3 Ağustos 2025 14:22

‘Belgelerle MHP Tarihi’ Kitabının Yazarı Özay Göztepe: "MHP ne barış elçisi ne de antiemperyalist"

Anti-komünist bir aparat olarak kurulan MHP’nin tarihsel rolü, bugün millilik ve antiemperyalizm söylemleriyle meşrulaştırılıyor; Özay Göztepe, kitabında bu propagandayı sorguluyor.

‘Belgelerle MHP Tarihi’ Kitabının Yazarı Özay Göztepe:

Belgelerle MHP tarihi kitabının yazarı Özay Göztepe

Cihan Çelik
[email protected]


Özay Göztepe’nin "Soğuk Savaş Sürecinde (1944-1997) Belgelerle MHP Tarihi" kitabı Sol Kültür Yayınlarından çıktı. Göztepe, ırkçılık Turancılık davasından, NATO subayı ve ‘askeri darbenin kudretli albayı’ Alparslan Türkeş’in sivil siyasete girişine, MHP’nin komünizm tehdidine karşı kuruluşundan, Kanlı 90’ların sonuna kadar yaşananları ve MHP’nin üstlendiği rolü ele alıyor.

NATO’nun siyasi organizyonu olarak kurulan, bugün ise Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin ‘barış elçisi’ olarak nitelendirildiği MHP ideolojik bir dönüşüm yaşadı mı? Antiemperyalizm ve yerli millilik söyleminin bir karşılığı var mı? Kitaba ve güncel gelişmelere dair sorularımızı Özay Göztepe, “Siz Kürt muhalefetiyle barıştan bahsedip, örneğin Türk muhalefetini cezaevine tıkarsanız, doğayla barışacağız deyip hayvan katlederseniz ya da İklim Kanunu adı altında doğayı yağmalayacak bir yasa çıkartırsanız bu barışçıl bir şey olmuyor demektir. Dolayısıyla eğer içeriğinize uygun pratikler konusunda tutarlı olmazsanız buradan barış adına bir şey medet ummak için hayal dünyasında yaşıyor olmanız gerekir. MHP antiemperyalist değil çünkü kuruluşu o saiklerle olmuş bir siyasi hareket değil. Dillerinden “Irmağının Akışına Ölürüm Türkiye’m” şarkısını düşürmezler. Türkiye’deki hangi emperyalist şirketin tekelin uzantısı, ırmaklara HES kurdu da MHP buna tepki gösterdi?​” dedi.

“Belgelerle MHP Tarihi” kitabınızda 1944-1997 yılları arasını ele alıyorsunuz. MHP üzerine neden çalışma yapmak istediniz?

Sanırım günümüzün en önemli meselelerinden birisi kavramların biraz iç içe geçmesi, silikleşmesi, gelişigüzel kullanması diye düşünüyorum. Bugün sadece kavram dünyası karışmadı, değerler dünyası da karıştı. Geçmişte tarihsel rolüne uygun olarak birçok suça karışmış, Türkiye’nin bugününü belirleme konusunda halkın aleyhine çalışmış birçok siyasetçi, (Turgut Özal, Süleyman Demirel, Alparslan Türkeş, Necmettin Erbakan ve benzeri) bugün güzelleniyor. Oysa ülkede mevcut durumu yaşamamızın köşe taşlarını döşeyen siyasetçiler bunlardı. Ben bu saikle yola çıkarak çalışmak istedim.

Bu rahatsızlık sadece ahlaki açıdan değil, siyasi olarak da bir sorun. Çünkü dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi Türkiye’de de merkez siyaset büyük oranda çöktü. AKP’nin en büyük başarılarından birisi de bu merkez siyaseti kendi bünyesinde birleştirmesiydi. Dolayısıyla sadece AKP karşıtlığına indirgenerek yapılan bir siyasi hat var. Bu bizi bir nevi güncel yetmez ama evetçilik durumuna sürüklüyor. Turgut Özal’ın Demirel’in tarihte yaptıklarını çok çabuk unutmuş oluyoruz. Yeter ki Erdoğan gitsin zihniyetiyle davranınca geçmişten bugüne Erdoğan’ı var eden koşulların mimarlarına güzelleme yapmış oluyoruz. Biraz buradan yola çıkarak yazma ihtiyacı hissettim.

"Barış elçisi olduklarına dair bir pratikleri yok"

Devlet Bahçeli’nin DEM Parti’lilerin elini sıkması, Abdullah Öcalan’a umut hakkı açıklaması başlayan süreçte kendisi hakkında “barış elçisi” nitelemesi yapılıyor. Burada da bir kavram karmaşası mı var?

Barış elçisi olabilmek için bir çabanızın ya da pratiğinizin olması gerekiyor. Böyle bir pratik yok. Ben ne Bahçeli’nin ne MHP’nin geçmişte bu role ilişkin bir pratiğini görmedim. “En kötü barış bile” denilerek cümleye başlanıyor bazen ancak en kötü barış bile diyerek genelleştirir, kavramın içeriğini boşaltırsak bu ne gerçeklerle ne de tarihle uyuşmaz. Kendi tarihimizden bakacak olursak Sevr anlaşması da bir barış anlaşmasıydı. Adı üstünde Sevr barış anlaşması olarak geçiyordu ama sonra Kurtuluş Savaşı’yla ülkenin işgale karşı mücadelesi başladı.

Siz Kürt muhalefetiyle barıştan bahsedip, örneğin Türk muhalefetini cezaevine tıkarsanız, doğayla barışacağız deyip hayvan katlederseniz ya da İklim Kanunu adı altında doğayı yağmalayacak bir yasa çıkartırsanız bu barışçıl bir şey olmuyor demektir. Dolayısıyla da eğer içeriğinize uygun pratikler konusunda tutarlı olmazsanız buradan barış adına bir şey medet ummak için hayal dünyasında yaşıyor olmanız gerekir. Bahçeli’nin, MHP’nin bile barış elçisi olarak görüldüğü bir düşünce dünyamız varsa bu gerçek dünyayı kavramamız konusunda bize çok dezavantajlı bir pozisyon sunmuş olur.

Dolayısıyla Kürt sorununun çözümünün en özet ifadesiyle demokratik siyasi çözüm ve barışın yolunun -tüm bu girişimleri desteklemekle, önüne set almamak gerektiğini ifade etmekle birlikte- Türkiye’deki işçi emekçi kesimlerin, tüm toplumsal muhalefet hareketlerinin, toplumsal yapıların birlikte barış için mücadele etmesinden, ortak mücadele etmesinden geçtiğini düşünüyorum.

"NATO eliyle aşama aşama organize edilen bir hareket"

Kitabınıza dolayısıyla MHP’nin nasıl bir parti olduğuna dönersek... Nasıl, neden ve neyin ihtiyacı olarak kuruldu MHP?

İkinci Dünya Savaşı sonrası bir tarafta başını ABD’nin çektiği kapitalist ülkeler, bir tarafta da Sovyetler Birliği’nin olduğu iki kutuplu bir dünya var. Dünyanın yaklaşık üçte birine tekabül eden diğer ülkeler ise sosyalist hareketlerin etkisine çok açık. Bu ülkelerde ya güçlü sosyalist hareketler var ya da bu emperyal ülkelerin boyunduruğu altında kalmış, görece ‘bağımsız’ ülkelerde ulusal kurtuluş hareketleri var. Dolayısıyla savaş sonrası oluşan tabloda kapitalist sistem için en tehlikeli nokta sosyalizmin yayılmasıydı. Bunun önüne geçmek için de ABD Başkanı Truman’ın ismiyle anılan doktrin geliştirildi. Amacı hem dış yardımlarla hem de askeri yardımlarla Sovyetler Birliği’ni çevrelemek, onun gelişimini engellemekti. Bunun için de dünyanın üçte birini bulan ülkelerde çeşitli organizasyonlar geliştirilmesi lazımdı. Bu sadece dış yardımlar ve askeri yardımlarla olmuyor. Türkiye gibi oltadaki balık konumuna getirilen ülkeleri NATO’ya dahil ettiler.

NATO kapsamında özel birtakım operasyonlar, organizasyonlar da yapıldı. Bunun en bilineni Türkiye’de resmi olarak Özel Harp Dairesi olarak adlandırılan, bizim kontrgerilla dediğimiz yapılanma oldu. Bu yapılanmanın sivil ayağı olması gerekiyordu. Yerel mahalli önder, bir siyasi güç, bir siyasi parti ihtiyacı var. Siyasi organizasyon olarak Milliyetçi Hareket Partisi, o dönemki adıyla Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi, bir operasyonel militarist yapı olarak da Ülkü Ocakları var. Bu antikomünist siyasi yapının başındaki kişi de ırkçılık Turancılık davasından sonra Amerika’ya piyade okulunda eğitim görmeye gönderilmiş olan Alparslan Türkeş’ti. ABD’de iki yıl eğitim gördükten sonra Türkiye’ye gelip Çankırı Gerilla Okulu (bu bir kontgerilla okulu aslında) komutanı oluyor. Daha sonra NATO Daimi Heyetinin bir üyesi olarak tekrar gönderiliyor. Sonra Almanya’daki Atom Enerjisi Kurumuna gidiyor. Yani MHP aşama aşama yukarıdan aşağı geliştirilen, organize edilen bir hareket.

Antikomünist faaliyeti organize etmek için kurulduysa bugün bu işlevini tamamladığı söylenebilir mi? Bugünkü durumuyla çelişiyor mu?

Sorunuza hayır diye yanıt vereceğim. Başta çelişkili gibi gözüküyor. Çünkü antikomünist organizasyon için kurulan bir yapılanma ortada komünizm kalmayınca bir ihtiyaç dışı hale gelmiş oluyor. Bu yüzden de MHP’yi yaratan koşullar ortadan kalkınca MHP’nin de ortadan kalkması gibi bir mantık bizi yanıltabilir. Çünkü ne kapitalist dünyanın tek ihtiyacı sadece antikomünist mücadele ne de böyle bir tehlike bugün kalmamış olabilir. Ancak ileride böyle bir tehlikenin olmayacağının garantisi yok. Dolayısıyla kapitalist sistem için ya da Türkiye egemen sınıfları için yeni tehlikeler olduğunda, örneğin 1990’lı yıllarda ‘bölücülük’ tehdidine karşı operasyonel güç olarak kullanılması hâlâ varlığını sürdürdüğünü ve bugün de çelişmediğini gösteriyor.

"80 darbesi MHP’nin tarihte oynadığı en kritik roldü"

MHP siyasi tarihinde hangi kritik süreçlerde ne rol oynadı?

MHP öncesi dönemden başlarsak 27 Mayıs 1960 askeri darbesinin radyodaki bültenini okuyan kişi o dönemki adlandırmayla darbenin kudretli Albayı Alparslan Türkeş’ti ve başbakanın yardımcısı statüsünde bir görev üstlenmişti. Yine 1963’teki Talat Aydemir ve Fethi Gürcan’a darbe girişiminde kritik bir rol oynadı. Hatta darbenin önderliğini elde edemeyince Türkeş tarafından ihbar edildiğine dair ciddi iddialar da var. Bunun dışında 1968’de gelişen öğrenci gençlik mücadelesini baskı altına almak için kurulan komando kampları ve bu kamplarda yürütülen askeri eğitim, yine bu gelişen sınıflar mücadelesine doğrudan bir müdahaleydi. Bunun gibi birçok müdahale var. Ama sanırım üstlendiği en kritik rol 1974-1980 arası süreçte şekilleniyor. Çünkü bu dönem aynı zamanda sosyalistlerin de en güçlü olduğu, iktidarı almaya en yakın olduğu, dolayısıyla MHP’ye en çok ihtiyaç duyulan dönem. Bu rolünü de başarıyla yerine getirdiğini düşünüyorum. 1979 ve 1980’i MHP açısından bunalım ve tıkanma olarak yorumluyorum. Ancak ona rağmen başarıyla bu süreci tamamladı. MHP çünkü o bunalım ve tıkanma döneminde yaptıklarıyla 12 Eylül askeri darbesine giden sürecin yapı taşlarını döşedi. Maraş Katliamı’ndan bir süre önce askeri sıkıyönetim istediğini sürekli tekrarlıyordu MHP. Darbe ile tüm ülkede sıkıyönetim ilan edildi. Bu yüzden on iki Eylül’ün başarısını ve müdahalesinin gerçekleştirilmesini sağlayan zemini oluşturmak bence MHP’nin tarihte oynadığı en kritik rolüydü.

"Antiemperyalizmi antikapitalizmden bağımsız tarif edemezsiniz"

Yeniden bugüne gelirsek, AKP’nin halk desteğini kaybettiği, muhalefetin baskılandığı bir ortamda süreç ile ilgili komisyon ve anayasa tartışmaları sürüyor. Antiemperyalizm, yerli, millilik propagandası eşliğinde “iç cephe” çağrıları yapıldı. Bahçeli, “Erdoğan cumhurbaşkanı olmalı” dedi. MHP’nin antiemperyalizm, yerlilik ve millilik propagandasına dair değerlendirmeniz ne olur?

MHP antiemperyalist değil çünkü zaten kuruluşu o saiklerle olmuş bir siyasi hareket değil. Dolayısıyla antiemperyalist olması mümkün değil. Dillerinden düşürmedikleri bir şey vardır “Irmağının Akışına Ölürüm Türkiye’m” şarkısı. Türkiye’deki hangi emperyalist şirketin tekelin uzantısı, ırmaklara HES kurdu da MHP buna tepki gösterdi? Kanadalı şirket gelir, altın arar, doğaya zarar verir. Sol, sosyalist görüşteki insanlar buna karşı mücadele eder ya da işte tüm derelere HES kurulur, dereler kurutulur. Oradaki yaşamın alanı, insanların hayatı altüst edilir. Bunu da uluslararası konsorsiyumlar falan yaparlar ama bunların hiçbirisinde yoktur.

Antiemperyalizmi antikapitalizmden bağımsız bir şekilde tarif etmeye kalkınca altı boşalıyor. Yabancı düşmanlığı antiemperyalizm olarak algılanabiliyor. Hatta bu ırkçılığın antiemperyalizm olarak algılanmasına kadar giden bir süreci besleyebiliyor. Dolayısıyla biz kapitalizmden ayrı bir emperyalizm tarif edemezsek antiemperyalizmi de anti kapitalizmden bağımsız düşünemeyiz.

Bu yönüyle MHP Soğuk Savaş sürecinde kurulmuş, emperyal politikalar gereği kurulmuş bir yapı olmanın ötesinde kapitalizmi savunan, toplumcu, kamucu fikirlere karşı çıkan bir siyasi hareket. Dolayısıyla böyle olması zaten mümkün değil.

"Gerçeği tersine çeviren propagandanın kırılmasında umarım katkısı olur"

Dünyada aşırı sağın yükselişi ve genç nesillerin bir bölümünün bu politikaya kazanıldığı bir süreçten geçiyoruz. Bu bağlamda Türkiye’de gözünü AKP iktidarına açmış ve bugün genç olan biri kitabınızı okuduğunuzda ne ile karşılaşacak?

Bu alana çok vakıf olmayan bir iki arkadaşımın kitabı okuduktan sonra yaptıkları yorumdan yola çıkarak cevap vereyim. Gerçekten şöyle bir algı var; antiemperyalist olma, ülkeyi sevme, vatanı savunma gibi bir algı ile yeni nesiller gerçekten milliyetçi ve ülkücü görüşten etkileniyorlar. Orada bir eksen kayması var. Bu Marx’ın ‘Sermaye kendi çıkarını ulusun çıkarı gibi sunar’ tespitine benziyor. MHP bu konuda çok başarılı hamleler yaptı. Yani gerçekte bu ülkenin değerlerini, zenginliklerini savunan her zaman sol olmuştur ama savunuyormuş gibi siyasi argüman kuran ve bundan beslenen de sağ olmuştur. Dolayısıyla sorunuz o açıdan kritik. Bu kitap da bu algıyı biraz yıkma amacı güdüyor.

Kitabı okuyan pek çok kişi ‘Bunları ilk kez görüyorum’ dedi. Kuruluşundan itibaren ismi de dahil olmak üzere -ki savcılık iddianamesinde de geçer, İspanya’daki bir ırkçı hareketin faşist hareketinin Türkçeye çevirisidir- gelişimine kadar bütünüyle dış kaynaklı olan bir hareketin kendini yerli ve milli olarak sunabilmesinin öyküsü aslında.

Ben bunlarla yüzleşildiğinde, bunlara vakıf olunduğunda bu sanal propagandanın, gerçeği bütünüyle tersine çeviren propagandanın kırılması konusunda bir adım olacağını düşünüyorum. Kitapla ilgili en büyük umudum da o. Yeni nesillerin ya bu iş böyle değilmiş, aslında arka planda şöyle şeyler varmış diyebilmesi, umarım bunu söylemesi konusunda bir katkım olmuştur.

Evrensel'i Takip Et