23 Temmuz 2025 16:11

19 Mart’a bir bakış: Taşra üniversiteleri deneyimi

Taşrada düşünen, sorgulayan, ezberleri reddeden öğrenciler çoğu zaman kendilerini “tek başına” hisseder. Ancak bu yalnızlık çoğu zaman örgütsüzlükten kaynaklanan bir görünmezliktir.

19 Mart’a bir bakış: Taşra üniversiteleri deneyimi

Fotoğraf: Freepik

Süleyman Demirel Üniversitesi öğrencisi

Türkiye’nin toplumsal, ekonomik ve siyasal yapısı düşünüldüğünde, taşra üniversiteleri yalnızca akademik kurumlar değil; aynı zamanda dönüşümün, direnişin ve toplumsal bilinçlenmenin sahnesi olabilecek önemli alanlardır. Büyük şehirlerdeki merkez üniversitelerde sol hareketlerin daha köklü bir geçmişe sahip olması doğaldır. Ancak taşra üniversiteleri, sistemin homojenleştirmeye çalıştığı gençliğin en savunmasız kesimine ulaşmak açısından kritik önemdedir.

Taşra, egemen ideolojinin en yoğun şekilde yeniden üretildiği alanlardan biridir. Milli-mukaddesatçı söylemler, geleneksel toplumsal yapılar, yerel otoriteler ve baskılar; burada öğrenci gençliği genellikle apolitik ya da sağ eğilimli bir çizgiye iter. İşte bu nedenle taşrada yürütülen sol faaliyetler sadece düşünsel bir karşı çıkış değil, aynı zamanda bir aydınlanma mücadelesidir. Solun burada kök salması, yalnızca öğrencilerin değil; aynı zamanda yerel halkın, işçilerin, emekçilerin, kadınların, LGBTİ bireylerin ve gençlerin gerçek sorunlarını dile getirecek bir alternatifin filizlenmesi anlamına gelir.

Öfkenin yönü örgütlülüğe bağlıdır

19 Mart eylemleri, Türkiye üniversitelerinde gençliğin adalet, özgürlük ve yaşam hakkı talebiyle sokağa çıktığı önemli bir tarihsel an olarak kayda geçmiştir. Ancak bu eylemlerin bazı taşra üniversitelerinde ve şehirlerinde, sol-sosyalist bir hat üzerinden büyümesi gerekirken, milliyetçi sloganlara, Türklük nidalarına ve devletçi reflekslere evrilmesi; yalnızca katılımcıların politik yönelimiyle açıklanamaz. Bu durumun temel nedenlerinden biri, taşrada süregelen örgütsüzlük halidir. Çünkü örgütsüzlük, politik pusulasızlıktır. Ve pusulasız bir öfkenin hakim ideolojiye yedeklenmesi oldukça kolaydır.

Taşra üniversiteleri, uzun süredir sistemli bir biçimde politik alandan yalıtılmış, gençliğin apolitikleştirildiği, düşünsel üretimin baskı altına alındığı mekânlara dönüştürülmüştür. Bu üniversitelerde sol-sosyalist kurumların örgütsüz olması; gençliğin öfkesini örgütlü bir şekilde yönlendirecek, onu doğru hedeflere kanalize edecek bir mekanizmanın eksikliğini doğurur. Sonuç olarak, spontane gelişen eylemlerde devrimci refleksler değil, mevcut ideolojik kodlar devreye girer. Türkiye’de bu kodların en baskın olanı ise milliyetçiliktir.

19 Mart örneğinde olduğu gibi, taşrada örgütsüz bir gençlik kitlesi öfkesini ifade ederken kolayca “Türküz, Türkçüyüz, Atatürkçüyüz” ya da “Türkiye Türk’tür Türk kalacak” türünden Türklük eksenli söylemlere yönelmiştir. Çünkü taşradaki sol yapılar, bu kitleye devlete karşı emekçilerin, kadınların, halkların, ezilenlerin yanında duran politik bir bilinç kazandıracak güce sahip değildir. Oysa aynı eylemin örgütlü sosyalist yapılarca sürüklendiği şehirlerde; öfke emperyalizme, ataerkiye, devlet şiddetine yönelmiş; “yaşamak istiyoruz”, “adalet istiyoruz”, “barınmak istiyoruz” gibi sınıfsal ve politik içerikli sloganlar öne çıkmıştır. Bu farkın temelinde örgütlülük vardır.

Örgüt sadece yapı değil politik rehberdir

Örgüt; sadece çağrı yapan, afiş asan bir yapı değildir. Örgüt, aynı zamanda öfkeyi sınıf bilinciyle, ezilenlerin talepleriyle, tarihsel devrimci perspektifle buluşturan politik bir rehberdir. Taşrada bu rehberlik eksik kaldığında, devletin ürettiği söylemler “doğal refleks” gibi sunulur ve gençliğin muhalif potansiyeli, sisteme içkin milliyetçi hatta soğurulur. Böylece aslında sisteme karşı biriken öfke, yine sistemin istediği şekli alır.

Bu durum yalnızca bir eylemin biçimini değil, genel mücadele hattını da belirler. Örgütsüz taşra gençliği, gündelik sorunlar karşısında bile çözümü devlette, kimlikte ya da hamasi duygularda aramaya başlar. Oysa örgütlü bir yapı, bu sorunları sistemle ilişkilendirir; kişisel tepkileri politik mücadeleye dönüştürür.

Büyükşehirlerdeki gençliğe düşen sorumluluk

Taşrada örgütlenme sorunu yalnızca o şehirdeki gençlerin değil; tüm örgütlü gençliğin ortak sorunudur. Büyük şehirlerdeki sosyalist gençliğe burada tarihsel bir sorumluluk düşmektedir. Çünkü taşrada mücadele eden gençler; daha izole, daha fazla baskı altında ve yalnız bırakılmış durumdadır. Bu yalnızlığa karşı en temel ihtiyaç somut dayanışmadır. Büyük şehirlerdeki yapılar, taşradaki öznelerle bağ kurmalı, etkinlikleri ortaklaştırmalı, birlikte ses üretmelidir. Bir selamlaşma, ortak afiş, ortak bildiri ya da birlikte düzenlenen bir forum bile bu bağın başlangıcı olabilir. Küçük adımlar, taşrada büyük anlamlar yaratır. Mücadelenin sürekliliği, taşrada kök salacak kadroların yetişmesiyle mümkündür. Bu noktada büyük şehirlerdeki gençlik; yaz kampları, politik eğitim programları, deneyim aktarımı, birlikte yürütülen projelerle taşrada kalıcı kadroların oluşmasına katkı sunabilir. Çünkü taşrada bir kişi, bazen bir kurumun kaderini, hatta bir şehirdeki muhalefetin kaderini belirleyebilir.

Taşrada düşünen, sorgulayan, ezberleri reddeden öğrenciler çoğu zaman kendilerini “tek başına” hisseder. Ancak bu yalnızlık çoğu zaman örgütsüzlükten kaynaklanan bir görünmezliktir. Sizin gibi düşünen başkaları da var. Bunu görmek için birbirinizi bulmanız, tanışmanız ve konuşmanız yeterlidir. Unutmayın: bir üniversitede üç kişiyle başlayan her hareket, zamanla onlarca kişiye dönüşebilir. Taşrada politika yapmak zor olabilir ama aynı zamanda çok daha derin, dönüştürücü ve kalıcıdır. Bizler bu yolu seçtiğimizde, sadece kendimiz için değil, başkaları için de bir umut ve alternatif yaratırız.

Bu nedenle asla şunu unutmayalım: taşrada mücadele etmek, merkezde görünmekten daha radikal bir eylemdir. Ve bu mücadele, birlikte yürüdükçe güçlenir. Bizler yalnızca bugünü değil, yarının daha eşit, özgür ve adil bir ülkesini inşa ediyoruz. Sabırla, kolektif akılla, yoldaşlıkla.

(Genç Hayat)

Evrensel'i Takip Et