Türkiye’de arkeolog olmak ne anlama geliyor?
Bu düzende “biz size kazı öğretiyoruz” sözü, aslında şunu anlatıyor: “Biz size nasıl susulacağını, nasıl boyun eğileceğini, nasıl sorgulanmadan çalışılacağını öğretiyoruz.”

Fotoğraf: ÖAW-ÖAI/Marc Händel
Akdeniz Üniversitesi Arkeoloji mezunu
Türkiye’de arkeoloji öğrencisi olmak, yalnızca bilimsel bir alan seçmek değil; aynı zamanda yapısal adaletsizlik, cinsiyet eşitsizliği, emek sömürüsü ve suskunlukla örülü bir düzende ayakta kalmaya çalışmak demektir. Bu sistemin içine bir kez girildi mi, susmayanın dışlandığı, dayanışmanın bastırıldığı, emeğin karşılık bulmadığı bir çark dönmeye başlar.
Her yaz, binlerce arkeoloji öğrencisi “gönüllü” olarak kazılara katılır. Ancak bu gönüllülüğün gerçekte ne olduğunu alanda olan herkes çok iyi bilir: sabahın beşinde kalkıp akşama kadar kazma kürek yapmak, öğlen sıcağında toprak taşımak, kayıt tutmak, çizim yapmak... Ücretsiz, sigortasız, güvencesiz.
Staj zorunluluğu yıllar önce kaldırıldı. Ancak sistem değişmedi. Hocalar ve kazı başkanları, bu gönüllü çalışmayı hâlâ “size iş öğretiyoruz” diyerek bir lütuf gibi sunuyor. Oysaki öğrenciye bırakın iş öğretmeyi, çoğu zaman ne düzgün yemek, ne yaşanabilir bir konaklama, ne de insani koşullar sağlanıyor. Bu gönüllülük, gerçek anlamda bir emek sömürüsüne dönüşmüş durumda. Sadece akademik hiyerarşiye boyun eğmek zorunda bırakılan öğrenciler için değil; mezun olmuş, deneyimli ama hâlâ güvencesiz şekilde çalışan genç arkeologlar için de durum aynı.
Arkeolojik çalışma yalnızca toprak kazmak değildir. Sabah kazı alanında kazma kürekle çalışan arkeolog, akşam saatlerinde çizim yapar, katalog hazırlar, dijital sistemlere veri girer, fotoğraf arşivini düzenler, envanter fişlerini oluşturur. Bu alan; hem fiziksel hem de zihinsel emeğin iç içe geçtiği, çok yönlü ve yüksek sorumluluk içeren bir meslektir.
Ancak ne yazık ki, kazma kürekle yapılan ağır bedensel işler “çalışmak” olarak yüceltilirken, diğer uzmanlık gerektiren işler değersizleştiriliyor. Fiziksel güce dayalı işler öne çıkarılırken, çizim, belgeleme, envanter gibi işler “yardım” ya da “ikincil” faaliyetler gibi görülüyor. Oysa bu alanların hiçbiri birbirinden daha az değerli değildir. Bu ayrım, emeği bütünlüklü değil, hiyerarşik bir bakışla değerlendiren yapının ta kendisidir.
Kazı evlerinde kadın olmak
Kazı evleri çoğu zaman şehirlerden uzakta, kırsal ve izole bölgelerde bulunur. Bu coğrafi yalnızlık kadın arkeologlar için sadece fiziksel değil, psikolojik olarak da ciddi riskler taşır. Taciz vakaları “bir söylenti” gibi konuşulsa da gerçekte herkesin bildiği ama kimsenin açıkça konuşamadığı bir gerçektir. Kazı ekibinden bazı erkeklerin, kadın öğrencilere yönelik rahatsız edici davranışları bazen dokunma, bazen sözlü “samimiyet”, bazen ise doğrudan duygusal manipülasyon şeklinde kendini gösterir. Bu tacizlere maruz kalan pek çok kadın, yaşadıklarını sadece arkadaşlarına fısıldayabilir. Çünkü resmi olarak bir adım attığında, “uyum sağlayamayan”, “fazla hassas”, “kendi sorununu çözemeyen” olarak etiketlenir.
Böyle bir ortamda bir arkadaşımın yaşadığı şu olay sistemin nasıl işlediğini açıkça gösteriyor: Bir erkek hoca, onun rızası olmadan sürekli dokunuyor, “yakınlık” kuruyordu. Bir gün ona neden bu duruma ses çıkarmadığını sordum. Cevabı şuydu: “Farkındayım. Ne yaptığının da, neden yaptığının da. Ama işime yarayacak.”
Bu cevap, bireysel bir “taviz” değil; genç ve güvencesiz kadına dayatılan suskunluk biçimidir. Çünkü o arkadaşım da biliyordu ki güvencesizliğin, sınıf atlamanın ya da en azından ayakta kalmanın bedeli, kişisel haklarından ödün vermek zorunda kalmaktır.
Bu sistemde emeğini satan bir işçinin, iktidar sahibi karşısında “seçenekleri” çok sınırlıdır. Bu nedenle mesele sadece taciz edenin davranışı değil; emeğin sömürüsü ve sınıfsal eşitsizliğin iktidar ilişkilerinin bir parçası olarak görünür kılınmasıdır. Bu durum, arkeoloji alanında çalışan tüm kadınlar için geçerlidir; yalnızca bu özel olayın ötesindedir.
Arkeolog mezun olur ama işsiz kalır
Mezun olduktan sonra arkeolog olmak ne yazık ki sadece diploma almakla olmuyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın kazılara ayırdığı bütçeler doğrultusunda kazı başkanları arkeolog seçiyor. Ancak bu seçimlerde liyakat çoğu zaman belirleyici değil. Arkeologların alınması ya da alınmaması, kazı başkanının kişisel tercihine, yakın ilişkilerine ya da cinsiyet algısına göre değişiyor.
Daha kötüsü şu: Kadroya girme, müzeye atanma, üniversiteye kabul edilme gibi alanlarda da sistemik bir belirsizlik hâkim. Genç arkeologlar için istikrar yok, güvence yok. Sadece bir sonraki sezonda “çağrılma umudu” var.
Küçük krallıklar: Kazılar bilimsel alan değil, iktidar mekânı
Kazılar ne yazık ki birçok yerde bilimsel araştırma alanları olmaktan çıkmış durumda. Bunun yerine, birkaç kişinin yönettiği küçük iktidar alanlarına dönüşmüş haldeler. Kazı başkanları, başkan yardımcıları, uzman ekipler kendi düzenlerini kuruyor, kuralları belirliyor. Yeni gelen gençlerin ses çıkarma, kendini ifade etme, eleştirme hakkı yok. O alanlara adım atan gençler “itaat ederse” belki bir sezon daha yer bulabiliyor.
Bu düzende “biz size kazı öğretiyoruz” sözü, aslında şunu anlatıyor: “Biz size nasıl susulacağını, nasıl boyun eğileceğini, nasıl sorgulanmadan çalışılacağını öğretiyoruz.” Biz genç arkeologlar bu sessizliğe razı değiliz. Çünkü arkeoloji yalnızca antik dönemleri araştırmak, toprak altındaki geçmişi açığa çıkarmak değil; aynı zamanda bugünün yapısal eşitsizliklerini, baskılarını ve adaletsizliklerini de sorgulama cesaretidir.
Emek, sadakate değil liyakate göre değer görmelidir. Gönüllülük adı altında sömürüye son verilmelidir. Genç arkeologlar olarak bu yapıyı teşhir ediyor, dayanışmayı büyütüyoruz. Çünkü biliyoruz ki bu düzen, ancak birlikte değiştirilir. Şimdi, tüm arkadaşlarımızı bu mücadeleye ses vermeye çağırıyoruz.
(Genç Hayat)
Evrensel'i Takip Et