17 Nisan 2025 01:27

Sınıf kavramı ve sınıf üzerine farklı perspektifler

Marx, sınıf tanımını insan emeği ve bilinç arasındaki karşılıklı etkileşimi koşullayan üretim ilişkilerinde alınan pozisyon, yani mülkiyet ilişkileri üzerinden tanımlar.

Sınıf kavramı ve sınıf üzerine farklı perspektifler

Görsel: Evrensel

Berzan BAYHAN

İstanbul

Felsefenin resmi olarak başladığı milattan önce 7. yüzyıldan bu yana tüm fikirlerde sınıflı toplumların izlerini görürüz. Ya fikrin gerçekten içeriğine işlemiş görünen ya da yalnızca biçimsel olarak var olan, ancak bir şekilde her düşünceye işlemiş toplumsal bir gerçeklik olarak sınıfsallık ortadadır. Bu durum bizatihi “sınıf”ın, yani üretimin bir toplumun örgütlenmesinin merkezinde yer almasıyla ilgilidir. Marx tarafından (ilkel komünal toplum hariç) toplumlar tarihi, sınıf savaşımlarının tarihiyle eş görülür.

Burada insana özgü olan en temel olgunun, yani emeğin, toplumsal örgütlenmesine dönmekte fayda var. Marx, emeğin nasıl örgütlendiğini sınıflı toplumların bilinç-madde arasındaki ilişkisinde, insan-doğa-toplum ilişkisinde sürekli bir uğrak ve temel olarak görür. Sınıflar sadece toplumsal bir “tabakalaşmayı” değil toplumun iktisadi, sosyal, siyasal, ideolojik ilişki ve görünümlerini analiz etmek için temel bir unsur haline gelir.[1] Marx’ın durduğu devrimci konum, onun sınıfları yalnızca bir analiz aracı ve yorumlarının temeli olarak değil; bir değişim noktası, devrimlerin temel zemini olarak görmesini sağlar. Marx’ın sınıf kavramı üzerine çalışmalarını anlamak için, onun Diyalektik-Tarihsel Materyalist perspektifini ve üretimin örgütlenme biçimi üzerinden yola çıktığı “sınıf savaşımları tarihi” anlatısının üretici sınıfın tarihsel devrimci rolüne varan yolunu takip etmek gerekir. Marx’ın perspektifi, insan-doğa-toplum arasındaki bağı insan emeği ve bilinç yordamıyla gelişen üretime dayalı karşılıklılık ilişkisine dayandırır. Bu ilişki birey özelinde insan bilinci ve maddi varlık arasında, bilincin maddi üretimin koşulları içerisinde oluşumunu ve üretim koşullarının gelişimine denk düşen karşılıklı gelişimini içerir.

Bu bilinç biçiminin çıktılarını ise toplumsal bilinç ve toplumsal varlık arasındaki ilişkide gözlemleriz. Değiştirici olan, bilinç-emek ilişkisinin örgütlendiği üretimin hem temeli hem de durmadan ilerleyen ve değişen öznesi olmasıdır. Dünyayı yorumlamakla yetinilemeyeceğini, onu değiştirmek gerektiğini öneren ünlü "11. Tez” Marx’ın tarihte sınıfın rolüne ilişkin saptamalarının devrimci bir sonucudur. * Üretimin örgütlenmesi üzerine kurulu sınıf kavrayışı Marx’tan önceye dayanır, ancak Marx’a kadar kimse toplumlar tarihinin sınıf savaşımları tarihiyle eş olduğu, insan-doğa-toplum ilişkisinde bilincin emeğin örgütlenmesi temelindeki değiştirici toplumsal rolünün diyalektik (diyalog-karşılıklı) analizini yapmamış, kapitalizmin (her özel mülkiyete dayalı üretim sistemi gibi) kaçınılmaz olarak işçi sınıfı tarafından tarihten sökülüp atılacağını saptayamamıştır.

Weber’in sınıf anlayışının bir ürünü olarak “orta sınıf”

Sınıflara dair tartışmalar Marx’tan sonra da devam etti elbet. 19. yüzyılın sonlarında sınıf konusunda en büyük etkiye sahip isimlerden biri Max Weber oldu. Weber’in sınıf analizi Marx’tan farklı olarak toplumu oluşturan bireylerin “yaşam fırsatları”na ulaşılabilirliği üzerine kurgulanır. Sınıf kavrayışının temelinde üretimdeki pozisyon değil alım gücü ve tüketim yer alır. Weber bunu “sınıfsal durum malların tedarik edilmesi, yaşamda bir konum elde etme ve iç tatmini bulma yolunda tipik ortak olasılığa işaret eder” [2] şeklinde ifade eder. Bu da şu anlama gelir: Toplumsal yapıda ortaya çıkan her yeni hizmet sektörü yeni bir sınıfsal çeşitlilik doğurabilir.

Bunu Weber’in toplumsal sınıfları ayırt ederken önce üretim araçlarına sahip olanlar ve olmayanlar şeklinde, ardından bunlar içerisinde mülkiyetin çeşidine ve üretilen hizmetin çeşidine göre dörde ayırmasında net bir şekilde gözlemleyebiliriz. Weber bu grupları “hâkim girişimci ve varlıklı” gruplar, küçük burjuvazi, resmi kimlikli işçiler (orta sınıf) ve tek varlığı emek güçleri olan işçi sınıfı olarak isimlendirir. [2] Bu gruplarla ilgili en temel tartışma özellikle üniversitelerde işçi sınıfı ve resmi kimlikli işçilerden oluşan orta sınıf arasındaki ayrım üzerinde yoğunlaşır. Weber’in burada kullandığı kategorizasyonun en büyük belirsizliği, üretimdeki pozisyonları dışarıda tutularak isimlendirdiği “orta sınıf”ın gittikçe proleterleşmesidir. Üretilen hizmetin biçimi değişse dahi mevcut üretim ilişkilerini dışarıda bırakan bu perspektif, çeşitliliğe vurgu yapsa da gerçekçi değildir. Bu durum Weber’in sınıf kavrayışı içerisinde açıkça bir sınıf çatışmasının olmayışında dolayısıyla sınıfların karşılıklı ilişkilerinin nasıl değiştiğine dair bir saptamanın yokluğuyla daha da pekişmektedir.

Yerine konan önermenin yanlışlığı kısaca şu örnekle özetlenebilir; İki farklı araba fabrikasında çalışan iki işçiyi ele alalım. Bu işçilerin maaşları arasında 4 kat fark olsun. Bu fark Weber’in sınıf kavrayışına göre iki işçinin “yaşam fırsatları”na ulaşımı konusunda bir eşitsizlik yaratmaktadır tartışmasız, fakat işçilerin üretimdeki pozisyonları değişmemiştir. Onlar “yaşam fırsatlarına” bağlı olarak farklı sınıf gruplarına mensup değillerdir. Yalnızca gelir düzeyleri farklıdır, ancak aynı şekilde emek-gücünü kiralayarak geçinen işçilerdir.

Dünyayı değiştirmek yerine yorumlayan “Marksistler”

20. yüzyılın ilk yarısından sonra dünyanın sosyolojik analiz ve çalışma alanlarına ayrıldığını görmeye başladık. Dünyayı “yorumlamanın” temeline toplumsal görüngüleri sürekli olarak değişen biçimleriyle incelemeyi koymak ile yetinen ve bu görüngüleri kapsayan yapısalcı birleşimlerle oluşturulmuş iktidar, sınıf, dil, ahlak, kültür alanları analizleri felsefe ve sosyoloji dünyasını kasıp kavurdu. Bourdieu, Foucault, Deleuze, Derrida gibi sistem “muhalif”leri ve “Marksist” anlayışı sözde sürdüren Frankfurt Okulu ile başlayan Post-Marksizm dünyası, parçalara böldükleri dünyanın adacıkları arasında aşağı düşmeme telaşıyla atlayıp durmaktadır. Dünyayı yalnızca bölündüğü farklı toplumsal alanların görüntüleri üzerinden anlamlandırma çabası, bu görüntü adacıklarının arasında doğal görünen, aslında ise yalnızca “kesişim noktaları” üzerinden yapay olarak analitik bağlantılar kurmak demektir. Dolayısıyla adacıkların görüntülerini birbirine bağlayan “öz”e ait diyalektik köprüler göze görünmez, anlatıların oldukça dışında kalmıştır. Tüm bu “görüngüler zinciri” perspektifi sınıflar için de aynı şekilde işler.

Örneğin Bourdieu için sınıf yapısı teriminin, mesleki iş bölümünün bütününü kapsadığı görülür. [3] Statü farkları sınıf farklarının yansımaları olarak görülebilir ancak bir sınıf kavramının bu denli çeşitliliği içeriğinde diyalektik bir öz olmadan tutmaya çalışması onu yöntem olarak çok değişkenli bir arayışa iter. Bu da bireyin içinde bulunduğu yaşam tarzı, toplumsal alan ve sembolik sınırlar gibi birden fazla sosyolojik görüntünün sürekli uğraklar haline geldiği bir sınıf kavrayışı yaratır.

20. yüzyılın sözde “Marksist”leri ve sol-sosyalist düşünürleri de aynı durumdan nasibini almış, tartışmaların ekseni Marx’ın sınıf ve üretime dayanan mücadelesinden uzaklaşıp aydın ve toplumsal katman ve kimliklerin hareketine odaklanan bir hale gelmiştir. “Ekonominin yalnızca son kertede belirleyici olduğu” ve Marx’ın sınıflara dair üretime dayanan anlatılarının ekonomik indirgemeci bulunduğu anlatıları, Marx’ın yönteminin “düşüncenin soyut yüceliğini” değersizleştirdiği eleştirileri (bkz. Theodor W Adorno-Max Horkheimer / Teori ve Pratik Üzerine Bir Tartışma), sınıf ve sınıf mücadelesi kavrayışlarında “artık ne eskisi gibi bir burjuvazi ne de eskisi gibi bir proletaryanın kalmadığı” tarzı çıkarımlarla günümüzün “Marksistleri” sınıftan kaçışın yollarını aramaktadır. Sınıf kavrayışları hakkında tartışmaların Marx’tan sonraki felsefeci ve sosyolog isimlerin fikirsel geriye sıçraması şu biçimde özetlenebilir: Bilimselliği çürütücü bir dogmatiklik olarak görmek, gerçeğin parçaları üzerinden yola çıkılan kategorik yapılar yaratmak ve Marx’ın “11. Tez” ile eleştirdiği felsefenin çukuruna dönme arzusu: Yorum, yorum, yorum…**

Ancak şu dönem biz gençlere gösterdi ki bizim ne yorumlara ne de sınıftan kaçmaya ihtiyacımız var. Bizim strateji ve taktiğe, kitlesel hareketimizi örgütlü bilinçle birleştirmeye ve bugün okullarımızın, kampüslerimizin her yanını kuşatan sermayeye karşı 19 Mart’tan bugüne süren kararlılığımızla mücadelemize devam etmeye ihtiyacımız var. Alanlarda “Genel Grev Genel Direniş”, “İşçi Gençlik El Ele Genel Greve” sloganlarını yaygınlaştırmaya, okullarda durdurduğumuz hayatı fabrikalarda, iş yerlerinde, sokaklarda durdurmaya, kurtuluşumuzun tek başına değil ama “kimle” olduğunu görmeye ihtiyacımız var. Bunun yegâne yolu ise açık; Yüzümüzü sınıfa dönmek.

* Filozoflar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumlamışlardır; oysa sorun onu değiştirmektir.

** bkz. Derrida: “Dünya bir metindir, metnin dışında hiçbir şey yoktur ve bütün metinlerin birden fazla anlamı vardır. Bu yüzden bir metnin tam ve en son yorumunun yapılması imkânsız.”

KAYNAKÇA:

[1] Koşar, Arif, Marx’ın sınıf kavrayışı, temel çizgileri ve güncelliği, Teori ve Eylem, 2018

[2] Weber, Max, Ekonomi ve Toplum, Cilt 2, 1978

[3] Wright, Olin, Erik, Sınıf Analizine Yaklaşımlar, 2017

Evrensel'i Takip Et