Her şeyi yarım bırakanların manifestosu
Gördünüz mü? Sıcak havada içilen ılık su gibi kapitalizm.

İlayda Beka KAMIŞ
İstanbul Üniversitesi
Yine başka bir işimi tamamlamak istemediğim için yarım bırakarak bu yazıyı yazmaya koyuldum. Muhtemelen en son tamamlanmış işim doğum sertifikamdı. Ancak bunun bana özgü bir durum olmadığını biliyorum. Kimin suçu her şeyi sürekli yarım bırakıyor oluşumuz? Anne-baba ilişkisinin mi, bizim mi, yaz ayının mı, eğitimin mi, yoksa her şeyin arkasında sessizce pusuda bekleyen kapitalizmin mi?
Hani başlamak bitirmenin yarısıydı? Başlamak bu kadar ilgi çekiciyken devam etmek ne ara seçilen bir meziyet haline geldi? Bir iddia var ortalarda, adı: mükemmeliyetçilik. Tamamen zırva. Madem herkes bu kadar mükemmeliyetçi olduğu için işleri yarım bırakıyor neden bu insanların yarım bırakmadıkları işler mükemmel olmuyor (Şu ana dek bu yazıyı yazdığım kısmı beğenmediğim için yarım bırakmayı düşündüm, o ayrı.)
Kim bu işlerini mükemmel yapan insanlar?
Bu konuda aklıma asıl takılan şey insanın yarım bırakırken heyecanının mı yoksa sabrının mı bittiği oluyor. İşi bitirdiğinde işi sabitlemiş olmuyorsun neticede, ya değişmek veya değiştirmek istersek? Bir şeyi bitirmek dahi tam olarak onu bitirmek olmuyor o halde.
Yarım bırakılan mailler, mesajlar, kitaplar, hobiler, okullar, diziler, filmler, ilişkiler, hayatlar… Belki de kendimize açık kapı bırakıyoruzdur. Belki geri dönerim, belki tekrar isterim, belki, kendime zamana karşın isteyip istememe alanı bırakıyorumdur. Hem de başka biri olma fırsatı tanıyarak. Hem de bir daha bir kimse olmayarak.
Kişiliğimi veya hayatımı beğenmiyor, değiştirmek amacıyla işlerimi tamamlamama fırsatı tanıyorumdur.
Başlanılıp susulan konuşmalar bunun neresinde peki? Karşıdakinin önemini bu kadar artırdıysak nasıl insanların artık bu kadar umursamaz olduğu sonucuna varıyoruz? Soruyu şöyle de sormakta önem görüyorum: Başlanılıp susulan mı daha fazla anlam atfeder kendisine yoksa saatlerce ifade eden mi?
Başarıyı yahut anlamı bitirmek ile özdeşleştirmemek gereklidir. Her şeyin bir sonu olmak zorunda değil. Diplomayı almamanın kimseyi cahil kılmadığı gibi diplomayı alanın da alim olmadığı aşikardır. Aşkların en tutkulusunun sonsuza dek süren olmadığı, hayatta olmak istediğin insan olamadığın için bahane olarak yarım bıraktığın hobini orada tutmayı, orada iyi olamayacağını öğrenmemek iyi olmalı; birinin mesajına dönmeme lüksünü edinmek sürekli polis odasında gibi hissettirmiyordur. Kimsenin hayır diyemediği dünyada sessizce kendi kabuğuna çekilmek kimseyi kırmıyordur.
Öyleyse bizden tam olanı isteyen yere uzanalım: Sisteme.
Sistem dediğimiz şey, bir başarı fabrikası gibi çalışıyor. Her birey bir ürün, her ürünün bir raf ömrü, her rafın bir hedefi var. Yeterince erken kalk, yeterince üret, yeterince tüket. Ama asla tam anlamıyla yetme. Çünkü sistem, seni hep eksik hissettirerek ayakta kalıyor. Ne zaman “oldum” desen, daha iyisiyle karşılaştırıyor. Bitirdiğin her şey bir sonraki görevin önsözü haline geliyor. Bu yüzden sistem, hiçbir şeyi gerçekten tamamlamana izin vermiyor. Çünkü tamamlanan şey, satılamıyor.
Gördünüz mü? Sıcak havada içilen ılık su gibi kapitalizm.
Kapitalizm, seni bir proje haline getiriyor. Her gününü “verimli” geçirmen, her hobini bir beceriye, her fikrini bir içeriğe dönüştürmen bekleniyor. Hayatının pazarlanabilir olması isteniyor. Yarım bıraktığın şeyler sistemin çarkında bozulmuş ürün muamelesi görüyor. Ama belki de en bozulmamış hâlin orada gizli. Bitirmeyen, hızlanmayan, yarışmayan hâlin… Çünkü sistem hızla gidenleri ödüllendiriyor. Çoğu zaman nereye gittiklerini bilmeyen hızlı koşu atlarını… Herkes bir yerlere varmak için koşuyor ama kimse gerçekten durup nefes almıyor. Aksine nefes aldığını gördükleri kişiye karşı bir öfke beliriyor. Ayna öfkesi. Yani, başkasında kendini görmenin yabancılaşmış öfkesi.
Sistem seni özerk olmayan bir şeye dönüştürmeye çalışıyor: dakik çalışan, planlı tatile çıkan, asla soru sormayan, her şeyi bilen ama hiçbir şeyi merak etmeyen biri. Her yanını pürüzsüzleştirip seni özgeçmişine indirgiyor. “Bitir ki gösterebilelim”, “göster ki işe yarasın” diyorlar. Oysa gösterilmeye değmeyen, kimseye kanıtlanmayan şeyler de vardır. Sessizliğin, vazgeçişin, yarım kalmanın da bir estetiği vardır. Yarım kalanı kusur sanan sistem, seni bitmiş ve satılabilir hale getirmek istiyor. Bütün olmak zorunda değilsin. Yarım yamalak kalmaktan korkmayarak en güzel tamamlanışı yaşayabilirsin.
Yarım bırakmak bir sorun veya suç değil. Hayatında ilk kez 50 yaşında deniz gören anne babalar ve onların çocukları için hiç değil. *İster buna anarşizm diyelim, ister isyankarlık: tembellik hakkımın değersiz görülmesine karşı durmalıyız. Bu, yarım kalan işleri tamamlama çağrısı değil, bu her yer yarımın da kendince bir bütün oluşturduğunun kanıtı. Ve işte bu yüzden-
(Genç Hayat)
Evrensel'i Takip Et