23 Temmuz 2025 15:48

Özgür bir yaşam, örgütlülükle, bize hiç olmadığı kadar yakın!

Eşit ve özgür bir yaşam deneyimini kampta birlikte inşa edecek, alanlarımıza döndüğümüzde ise sistemin tüm baskı ve sömürü unsurlarına karşı mücadelemizi daha örgütlü ve sistematik şekilde sürdüreceği

Özgür bir yaşam, örgütlülükle, bize hiç olmadığı kadar yakın!

Görsel: Pixabay

Esmira BEKİR

ODTÜ

19 Mart süreci, Türkiye gençliğinin ülkenin dört bir yanında mücadele rüzgarını estirdiği, yıllardır biriktirdiği öfkeyi alanlara döktüğü, iktidarı yıkma umuduyla korkularını bir kenara bırakıp özgür bir gelecek için mücadeleye atıldığı bir dönemdi. Ancak tarihin her döneminde olduğu gibi, bu öfke patlamasından doğan mücadele rüzgarı da durgunluk sürecine girdi. Bazı kesimler için bu süreç umut kırıcı bir sonla bitti, kimileriyse sadece bir “macera” olarak hatırladı. Kimileri sistemin çeşitli unsurlarına başkaldırmak için katıldığı eylemlerden sonra yine aynı sistemin karanlık kabuğuna geri çekildi. Peki geriye ne kaldı? Kazandığımız mücadele deneyimi hafızamızın uçsuz buçaksız bir köşesine mi gömüldü? Anlık öfke patlamalarından doğan mücadele bizi hakkettiğimiz dünyaya ulaştırır mı? Peki o dünya gerçekten de mümkün mü?

Baskı politikalarına karşı biriken öfkenin sonucu

19 Mart süreci bir hukuksuzluğa başkaldırmanın ötesinde, yıllardır süregelen baskı politikalarına karşı biriken öfkenin dışavurumuydu. “Emekliler yılı” ilan edilen 2024’te, emekli maaşları asgari ücretin altında bırakılarak milyonlarca kişi çalışmaya mahkûm edildi. MESEM’lerle çocuk işçiliği meşrulaştırıldı, fiilen 10 yaşa kadar indirildi. 2025-2028 İstihdam Stratejisiyle göçmenler, kadınlar, yaşlılar ve gençler ucuz, güvencesiz iş gücüne dönüştürüldü. Vahşi kapitalist dönem, güncellenmiş politikalarla yeniden üretildi. OVP ve 12. Kalkınma Planı, halka daha azla yetinmeyi, kemer sıkmayı dayattı. Kamu hizmetlerinin özelleştirilmesiyle en temel ihtiyaçlar bile piyasaya devredildi. Yük, yine emekçinin sırtına bindirildi. Tek adam rejimi, asgari ücreti açlık sınırının altına indirerek halkı yoksulluğa mahkûm etti.

Devlet bütçesi halka değil, savaşlara aktarıldı. Halk “sıra bize gelecek” korkusuyla hizaya getirilmeye çalışıldı, savaş sanayisine ayrılan kaynaklar bu korkuyla meşrulaştırıldı. Emperyalist paylaşım savaşları hız kesmeden arttı. Ortadoğu kar ve rant hırsı doğrultusunda kan gölüne çevrildi. ABD Filistin’i boşaltarak “Ortadoğu’nun Riviera’sı”na çevireceğini ilan etti. Filistin, Lübnan ve Suriye’den sonra İran’a saldıran ABD ve İsrail ikilisi Ortadoğu’da tahakküm kurmanın peşinde. Kapitalizmin yarattığı krizlere karşın yeni kâr ve rant alanları için emperyalistler ve yerli işbirlikçileri işbaşında.

Emek sömürüsünde birleşseler de sermayenin iki kanadını temsil eden TÜSİAD ve MÜSİAD arasındaki çatışmalar arttı. TUSİAD yönetim kurulu üyesinin tutuklanması, sermayenin çeşitli klikleri arasındaki ihtiyaçların farklılaşması sermayedarlar arasındaki iç çelişkilerin büyüdüğünü de açıkça ortaya koydu. TÜSİAD’la çatışmaların artmasına rağmen anayasa tartışmaları sürerken iktidarın TÜSİAD’la temas arayışı, sermaye ve iktidar arasındaki bağı da açıkça gösterdi. Emek toplumsallaşırken, mülkiyet azınlığın elinde toplandı. Türkiye’de servetin %70’i en zengin %10’un kontrolü altında, servetin %42’i ise %1’lik kesimin elinde toplandı. Tarımın çözülmesi, kentlere göçü ve yaygın proleterleşmeyi beraberinde getirdi. İktidar, halkın öfkesini bastırmak için dinci, milliyetçi ve muhafazakâr ideolojilere sarıldı. “Kutsal aile” söylemiyle kadınlara ve LGBTİ’lere yönelik şiddet meşrulaştırıldı. “Aile yılı” bahanesiyle kadınlar ev içine hapsedildi, esnek çalışma modelleriyle ucuz iş gücü haline getirildi. Kapitalizmin çelişkileri derinleşti, toplumun geniş kesimleri sefalet zammıyla, halklar ise savaş tehdidiyle yüz yüze bırakıldı. Hayatın her alanını üreten emekçiler, kendi yaşamları üzerinde söz sahibi olamazken, yaşamları, bir avuç sermayedarın çıkarları doğrultusunda şekillenen politikaların insafına terk edilmiş durumda. Tüm bu süreçler toplumun geniş kesimlerinin mücadele potansiyelinin de büyüdüğüne işaret ediyor.

Halk artık iliklerine kadar çelişkileri hissediyor

Bu tabloya, baskı ve sömürü politikalarına karşı duyulan öfkeyse sokakta, fabrikada, meydanlarda kendini gösteriyor. Halk artık çelişkileri iliklerine kadar hissediyor. Son bir yılda ülkenin dört bir yanında işçi grevleri gerçekleşiyor. 25 Kasım ve 8 Mart alanları, her zamankinden daha coşkulu ve öfkeli geçiyor. Ezilen halkların özgürlük mücadelesi büyüyor. Gençlik kesimleri 19 Mart sürecinde önemli deneyimler kazanarak hukuksuzluğa karşı başkaldırıyor, okullarda mücadeleyi ilerletmek için yeni mekanizmalar kuruyor.

Bugün gençlik kesimleri de baskıların ve sömürü politikalarının birer mağduru. Yaşamları kredi borçları, geleceksizlik kaygısı ve geçim sıkıntısı ile sıkıştırılmış durumda. Bu koşullar altında başka bir dünyanın, eşit ve özgür bir dünyanın mümkün olma ihtimali onlara ütopik, gerçekdışı gelebiliyor. Ancak sistemin derinleşen çelişkileri, bu sistemin yıkılmaya yakın olduğunu da gösteriyor. Kapitalizmin en temel çelişkisi olan emek-sermaye çelişkisinin derinleşmesi, sistemi içeriden sarsarken aynı zamanda kendi yıkıcı unsurlarını da yaratıyor. Kapitalizm kendi tarihsel sonunu çatlaklarında taşıyor. Ama elbette bu çelişkileri tespit etmenin yeterliliğini, kapitalizmin kendi iç dinamikleriyle çöküşe sürüklenebileceğini varsaymak tarihsel mücadele deneyimlerinin gösterdiği gibi bizi pasif ve gereksiz bir beklentiye sürükler. Derinleşen çelişkileri aynı zamanda bir müdahale ve dönüştürme imkânı olarak ele almak gerekiyor. Sarsılan bu düzenin yıkımı ancak örgütlü mücadelede, kolektif bir karşı koyuşta hayat bulabilir. Bugün esas sorulması gereken soru şudur: Bu mücadele hangi safta, nasıl büyütülecek? Bu soruya verilecek yanıt, başka bir dünyanın kapısını aralamaya alan açıyor.

 Kampta özgürlüğe doğru adımı beraber atacağız

19 Mart sürecinde hafızamıza kazınan mücadele, on yıllardır süren mücadelenin birikimiyle ortaya çıkan bir miras olarak, daha da örgütlü bir biçimde şekillenmeyi bekliyor. 1998’den bu yana “Doğaya, yaşama, insanlığa özgürlük” şiarıyla sistemin içinde, sisteme karşı bir haftalık eşit ve özgür bir yaşamı birlikte inşa ettiğimiz Gençlik Yaz Kampı bu mücadeleyi örgütlü yapıya dönüştürmemiz için bize bir olanak sunuyor. Ve bu olanağı da kampın katılımcıları, yani bizler yaratıyoruz. Temizliğinden beslenmesine, eğlencesinden atölyesine kadar kamp yaşamımızla ilgili tüm kararları birlikte alacak, karşılaştığımız sorunlara kolektif çözümler üreteceğiz. Kampı hep birlikte kuracağız ama yalnızca bununla yetinmeyeceğiz. Eşit bir dünyayı nasıl mümkün kılacağımızı tartışacak, üniversiteli, liseli ve işçi gençlik forumlarında sistemi hangi somut talepler etrafında nasıl aşındırabileceğimizi konuşacağız. Deneyimlerimizi paylaşacak, çarkı döndürenlerin ve çarkı durdurabilecek olan işçi sınıfının safında mücadeleyi büyütmenin yollarını atölyelerde hep birlikte arayacağız. Bu sene, her zamankinden daha deneyimli olarak 19 Mart deneyimine de sırtımızı dayayarak Gençlik Yaz Kampı’na gideceğiz. Gençlik Yaz Kampı’nda yarınımızı bugünden inşa edecek, özgürlüğe doğru adımlarımızı birlikte atacağız. Eşit ve özgür bir yaşam deneyimini kampta birlikte inşa edecek, alanlarımıza döndüğümüzde ise sistemin tüm baskı ve sömürü unsurlarına karşı mücadelemizi daha örgütlü ve sistematik şekilde sürdüreceğiz. Özgürlük, bize hiç olmadığı kadar yakın.

(Evrensel)

Evrensel'i Takip Et