İki devletli çözüm mü, uluslararası kontrol projesi mi?
New York Konferansı ve “iki devletli çözüm” söylemi, işgalci İsrail’e dokunmadan Filistin’i silahsız, denetimli ve egemenlikten yoksun bir yapıya zorlamayı hedefleyen bir projedir.

Fotoğraf: Mahmoud İssa/AA
Yusuf Ertaş
Başta Fransa olmak üzere bazı ülkelerin Filistin devletini tanımaya hazırlandıklarına ilişkin açıklamaları eşliğinde düzenlenen New York Konferansı, Filistinlilerin haklarını tanıma yönünde bir girişim olarak değil, “Filistinlilerin bugününe ve yarınına dışarıdan müdahale eden, mevcut güç dengeleriyle dayatılan ve adaleti değil kalıcı bir sükuneti hedefleyen bir kontrol projesi” olarak değerlendirildi.
‘İki devletli çözüm’ mümkün mü?
Bugün Gazze’de devam eden işgal ve Batı Şeria’da genişleyen yerleşim durumu dikkate alındığında “iki devletli çözümün” uygulanabilir bir proje olmadığı görüşü oldukça yaygın. Filistin merkezli Maan News yazarı Marwan Emil Tubasi “Eşi benzeri görülmemiş yerleşim genişlemeleri, açık bir apartheid sistemi, kara, hava, deniz ve yeraltı kaynaklarında tam güvenlik hâkimiyeti, sömürgeci istismar ve Filistin kaynaklarının ve parasının sistematik olarak çalınması gibi uygulamalar altında bu ilkenin ne anlamı kalabilir? Gazze kuşatma ve soykırım altındayken, Batı Şeria paramparça edilmişken, Kudüs yutulurken iki devletli çözümden nasıl söz edilebilir” diye soruyor. Tubasi, “işgal tüm bu yok edici, dışlayıcı ve yerleşimci biçimleriyle hiçbir engelle karşılaşmadan devam ettiği sürece, bu tanımalar, sahadaki işgal gerçeğini değiştirmeyen sembolik adımlar olmaya mahkum” diye vurguladı.
Filistin merkezli Al Kuds yazarı Dr. Raed Ebu Bedviye ise “iki devletli çözüm” söyleminin adil bir barış arayışından çok, Filistin gerçekliğine dışarıdan bir “yeniden biçim verme” mühendisliği olarak sunulduğuna işaret ediyor. Ebu Bedviye, devletin “bir hak olarak değil, Filistinlilerin yeni oyunun kurallarına uyması halinde vadedilen koşullu bir ödül” olarak sunulduğuna dikkat çekiyor ve bu süreci “uluslararası denetime açık, silahsız ve şekilsiz bir Filistin inşa etme projesi” olarak değerlendiriyor.
Egemenlik ve geri dönüş hakkı yok
Bu arada, Filistin’in Kurtuluşu İçin Demokratik Cephe’nin, Filistin merkezli El Hürriye gazetesinde yayımlanan açıklamasında, New York Konferansı sonuç bildirgesinde, “Filistin toprakları üzerindeki ulusal egemenlik hakkından ve 1948’den bu yana zorla yerlerinden edilen mültecilerin yurtlarına ve mülklerine geri dönüş hakkından açıkça vazgeçildiğine” dikkat çekildi.
Açıklamada, bildirgede, Batı Şeria’daki yerleşimlerin “meşruiyetinin” zımnen kabul edildiğine, direnişin “terör” olarak tanımlandığına ve “kurulması öngörülen Filistin devletinin” silahsız olması koşulunun dayatıldığına işaret edildi. Demokratik Cephe, bildirgenin, Filistin tarafına çok sayıda ön koşul dayatmasına karşın İsrail’e yönelik hiçbir yaptırım veya geri adım çağrısında bulunmadığına vurgu yaptı. Açıklamada, Fransa’nın Filistin devletini tanıma kararı, İngiltere’nin benzer yönde verdiği koşullu vaatler ve yaklaşık 15 ülkenin BM Genel Kurulu'nda Filistin’i tanıyacaklarını açıklamalarının önemli olduğu belirtildi ancak “Bu tanımalar, İsrail’e uluslararası hukuka ve insan hakları hukukuna uyması yönünde ciddi baskılarla desteklenmezse, sahada gerçek ve anlamlı bir değişim olmayacaktır” denildi.
İki devletli çözüm adına Filistin’e zorla biçim verme girişimi
Dr. Raed Ebu Bedviye
Al Kuds/Filistin
İsrail’in Gazze’ye yönelik savaşı Ekim 2023'ten bu yana devam ederken, saldırı sonrası süreci şekillendirmek için uluslararası ve bölgesel çabalar yoğunlaşıyor. Bu bağlamda, ifade edilen “iki devletli çözüm” söylemi, tarihsel çatışmaya adil bir çözüm olarak değil, Filistin gerçekliğini tüm bileşenleriyle yeniden şekillendirmek için kapsamlı bir yeniden yapılandırma planı olarak geri döndü. Bu geri dönüş masum değil ve işgal altındaki bir halkın haklarına uluslararası bir yanıt bağlamında da ortaya çıkmıyor. Aksine, ulusal iradenin dışında formüle edilmiş bir vizyona göre, Filistinlileri siyasi, güvenlik, ekonomik ve kültürel olarak kontrol altına almak için bir araç olarak kullanılıyor.
Bugün “iki devletli çözüm” konferansı çerçevesinde sunulan öneriler, ne uluslararası meşruiyet kararlarına ne de devredilemez tarihsel haklara dayanıyor. Aksine, Filistin devletinin tanınmasını, Filistin yönetiminin davranış ve söylemlerinde derin iç dönüşümlerle ilişkilendiren, sınırlı ve koşullu bir anlayışa dayanıyor. Burada devlet, bir hak olarak değil, Filistinlilerin yeni oyunun kurallarına – İsrail’i tanıma, direnişten vazgeçme, siyasi sistemlerini uluslararası denetim altında yeniden yapılandırma – uyması halinde vadedilen koşullu bir ödül olarak sunuluyor.
Bu çerçevede, gündeme getirilen konferans, Filistinliyi bir müzakere ortağı olarak değil, denetlenmesi gereken bir nesne olarak gören karmaşık bir mühendislik süreci gibi görünüyor. Öncelikle, Filistin yönetiminin ulusal özünden arındırılmış, işgale karşı silahlı mücadeleyi reddeden ve Oslo sürecini reddeden siyasi güçleri dışlayan idari bir yapıya dönüştürülmesi hedefleniyor. İkinci olarak, Gazze’deki güvenlik meselesinin İsrail’in kabul ettiği “tarafsız” bir yapıya devri öngörülüyor; bu da “meşru silahın” birleştirilmesini ve direnişin terör olarak kriminalize edilmesini içeriyor. Üçüncüsü, Gazze’nin yeniden inşası, Filistinlilerin siyasi ve güvenlik koşullarına ne ölçüde uyum sağladığına bağlanarak, insani bir hak olan yeniden imar süreci bir siyasi şantaj aracına dönüştürülüyor. Dördüncüsü ise Filistin mücadelesinin özünü silmeye çalışan yeni bir anlatının dayatılması hedefleniyor. Bu anlatı, 7 Ekim operasyonunu “katliam” olarak tanımlamakla başlıyor; ardından Filistin müfredatının değiştirilmesi, şehit ve esir ailelerine verilen desteklerin kaldırılması ve “uyumlu, direnmeyen, uluslararası denetime açık” yeni bir Filistinli tipi inşasına uzanıyor.
Buradaki tehlike yalnızca devlet kavramının küçültülüp, egemenlikten yoksun ve sert güvenlik ile mali denetimlere tabi bir yapıya indirgenmesinde değil; aynı zamanda özgürleşme vizyonunun devre dışı bırakılıp, bunu bir “kalkınma” vizyonu ile değiştirme girişimindedir. Bu kalkınma vizyonu, Filistinlilere ekonomik ilerlemenin özgürlük eksikliğinin telafisi olabileceği yanılsamasını sunmaktadır. Daha da kötüsü, bu konferans projesi, Batı Şeria’daki İsrail işgalinin ve genişleyen yerleşim faaliyetlerinin artan iştahını tamamen göz ardı etmektedir. İsrail, Kudüs’ün Yahudileştirilmesi, demografik ve coğrafi gerçekliklerin değiştirilmesi ve böylece bağımsız, egemen ve birbirine bağlı bir Filistin devletinin ortaya çıkmasını fiilen imkansız hale getirme yönünde zamanla yarışmaktadır.
Bugün sunulan şey, bir çatışmanın çözümü değil, silah, siyaset ve uluslararası destekle dayatılan yeni bir gerçekliktir. Bu bağlamda “Filistin devleti” söylemi, aslında kapsamlı bir denetim projesinin örtüsüdür: Filistin ulusal kimliğinin parçalanması, toplumsal hafızanın silinmesi ve Filistinlilerin tarihsel ve mücadeleci anlatılarından koparılmış yeni bir neslin yaratılması hedeflenmektedir. Bu proje, direniş güçlerini siyasi yapının bir parçası olarak tanımadığı gibi, Filistin Kurtuluş Örgütü’nü de kapsayıcı bir temsil çerçevesi olarak görmemekte; bağışçıların koşullarıyla uyumlu, kırılgan ve şekilsiz bir siyasi yapı inşa etmeyi hedeflemektedir.
İki devletli çözüm konferansında gündeme getirilen bu proje, esasen Filistinlinin tarihini ve taleplerini değil; kimliğini ve varlık biçimini yeniden tanımlama girişimidir. Bu, Filistinlilerin bugününe ve yarınına dışarıdan müdahale eden, mevcut güç dengeleriyle dayatılan ve adaleti değil kalıcı bir sükuneti hedefleyen bir kontrol projesidir. Bu nedenle, bu konferansa siyasi bir fırsat olarak değil, stratejik bir uyarı olarak yaklaşmak gerekir. İşgalin dayattığı koşullarla sınırlı çözümleri reddeden, ulusal değer ve onuru yeniden merkeze alan birleşik bir Filistin tutumu inşa etmek her zamankinden daha zorunlu hale gelmiştir.
Filistin’in egemenliği ve dönüş hakkı yok sayıldı
El Hürriye/Filistin
Filistin’in Kurtuluşu İçin Demokratik Cephe tarafından yapılan açıklamada, “New York Bildirgesi’nin içeriği gözden geçirildiğinde, bildirgenin Filistin toprakları üzerindeki ulusal egemenlik hakkımızdan ve 1948’den bu yana zorla yerlerinden edilen mültecilerin yurtlarına ve mülklerine geri dönüş hakkından açıkça vazgeçtiği görülmektedir” denildi.
Demokratik Cephe, bildirgedeki şu sorunlu noktalara dikkat çekti:
- Bildirge, 4 Haziran 1967 sınırlarını doğrudan kabul etmek yerine, “1967 sınırları temelinde güvenli ve tanınmış sınırlar” gibi muğlak bir ifadeye yer verdi.
- İsrail’in Batı Şeria’dan çekilmesi ve yasa dışı yerleşimlerin kaldırılması yönündeki ilkeyi terk ederek, “iyi yerleşimci” ve “kötü yerleşimci” ayrımı yaptı. Bu da Batı Şeria’daki yerleşimlerin meşruiyetini ve kalıcılığını zımnen kabul etmek anlamına geliyor.
- Filistin halkının meşru ulusal haklarını savunmak için her türlü direniş biçimini kullanma hakkını tanımadı; direnişi Amerikan kriterlerine göre “terör” olarak tanımladı. Bu yaklaşım, mazlum halkların kendilerini meşru yollarla savunma hakkını güvence altına alan uluslararası meşruiyeti ihlal etmektedir.
- Kurulması öngörülen Filistin devletine egemenlik hakkı tanınmadı. Devletin silahsız olması şart koşulurken, halkı yerleşimciler ve saldırgan güçlerden koruyacak hiçbir güvenlik garantisi sunulmadı.
- Direnişin silahsızlandırılması talep edildi. Oysa faşist İsrail devleti hala Batı Şeria ve Kudüs’ü işgal altında tutmakta, yerleşimleri genişletmekte, toprak ilhakı yapmakta, Filistinlileri göçe zorlamakta, evlerini ve kurumlarını yıkmakta, tarım arazilerine ve hayvanlarına el koymakta, Gazze Şeridi’ni yerle bir etmekte, halkını katletmekte ve sürgün etmeye çalışmaktadır.
- Bildirge, Filistin tarafına çok sayıda ön koşul dayatırken, İsrail’e karşı herhangi bir koşul ileri sürmemektedir.
- Filistin iç işlerine açık bir müdahale anlamı taşıyan şekilde, Filistin Ulusal Konseyi seçimlerine dair, Filistinli ulusal güçler arasında hâlâ tartışmalı ve müzakere konusu olan Filistin yönetiminin şartlarını benimsedi. Bu yaklaşım, ulusal diyaloğa saygısızlık olarak değerlendirilmekte; aynı zamanda Filistin yönetiminin diğer taraflar üzerindeki baskısını artırabilecek bir araç ve Oslo Anlaşması’nın dayattığı sınırlamaların yeniden üstünlük kazanması çabası olarak görülmektedir.
- 1948’den bu yana zorla yerlerinden edilen mültecilerin evlerine ve mülklerine dönüş hakkı, BM’nin 194 sayılı kararında açıkça tanımlanmışken, bildirge bunu “adil ve üzerinde uzlaşılmış bir çözüm” şeklinde muğlaklaştırmıştır. Bu, mültecilerin geleceği konusunda işgalci İsrail’in karar sürecine dahil edilmesi anlamına gelir. Ayrıca bu yaklaşım, Trump döneminden bu yana gündeme gelen başarısız çözüm önerilerini yeniden canlandırma riskini taşımaktadır.
Demokratik Cephe şu uyarıda bulundu:
Fransa’nın Filistin devletini tanıma kararı, İngiltere’nin benzer yönde verdiği koşullu vaatler ve yaklaşık 15 ülkenin BM Genel Kurulu’nda Filistin’i tanıyacaklarını açıklamaları, elbette ki göz ardı edilemeyecek önemli adımlardır. Ancak bu tanımalar, New York bildirgesinin içeriğini değiştirmemekte ve Batı Şeria (Kudüs dahil) ile Gazze’deki fiili durumu ortadan kaldırmamaktadır.
Eğer bu tanımalar, İsrail’e uluslararası hukuka ve insan hakları hukukuna uyması yönünde ciddi baskılarla desteklenmezse, sahada gerçek ve anlamlı bir değişim olmayacaktır.
Bu bağlamda gerekli olan şunlardır:
- İsrail yerleşim faaliyetlerinin derhal durdurulması,
- Toprak ilhakının sona erdirilmesi,
- Filistin halkının 4 Haziran 1967 sınırları temelinde, başkenti Kudüs olan bağımsız ve tam egemen bir devlet kurma hakkının tanınması,
- 1948’den bu yana zorla göç ettirilen mültecilerin evlerine ve mülklerine geri dönüş hakkının kabul edilmesidir.
Bu hedeflerin gerçekleşmesi; İsrail’in tüm işgal altındaki topraklardan çekilmesini, ayrım duvarı ve yasa dışı yerleşimlerin sökülmesini, Uluslararası Adalet Divanı’nın kararlarının uygulanmasını ve işgalin yol açtığı tüm zararlar için tazminat ödenmesini gerektirir.
İki devletli çözüm siyasi bir yalandır
Dr. Fayiz Ebu Şemale
Rai Al Youm
New York Konferansı, Suudi Arabistan ve Fransa’nın himayesinde ve Filistin davasını destekleyen onlarca ülkenin katılımıyla düzenlendi. İsrail ve Amerika ise konferansa katılmadı. Bu durum, birçok İsrailli yetkilinin dile getirdiği siyasi anlamlar taşıyan bir mesaj niteliğindeydi: “Toprağın geleceğini belirleyen şey New York’ta düzenlenen konferanslar değil, sahadaki gerçekliktir.”
Bu, inkar edilemeyecek bir gerçektir. İki devletli çözüme dair uluslararası düzeyde yapılan tüm tanımalar, bir tek İsrail yerleşim birimini yerinden oynatmayacak, bir tek yerleşimciyi evinden çıkarmayacaktır. Zira yerleşimciler Batı Şeria topraklarının yüzde 60’ından fazlasını kontrol altına almış durumda ve Batı Şeria’nın geri kalanında da genişleme çabası içindeler.
Peki, New York Konferansı’na katılanlar hangi iki devletli çözümden bahsediyorlar? Gazze’de ateşkesi dayatamıyor, geçiş kapılarını açamıyor, soykırım savaşını durduramıyorlar. Üstelik siyonist düşman onların çağrılarına kulak asmamışken, nasıl olur da onlardan iki devletli çözümü hayata geçirmeleri beklenir?
İki devletli çözüm, uluslararası siyaset arenasında satılan bir hayaldir; bu hayali satın alanlar ise Araplar ve bazı Filistinlilerdir. Bu konuda Filistinlilerin yaşadığı acı tecrübeleri hatırlarsak bu hayalin gerçek dışılığı daha da belirginleşir.
En sonuncusu 2003 yılında ABD Başkanı George W. Bush’un Arap-İsrail çatışmasına çözüm getirmek ve iki yıl içinde bir Filistin devleti kurmak amacıyla ilan ettiği ‘Yol Haritası’ planıydı. Ancak 2005 yılı geldiğinde Filistin devleti kurulmadığı gibi, Filistinliler için gerçek bir özerklik bile sağlanamamıştı. Aynı şekilde, Oslo Anlaşması’na göre Filistin devletinin kurulması planlanan 1999 yılı da geçti gitti.
İki devletli çözüm, bu konferansın düzenleyicilerinin, İsrail ordusunun direnişi sahada tasfiye etmekte başarısız kalmasının ardından Gazze’ye siyasi yollardan nüfuz etme girişimidir. Bu çözüm artık Filistin direnişinin silahsızlandırılması ve hatta İsrail işgaline karşı direnişin suç sayılması şartına bağlanmış durumda. Karşılığında ise sadece sloganlar ve büyük afişler sunuluyor.
İşgal sürerken iki devletli çözümün anlamı
Marwan Emil Tubasi
Maan News/Filistin
Uluslararası alanda Filistin devletinin tanınmasına yönelik yeniden canlanan girişimler iki devletli çözüm ilkesini yeniden gündeme taşımaktadır. Bu çerçevede düzenlenen New York Konferansı, kimi çevrelerce siyasi bir ufuk ve umut yaratma girişimi olarak sunulurken; ABD ve İsrail’in bu çözüme yönelik açıkça karşı tavır aldığı göz önünde bulundurulduğunda, bazı uluslararası güçler açısından bu tür adımların çatışmayı çözmekten ziyade yönetmek ve zaman kazanmak amacı taşıdığı da söylenebilir.
Ancak göz ardı edilemeyecek temel gerçek şudur: Ciddi bir Filistin–uluslararası toplum diyaloğunun merkezinde yer alması gereken konu, İsrail’in sömürgeci işgalinin sürdüğü, bu işgalin fiili durum olarak dayatıldığı ve halkımıza karşı suçların işlendiği bir ortamda, iki devletli çözüm ilkesinden söz etmenin hiçbir anlamının kalmadığıdır. Bu durum, “Büyük İsrail” vizyonunun hayata geçirilmesi çerçevesinde yürütülen soykırım, etnik temizlik, dışlayıcı yerleşim, ilhak, coğrafi parçalama, aç bırakma ve zorla göç ettirme politikalarının, uluslararası kamuoyunun büyük ölçüde sessizliği eşliğinde sürdürülmesiyle daha da derinleşmektedir.
Filistin devletinin tanınması kuşkusuz önemli bir siyasi ve diplomatik ağırlık taşımaktadır. Ancak işgal tüm bu yok edici, dışlayıcı ve yerleşimci biçimleriyle hiçbir engelle karşılaşmadan devam ettiği sürece, bu tanımalar sahadaki işgal gerçeğini değiştirmeyen sembolik adımlar olmaya mahkumdur.
Eşi benzeri görülmemiş yerleşim genişlemeleri, açık bir apartheid sistemi, kara, hava, deniz ve yeraltı kaynaklarında tam güvenlik hakimiyeti, sömürgeci istismar ve kaynaklarımızın ve paralarımızın sistematik olarak çalınması gibi uygulamalar altında bu ilkenin ne anlamı kalabilir? Gazze kuşatma ve soykırım altındayken, Batı Şeria paramparça edilmişken, Kudüs yutulurken ‘iki devletli çözüm’den nasıl söz edilebilir?
Evrensel'i Takip Et