15 Mayıs 2013 10:24

Cüce

Benden, yüz bin kat büyük binalar var. Binalar arasındayım. -Zıplayalım mı cüce?- Binaların arasında yollar, yolların arasında arabalar… Benim yaşıtlarım oyun oynamaya çalışıyorlar. Ben dışarısını sevmiyorum. Binalar benden yüz bin kat daha büyük. Geçen gün binaların arasında zıpladım, hiçbir şey gö

Cüce
Paylaş
İbrahim Yüksel

Bak yine o kuş geldi. O da sokakları sevmiyormuş. Sokaklardan gökyüzü gözükmüyormuş. Annesi onu saklamış. Bana uçmasını öğretecek biliyor musun cüce? Biz binaların en üstündeyiz. Hadi yukarı çıkalım. -Daha da yukarı çıkabilir miyiz cüce?- dediğini hatırlardı kırk yaşındaki ben. Beş yaşındaki ben ne kadar da özgürdü.

Yedi yaşına geldiğinde başka bir evin birinci katına taşınmışlardı. Annesine bakmıştı. ‘Gözükmüyor buradan uzaklar! Zıplıyorum, hala gözükmüyor’ dese bile annesi yedi yaşında ki ben’in mutsuzluğunu umursamamıştı. Artık buraya taşındıklarını söylemişti. Kimse ona sormamıştı. Kimse ona gelmek istiyor musun dememişti. O gün gözlerini kapatmıştı. Kırk yaşına kadar açmadı. Yedi yaşındaki ben yeni bir oyun bulmuştu kendine. Gözlerini kapattığı an rüyalardan rüyalara gidiyordu. Çoğu zaman da beş yaşındaki ben’in yanına gidiyordu. Beş yaşındaki ben mutluydu. Ne de olsa kocaman bir terası vardı. O hiçbir zaman geleceğe gitmedi. Gözlerini kapatıp geleceğe gitmek istemedi.

Cüce başlarda konuşmuyordu. Kırk yaşındaki ben -kırk yaşına gelene kadar- her gün sustukça cüce konuşmaya başladı. Rüyalarının içine o da girebiliyordu. Yedi yaşındaki başlarda sorular soruyordu. “Bu beş yaşındaki ben’in yanında ki adam kim cüce?​” “Baban o. Terası sevmeyen adam o. Terasınızın hep sorun çıkardığını söylerdi. Yine terasa çıkmanı istemiyor senin.

Sende ona zıplayarak gerçeği anlatıyorsun. Zıplayınca evden hiçbir yer gözükmüyor diyorsun.” Babasıyla alkol masasına oturduğu olmuştu. Fakat oturdukları masada ne konuştuklarını hatırlamıyordu. Hiçbir zaman hatırlayamadı. Belki de hiç mi hiç konuşmamışlardı. Aslında yüzünü de hatırlayamıyordu.

Beş yaşındaki ben terasa çıkmıştı. Teras sıvayla kaplıydı. Renksizdi. Gökyüzünün o günki rengini alıyordu. Beş yaşındaki ben yine aynı üstünü giymişti. Pilot kıyafetini dayısı almıştı. “Belki de dayının yanına gitmelisin o seni bu durumdan kurtarır.” dedi cüce, kırk yaşındaki ben’e. Terasın bütün duvarlarına çiçek koymak için yer yapılmıştı. ‘Ben sığarım oraya cüce. Hem daha yakından görürüz uzakları. Zıplamamıza gerek kalmayacak. Daha da yakınlaşacağız uzaklara. Bak cüce kuş da geldi o da beni yanına çağırıyor. Ama dur! Önce babam ile annem işe gidince hazırladığımız ekmekleri kuşa verelim. Ne de güzel uyuyordu yedi yaşındaki ben. Beş yaşındaki ben ile mutluydu. Peki, neden kırk yaşındaki ben’in kırk yaşına kadar yavaş yavaş hiçbir hayali kalmadı? Cüceye sormuştu.  Beş yaşındaki ben ekmekleri ortası boş kalacak şekilde iki tarafa yaymıştı. Biraz daha zıpladıktan sonra, kendine ayırdığı yere çıkmaya çalıştı. Yedi yaşındaki ben yattığı yerden korkuyla zıpladı. Kırk yaşındaki ben ise ‘düşecek cüce yardım et’ dedi.

Cüce ise sadece yukarı çıkıyordu. Terasın çiçek koyma yerine çıktığı zaman ileriye daha da ileriye baktı. Kuşlar da gelmişti. Kuşlar da ona eşlik ediyordu. “Bak cüce kuşlarla aynı yerdeyim. Daha da yukardayım. Aşağıya doğru uçsam şu bahçeye düşerim cüce. Neyse buradan uçmayayım. Sonraki günler şu tarafa geçeriz. Orada! Bak orada daha büyük binalar var. Oraya uçarız.” Beş yaşındaki ben mutluydu. Yedi yaşındaki ben ise rüyalarında mutluydu. Hele de beş yaşındaki ben’i gördüğü zaman daha da mutlu oluyordu. Kırk yaşındaki ben ise artık ne rüya görebiliyordu ne de terası vardı.

“Uçmak çok kolaymış. Belki de küçük ya, içi daha mutsuzlukla dolmadığı için rahatlıkla uçuyordur. Bulutları bile ellerinde hissetmişler. Sen daha buradan bulutları göremezken o bulutları elliyormuş. Hem dayını da görmüşler. Yoksa dayın seni görmeye gelmiyor mu?​” dediğinde kırk yaşındaki ben buzdolabını çoktan açmıştı. Çiçek yeşili haplarla, gök mavisi haplardan aldığında yüzündeki mutluluk beş yaşındaki ben’in mutluluk ifadesiyle aynıydı.

Bir, iki, üç, dört ve beş derken hepsini yuttu. Kendi yatağına geçtiğinde yedi yaşındaki ben kenara kayıp ona yer vermişti. Uykusunun geldiğini hissetti. Dayısı çoktan pilot kıyafetini giymişti. Annesinin “Bu sana küçük geliyor artık.” diye yırtıp sobada yaktığı pilot kıyafeti de dayısının ellerindeydi. O gün o sobanın yedi yaşındaki ben’i üşüttüğü gibi kırk yaşındaki ben’in vücudunu da üşüme kaplamıştı. Kırk yaşındaki ben cüceye doğru bakıyordu:

Cüce, sen ne kadar da beş yaşındaki ben’e benziyorsun. İyi geceler beş yaşındaki ben ya da cüce.

ÖNCEKİ HABER

Çağlayan'da polis terörü

SONRAKİ HABER

Riyakarlık samimiyetsizlik

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa