29 Nisan 2011 05:54

Mustafa Kemal Kürt sorununu kökten çözmek istedi!

Sözü edilen ‘Türkiye’de demokrasi mücadelesi’ olunca, kuşkusuz akla ilk gelen konulardan biri Kürtler ve öncesi bir yana cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte; eşit haklar için verdikleri mücadele olur. Cumhuriyetin kuruluşunun hemen öncesinde Mustafa Kemal ve devlet erkanınca varlıkları ve haklarından en azından s&oum

Mustafa Kemal Kürt sorununu kökten çözmek istedi!
Paylaş
Erdal İmrek

Türkiye’de demokrasi mücadelesi denince Kürtleri konuşmak gerek. Kürtler Türkiye demokrasi mücadelesi tarihinde nerede durur? Nedir Kürtlerim mücadele serüveni?

Bu çok kapsamlı bir konu. Kürtlerin demokrasi mücadelesi çeşitli zamanlarda farklı gelişmeler gösterdi. Özellikle cumhuriyet öncesi dönemde Kürt aydınları çok etkin bir çaba içine girdiler. 1918’lerde, 1. Dünya Savaşının hemen akabinde, artık merkezi otoritenin tamamen zayıfladığı ve İstanbul’un işgal edildiği koşullarda bütün etnik gruplar örgütleniyorlardı. Bulgarlar, Arnavutlar ve diğerleri… Kürtler de bu arada örgütlenmeye başladılar. En belirgin örgütleri ise Kürt Teali Cemiyeti idi. Prof. Şükrü Baran, Abdullah Cevdet, Celadet Bedirxan cemiyetin etkin yöneticileriydi.

Bu günler için Kürtlerin ilk örgütlenme girişimlerinin başlangıcı diyebilir miyiz?

Evet. İlk önemli örgütlenme çabalarıdır. O dönem Celadet Bedirxan’ın öncülüğünde bir ekip Doğu’ya geliyor. ‘Acaba biz bu Kürt Beylerini, Kürt aşiretlerini bir araya toplayabilir miyiz’ diye. Çeşitli temaslar kuruyorlar ve tam o sıralar Mustafa Kemal Erzurum Kongresini topluyor. Erzurum Kongresinin hemen ardından bütün Kürt aşiretlerine, beylerine, şeyhlerine birer telgraf gönderiyor ve o telgraflarda onları yücelterek, mesela ‘Çeto Ağa Hazretlerine...’ veya ‘Şeyh Ziyaeddin Efendi Hazretlerine...’ gibi ibareler kullanarak, “Biz hilafeti ve padişahlığı kurtarmak için yola çıktık. Dini mübinimizi ve vatanımızı müstevlilerin ayakları altından kurtarmak için el birliği yapalım, İslamiyeti kurtaralım” tarzında bir telgraf yazıyor. Ve beylere, şeyh ve ağalara şu umudu veriyor; “Biz savaşı kazanırsak padişahlık yeniden ihya edilecek, şeriat ve hilafet kurtulacak. Siz de eski düzeninizi devam ettireceksiniz.”

Mustafa Kemal’in bu çağrısını aynı dönemde Kürt beylerini bir araya getirmek için Doğu’ya giden aydınlar nasıl karşılıyordu peki?

Onlar Kürtlerin özerk bir yönetim oluşturması için çabalıyorlar ve Kürt beyleri, ileri gelenleriyle bu doğrultuda görüşmeler yapıyorlardı. ‘Kendi aranızda da bir birlik oluşturun. Kürdistan adıyla bir yönetim kurun’ çağrısı yapıyorlardı. Fakat bütün çabalarına rağmen, beyleri, ağaları, şeyhleri ikna edemiyorlardı. Mustafa Kemal’den gelen telgrafta belirtilenler beylere daha cazip geliyordu. Çünkü Mustafa Kemal’in tarif ettiği koşullarda eski statüleri, şeyhlikleri, beylikleri devam edecekti. Bu nedenle Kürt Teali Cemiyetinin taleplerini reddederek Mustafa Kemal’le iş birliğine yöneldiler.

Aydınların bu ilk girişimi böylece son mu buldu?

Hayır. Onlar özerklik taleplerinde ısrar ettiler. Mustafa Kemal’le bazı görüşmeler yaptılar ve bu talebi dillendirdiler. Mustafa Kemal bu talepleri reddeti. Tam da bu dönemlerde Topal Osman öncülüğünde Kürtlere karşı bir katliam başladı. Talepleri hiçbir biçimde karşılanmayan ve çeşitli katliamlara uğrayan Kürtler artık mecburen silahlandı ve Koçgiri’de bir isyan başlattılar. TBMM hükümetinin buna cevabı çok sert oldu ve Koçgiri mıntıkasındaki bütün Kürtler katledildi. Mustafa Kemal, Kürtlerden duyduğu rahatsızlığı kökten çözmeye karar verdi. Öncelikle otoritesinin mutlak olmadığı 1. Meclisi tasfiye etmek üzere seçimlere gitti. Sözünü dinleyen bir Meclis oluşturdu. Doğu’da da mutlak bir otorite sağlamak istiyordu. Bunun için 1925’teki Şeyh Said isyanını kışkırttı ve bunu büyük bir fırsata çevirdi. Şeyh Said isyanı önceden hazırlığı yapılmayan, spontane gelişen ve devletin kışkırttığı bir olaydır. Neticede isyan kanlı biçimde bastırıldı. Hemen sonrasında İstiklal Mahkemeleri kuruldu ve isyanın önderleri idam edildi. Şark Islahat Planı devreye sokuldu. Bu plan gereğince Kürtçe konuşmak yasaklandı, Kürtlerin toplu halde bir arada yaşamasını engelleyen önlemler alındı, isyana katılsın veya katılmasın Kürt önde gelenleri Türkiye’nin çeşitli yerlerine dağıtıldı, sürgüne gönderildi.

Ama bu da son isyan olmadı…

Evet. Bu isyanın ardından Suriye’ye kaçan Kürtlerin örgütlediği Ağrı İsyanı patladı 1926’da. Ağrı İsyanı da kısa sürede bastırıldı. Başkaca isyanlarda yaşandı ve sonraları Dersim Harekatı başladı. Devlet Dersim’i kökten halletmek istiyordu. Dersim’de binlerce insan katledildi. Sağ kalanları da toplayıp sürgün ettiler. Büyük bir jenosid yaşandı Dersim’de.

Bu büyük katliam sonraki Kürt hareketini nasıl etkiledi?

Dersim olayından sonra Kürt hareketi neredeyse tamamen sönümlendi. 38-46 arasında tam bir mezar sessizliği yaşandı. Ama 1946’dan itibaren şartlar değişmeye başladı. Çok partili yaşama geçildi. ‘Mecburi İskan Kanunu’ kaldırılınca sürülen Kürt beyleri, ağaları topraklarına geri döndü. Bu yeni dönemde, beyler devletle ittifak içine girdi. Bu ittifak aynı zamanda siyasi partilerde görev almak biçiminde de oluştu. Başlangıçta beylerin büyük kısmı CHP’de yer aldı. Bazıları milletvekili, belediye başkanı oldu. Ama 1946’da kurulan Demokrat Parti önemli başarılar kazanınca birçoğu DP’ye geçti. Böylece Kürt ağaları ve beyleri de iki parti arasında bölündü.

Bu bölünme ideolojik temelleri de olan bir bölünmemiydi?

Hayır. Tamamen kendi aralarındaki ihtilaflardandı. Başka bir nedeni yoktu. Ailenin, aşiretin, beyliğin çıkarlarını gözeterek hareket ettiler. 1950’de koşullar çok değişti. Tarım alanında köklü değişiklikler yapıldı. Ağalara krediler, traktörler verildi. Toprak ağaları tarımda kapitalist ilişkiler içine girdiler. Buna paralel, onların hem makine, mazot ihtiyaçlarını hem de pazar ihtiyacını karşılayan güçlü bir ticaret burjuvazisi de ortaya çıktı. Böylece Kürtlerde bir tarım ve ticaret burjuvazisi şekillendi. Ve bu iki sınıf devletle çok iyi bağlar geliştirdiler. Ama tam da bu sırada yeni bir sorun çıktı ortaya. Bu aileler çocuklarını okutmaya başladılar. Ve yeni bir küçük burjuva katman yetişmeye başladı. Birdenbire üniversiteye giden öğrenci sayısı ciddi artış gösterdi. Bu üniversiteli gençler içinde bir aydın katman oluştu. Bunlar Kürt ulusal haklarına karşı çok duyarlıydılar. Ve bunlar arasında yavaş yavaş duygusal bir milliyetçilik akımı başladı. Ve bu milliyetçi akımın ilk öncüleri olarak 49’lar ortaya çıktı. Bunlar tutuklandı. 50 kişiydiler. (Tutuklanan 50 kişiden biri olan Emin Batu nezarethanedeyken mide kanamasından yaşamını yitirince mahkemeye 49 kişi çıkarılmış ve bu grup 49’lar Hareketi olarak adlandırılmıştı) Bunların tutuklandığı 1959’da yani DP’nin ikinci döneminde, ülke ekonomik sıkıntı içine girmiş, hükümet Amerika’dan yardım alamıyordu. O zaman bugünkü MİT’e tekabül eden Milli Emniyet Hizmeti Riyaseti, Başbakan Menderes’e bir rapor götürüyor. ‘Kürt gençleri içinde bir hareketlenme var. Biz 40-50 genci toplarsak. Dünya kamuoyuna komünist bir Kürt hareketinin varlığını açıklarız ve hükümetimizin Amerika nezdinde itibarını arttırırız’ diyorlar. Hükümet bu planı onayladı. Bunun ardından 49’lar tutuklandı. Ben bu bilgilerin yer aldığı belgeyi milletvekili iken mecliste bizzat gördüm ve okudum.

49’ların hakikaten komünizme bir sempatileri ya da yönelimleri var mıydı?

Hayır, ben tamamını tanıyordum. Hiç birinde solculuk yoktu. Sadece duygusal bir milliyetçilik vardı. Tutuklanmalarının hemen akabinde, 1960’ta darbe oldu. Bütün siyasi mahkumlar tahliye edildi. Yalnız Kürtler kaldı cezaevinde. Kürtleri tahliye etmediler. 1960’tan sonra YÖN hareketi ve diğer sol hareketlerin başlamasına paralel olarak çeşitli yazılar yayınlanmaya başladı. İşte darbeden sonra tahliye edilmeyen Kürt gençleri cezaevinde bu yayınları okudular. Bazı konularda bir uyanış başladı. Okudukları yayınlarda dünyadaki ulusal kurtuluş hareketlerinden söz ediliyor, ulusal kurtuluş mücadelelerinin Sovyetler Birliği tarafından desteklendiği haberleri yer alıyor, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkından söz ediliyordu. Ve bunlar, o ‘duygusal milliyetçi’ gençleri etkiliyordu. Büyük çoğunluğu sola yöneldi. Tahliye olan bu gençler ya TİP’e girdiler ya da TİP’e yakın bir çizgide hareket ettiler. Ve böylece ilk defa Kürt hareketi, solla bir bağ kurmaya başladı. Biz de Diyarbakır’da Türkiye İşçi Partisini kurduk. Üniversite gençliği de TİP’e katılıyordu. İlerleyen zamanlarda üniversite gençliği içinde etkin olan Fikir Kulüpleri Federasyonu, DEV-GENÇ’e dönüştü. Onlar Milli Demokratik Devrim tezinin etkisi altındaydılar. TİP’in parlamenterist olduğunu söylüyorlardı. Kısa süre sonra TİP içindeki gençlik büyük ölçüde oraya gitti. Kürt gençler onları izlemediler ama açıkta kaldılar. ‘Kürt gençleri ne yapmalı’ diye tartışıyorlardı. Bu tartışmalarda DEV- GENÇ’in ‘ordu gençlik elele’ sloganını benimseyen bir hareket olduğu ve Kürtlerin böyle bir hareketle beraber yürüyemeyecekleri kanaati ortaya çıktı. Daha sonra Devrimci Doğu Kültür Ocakları (DDKO) kuruldu. Ben de bu çalışmaların içinde yer aldım. 12 Mart darbesi olunca hepimizi tutukladılar. Cezaevinde yeni arayışlar başladı. Türklerden tamamen ayrı bir Kürt hareketinin oluşturulması gerektiği ve bunun Marksist-Leninist çizgide olması gerektiği tezleri geliştirildi. Ben bu teze hep karşı çıktım. Mahkeme savunmaları bu doğrultuda yapıldı. Her birinin savunması aşağı yukarı onların ideolojisini belirliyordu. Bunlar daha sonra örgütlere dönüştü. Bu hareketin içinden Kürdistan Sosyalist Demokrat Partisi, Rızgarî, Kawa, KUK, TKSP çıktı. Sonra Devrimci Demokrat Kültür Derneği (DDKD) kuruldu. Bu örgütler Türk hareketleriyle hiçbir biçimde iş birliği yapmadılar. Küçük birer kadro hareketi olarak kaldılar, etkilerini kaybettiler ve sönümlendiler. Ama 1978’de PKK’nin Ortaya çıkmasıyla artık Kürt hareketi de başka bir pozisyona evrildi.

Yarın: Tarık Ziya Ekinci: Türkiye Cumhuriyeti ‘Meşruti Cumhuriyettir’


TARIK ZİYA EKİNCİ KİMDİR?

Tarık Ziya Ekinci, 1925’te Lice’de başlayan yaşamından bugüne Türkiye yakın tarihinin kuşkusuz en önemli tanıklarından. “Kürt uyanışı” veya “Kürt aydınlanması” olarak adlandırılan süreci yakından yaşadı. Bir Kürt aydını olarak, bu sürecin içinde yer aldı. 1965’te TİP’ten Diyarbakır Milletvekili seçildi. Meclis çalışmalarında Kürtlerin kimlik ve kültür haklarını savunmaya öncelik verdi. Doğu Mitingleri’nin öncülerindendi. DDKO’nun kuruluşunda aktif rol aldı. 12 Martta Kürtçülük propagandası yaptığı iddiasıyla iki yıl tutuklu kaldı. 12 Eylül döneminde 5 kez tutuklandı. 1982’de kısa bir süre özgür kalınca yurtdışına çıktı. Yıllarca Fransa’da siyasi mülteci olarak yaşadı. 1989’da Türkiye’ye döndü, kısa süre cezaevinde kaldıktan sonra İstanbul’a yerleşti. Kürt sorununa ilişkin bir çok kitabı bulunan Ekinci, bugün 86 yıla ulaşan ömrü boyunca Kürtlerin yaşadığı katliamların ve mücadelelerin en yakın tanıklarından ve öznelerinden biri oldu.

ÖNCEKİ HABER

‘Toprağı biz anlıyoruz, toprak bizi anlıyor’

SONRAKİ HABER

Türkiye’de Cumhuriyet’i inşa sürecinin sınıfsal pratikleri

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...