şimdi vizyona da giriyor filmin…
Film Antalya’da 6 ödül alınca, vizyona hemen çıkar diye düşünmüştüm ama öyle olmadı.
Türkiye’ye hoş geldin….
(Gülüyor) Aynen öyle oldu. Aslında her yerde piyasaya göre karar veriliyor. Dört beş dağıtımcı çıkarmak istedi, ama samimi bulmadım, dağıtırız ama filmin arkasında durmayız tavrı vardı. Özen Film’le anlaştık sonra, 22 salonda vizyona giriyoruz. Türkiye’de vizyona girmek inanılmaz güzel bir duygu.
ORTAKLIKLARIMIZI KONUŞMALIYIZ
Ölüm oruçları sırasında Antalya’dan ödülle dönen filmin, şimdi diyalog sürecinde vizyonla buluşuyor…Bunun nasıl bir anlamı var senin için?
Çok güzel bir kelime kullandın; diyalog. Bu diyalog birkaç yıl önce başlasa kaç kişi hayatta olurdu şimdi acaba? Bence bu diyalogda siyasetçilerden daha çok halkın; bakkalın, komşunun, öğretmenin, öğrencinin konuşması önemli… Herkes bağırsın çağırsın birbirine gerekiyorsa, fakat yeter ki konuşsun. Neden barış oluyor çünkü savaş vardı. Neden vardı o savaş? Bunu konuşmalıyız. Sinemacılar da konuşmalı. Ne mutlu bana bu filmi yaptım, umarım bir katkısı olur bu sürece.
Bu film Türklerle Kürtlerin sorununa masumane bir yerden bakıyor. Kimin suçlu kimin suçsuz olduğu ile ilgilenmeyen bir film bu. Bizim ayrı olan taraflarımıza değil ortak taraflarımıza odaklanan bir film. Bugün de “diyalog” derken ortaklıklarımız hakkında konuşmaktan bahsediyoruz. Türkçe ile Kürtçe çok farklı diller ama ortak hislerimiz var. Aşık Veysel, Nazım Hikmet, Yılmaz Güney, Ahmet Kaya; Türk’te de Kürt’te de aynı duygulara seslenir. Bu filmin duygusu da ortak.
Almanca bilmeyen Veysel’in okuldaki sessizliğinin yanı sıra dağa çıkan baba ile milliyetçi görüşlerden etkilenen büyük oğlan arasındaki diyalog sorunu çok etkileyici… Bizim ülkemizdeki en büyük sorun silah bırakmak gibi görünüyor ama…
Görünüyor sadece (gülüyor), çok haklısınız, aslında değil. Seçimlere kadar belki…
Baba ile oğul arasında silah yok ama diyalog da yok ve sorun öylece duruyor ortada.
Çok önemli bir konu bu. Babasının dağa çıkması bir çocuğu çok ilgilendirmez, onun babasına ihtiyacı vardır, o onu bilir sadece. Baba Veysel’in yatağına gelip Aşık Veysel türküsü söylüyor ya… Çoğu insan babanın dağa neden çıktığını anlatmasını bekliyor. Ama dediği tek şey “babalar bazen neyi yapıp neyi yapamadıklarını unuturlar” oluyor. Aslında konuşacak çok şey var ama yeni sarılmış çocuğuna, zaman ve sabır lazım… Yıllarımızı alacak bu diyalog, birkaç ay içinde çözülmeyecek. Baba ile oğul ortaklıklarını buldu; Aşık Veysel… Artık birlikte yaşayabilirler, baba aileyi neden yalnız bıraktığını daha sonra konuşacak. Abisiyle daha da uzun sürer anlaşması. Zamana bırakmamız ama boş da durmamamız lazım. Herkes babanın az konuştuğunu söylüyor, ama bence çok konuşuyor.
Bir başka repliği yine çok önemli babanın, “siz bir kimliğe sahip olasınız diye dağa çıktım, geri dönüyorum, şu hale bak”…
Dağa çıkan geride ne bıraktığını bilir ama bilmez. Abi, baba gidince baba rolüne girmiş, birden adam geri dönüyor. Onun yokluğu nedeniyle yaşadıkları büyük zorluklar var, sokaklarda kalmışlar, dayak yemişler... Çocuğun tepkisi normal. Bunu aslında Yılmaz Güney de güzel söyler; “hiçbir solcu iyi bir baba olmamıştır”, kendisini de içine koyar. Bir dava sürdürdüğünde kendini de aileni de unutabiliyorsun.
Senin hikayen Güzelliğin On Par’ Etmez’in neresinde?
Veysel benim, hayaller kuran, utangaç, sevgi dolu çocuk. Veysel gibi benim de iteklenmem lazım. Aşık Veysel var sonra, benim için çok önemli. Filmi yazdığım sene dedem vefat etti, çok dinlerdi Aşık Veysel’i, Aşık Mahsuni’yi… Ben de senaryo yazarken hep Aşık Veysel’i dinlerim.
Veysel’in dille ilgili yaşadığı sorunları yaşamadın ama, değil mi?
Hayır, yaşamadım. Tabii Almanlar kadar iyi Almanca bilmiyor, utanıyordum bazen okulda. Evde hep Türkçe konuşuluyor çünkü. Üç yaşından sonra öğrendim Almanca’yı, Veysel gibi yaşamadım.
Kürtçe konuşulmuyordu evinde galiba…
Konuşulmuyor çünkü annem Maraş’ta büyümüş. Korkudan konuşamazlarmış. Babam köyde büyüdüğü için Kürtçe biliyor. Ama birbirleriyle konuşmadıkları için ben öğrenemedim. Büyükannelerim, dedelerim hep Kürtçe konuşur aralarında. Ben küçükken, Kürtlüğü, Türklüğü bilmezden önce -ki babam Kürt olduğumuzu da söylememişti- her Türkün dedesi, ninesi Kürtçe konuşur zannederdim. (Gülüyoruz) 12-13 yaşlarında, Veysel’in yaşında kavramaya başladım Kürt olduğumuzu. 93-94’te ilk kez yürüyüşlere katılmaya başladım ailemle. Başka arkadaşlarımın aileleri daha küçük yaşlarda Kürt olduklarını anlatmış ama babam zamanı gelince kavrayacağımı düşünmüş.
İlgisizlikten değil yani?
Hayır, biz Maraş olaylarını yaşamış bir aileyiz. Kayıplarımız var. O yüzden biz “Maraşlıyız” demeyiz, “Elbistanlıyız” deriz. (Gülüyor) Maraş’ta bu olaylar için bir heykel konulsa, oranın bir parçası olduğumuzu hissettirseler, ben de gururla Maraşlı olduğumu söylerim. Ama hala yürüyüşe bile izin vermiyorlar. 2013’teyiz, hala… Neyse… bu konulara belki başka zaman beyazperdede dönerim (Gülüyor).
Röportajlarında sık sık Yılmaz Güney’den bahsediyorsun, belgeselini de çekeceksin bildiğimiz kadarıyla. Fatih Akın da çok bahseder Güney’den. Burada yaşayan sinemacılardan bu kadar sık duymuyoruz Yılmaz Güney adını. Nasıl bir yeri var Yılmaz Güney’in yaşamında?
Biz dışarda daha çok takılı kalıyoruz belki. Bizim evin duvarında 10-15 yıl fotoğrafı durdu. Ben küçükken ölmüş bir amcam sanıyordum Yılmaz Güney’i (Gülüyoruz).
Yanlış da değil…
Evet, öyle. Ben ne zaman Yılmaz Güney resmi görsem hala çok heyecanlanırım. Sinemaya ilgim başladığında, bütün dönemleri izlemem lazım tabii, Chaplin’e takılı kaldım. Bütün filmlerini izledim, beni çok etkiledi. Sonra bizim kültürümüzde kim var; Yılmaz Güney. Umut’u izleyince çıldırdım. Her filmimin sonunda Chaplin’e ve Güney’e teşekkür ederim. Profesyonel işler için artık anlaşmalara yazdırıyorum, bu iki isme teşekkür edilecek diye. Üç yıldır Yılmaz Güney belgeseline hazırlanıyorum. İsmi çok büyük, belki bu yüzden kimse yapamadı filmini. İlk olmak için değil ama onu beyazperdeye taşımak istiyorum. İki yıl bundan başka bir şey yapmayı düşünmüyorum. Ona karşı çok borçlu hissediyorum kendimi. Bu film, “Yılmaz Güney budur” diyen bir film olmayacak tabii. Herkesin kafasında başka bir Yılmaz Güney var. Bir sürü insan beğenmeyecektir; “şunu anlatmamışsın, buna nasıl yer vermezsin” diye. Belki Avusturalya’ya kaçmak zorunda kalırım filmi yaptıktan sonra (gülüyor), ama mutlaka yapacağım.
BANA KARŞI BİRLEŞTİKLERİ GİBİ BAKANLIĞA KARŞI BİRLEŞSELER
Türkiye’de film çekmeyi düşünüyor musun?
Ben yurtdışında para toplayıp Türkiye’de film çekmek istiyorum. Ben burada Kültür Bakanlığının kapısında bekleyemem, fon peşinde koşamam. İzin de vermeyebilirler ayrıca. Arkadaşlar burada çok zorlanıyor. İsterseniz kısaca “Türk filmi değil” meselesine girmek isterim.
Gir tabii…
Ben En İyi Yönetmen ödülünü alsaydım kimse bir şey demeyecekti. Ama 400 bin TL alınca… Ki bu paraya Türkiye’de bir sinema filmi çekebilirsin.
Bu tartışma niye var? Çünkü Türkiye’de filmlere çok az destek var. 7-10 milyon dolar çok az. Sinema ile ilgili bütün meslek birlikleri mektup yazdılar, ödülün benden alınması için, düşünün. Bu adamlar bana karşı bir araya geliyor da, Sinema Genel Kurul’una “Yurtdışında bu kadar çok ödül alıyoruz, sizde hiç mi vicdan yok bizi böyle zor durumda bırakıyorsunuz” demek için bir araya gelmiyor. Avusturya’nın 8 milyon nüfusu var, 20 milyon Euro destek veriyor devlet sinemaya. Üstelik filminin televizyonlara satışı garanti. Avusturya’nın TRT’si filmi mutlaka alıyor. Sinemacılar ne yapıyor Türkiye’de? Bu az paradan pay almak için tepki göstermiyorlar, susuyorlar. Türkiye Uluslararası Festivallerde çok başarılı. Rezzan Yeşilbaş Cannes’da en iyi film ödülü aldı. Uzun metrajlı yapacak çocuk, para yok. Kafayı yiyeceğim (Gülüyor).
Türkiye’deki sinema öğrencileri ile görüşüyorum. Doğru düzgün sinema okulu yok; 170 kişi alıyorsun, bu sinema okulu değildir. Bizde 6 yönetmen, 6 kurgucu, 6 senarist alınır. Özel ilgilenmen lazım, sanatçı öyle yetiştirilir. İki kamera ile sinema okulu mu olur? Çok yetenekli genç sinemacılar var, ama böyle giderse biz Semihlerle, Nurilerle kalırız.
Evrensel'i Takip Et