21 Kasım 2023 03:24

Türkiye’nin ekonomik geleceği: Yeni arayışın akıbeti ‘yerel seçim’ sonrasında şekillenecek

Doç. Dr. Hasan Cömert: “OVP’nin öngördüğü başarıdan, maalesef geniş kesimlere düşen pay reel ücretlerin baskılanması ve artan işsizlik gibi durmakta.”

Türkiye’nin ekonomik geleceği: Yeni arayışın akıbeti ‘yerel seçim’  sonrasında şekillenecek

Fotoğraf: DHA

Memduh BİLGİLİ
Ankara

Ekonomi yönetimi bir yandan kademeli parasal sıkılaşma politikalarını sürdürürken, diğer yandan uluslararası sermayenin taleplerinin önceleneceğine dair mesajlar art arda geliyor. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, “rasyonel politikalar”a dönüldüğü iddiasıyla uluslararası sermaye ile temas üstüne temas kuruyor. Artan faizlere rağmen enflasyon artışı sürerken, Merkez Bankasına göre Türkiye’de enflasyon ‘mayıs’ ayında zirveyi görecek.

ODTÜ İktisat Öğretim Üyesi Dr. Ömer Kağan Parmaksız ve Trinity College Öğretim Üyesi Doç. Dr. Hasan Cömert ile ekonomideki yeni yol arayışını konuştuk. Doç. Dr. Hasan Cömert, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ile özdeşleştirilen ve ‘Şimşek programı’ olarak adlandırılan bu yeni arayışın akıbetinin Erdoğan ve AKP iktidarının ihtiyaçlarıyla nasıl etkileşeceğine bağlı olduğunu söylerken, Dr. Ömer Kağan Parmaksız, “OVP’de yapılan kademeli geçiş vurgusundan hükümetin yerel seçimleri beklediğini ve sonrasında programın emekçiler için gerçek mahiyetini görebileceğimizi söyleyebiliriz” ifadelerini kullandı.

Türkiye ekonomisinin yakın geçmişinde kur şokları sonrası artan enflasyon ve vergiler altında değişmeyen tek gerçekliğin ücretli çalışan kesimin ezilmesi olduğunu görüyoruz. Türkiye’de emekçilerin bir anlık olsun rahat nefes alabilecekleri bir geleceği öngörebiliyor olmamız adına OVP bize bir perspektif sunuyor mu?

Hasan Cömert: Açıklanan programda ve politika yapıcıların açıklamalarında kademeli sıkılaşma vurgusu yapılmakta. İlk hedef benzer programlarda olduğu gibi talebi baskılayarak enflasyonu kontrol altına almak. Arz tarafıyla ilgili girdi maliyetlerini düşürücü birtakım adımlar atılacağı söylense de bu politika önemli ölçüde talep tarafının dengelenmesi olarak kurgulanmış gözüküyor. İkinci ve dolaylı amaç ise yine IMF programlarında olduğu gibi artan bütçe açıklarının kontrol altına alınacağı vurgusu üzerinden rasyonel politikalara dönüyoruz mesajını yabancı kreditörlere ve yatırımcılara iletmek.

OVP’de değinilmeyen fakat bu tür programların maalesef en önemli ayaklarından birisi asgari ücret ve maaşların hedeflenen enflasyona göre artırılması yoluyla ücretlerin baskılanmasıdır. OVP’de ‘sıkı maliye ve para politikası’ uygulanacağı açık olarak belirtilmekle birlikte görünen o ki ön görülen yol iç talep yavaşlatılırken bir takım seçici kredi ve girdi maliyetlerinin baskılanması dahil politikalarla ihracat eksenli bir büyümedir.

Verimlilik alanında bir atılımın kısa vadede yapılmasının pek mümkün olmayacağını da varsayarsak, ihracata dayalı büyümenin ucuz TL ve iş gücü yoluyla ihracat mallarının rekabetçiliğinin artırılarak gerçekleştirilmesi beklenebilir. OVP’nin 2024 yılına dair nominal kur ve enflasyon öngörüsünden reel kurda ciddi bir düşüş öngörülmediğini görüyoruz. Bu durumda ihracatın fiyatlama yoluyla arttırılabilmesinin ancak ücretlerin baskılanmasıyla mümkün olacağı çıkarımını yapmak zor değil.

Özetleyecek olursak, bu programın öngördüğü başarıdan, maalesef geniş kesimlere düşen pay reel ücretlerin baskılanması ve artan işsizlik gibi durmakta. Ayrıca programda yapılan kademeli geçiş vurgusundan hükümetin yerel seçimleri beklediğini ve sonrasında programın emekçiler için gerçek mahiyetini görebileceğimizi söyleyebiliriz.

Kur şoklarının tetiklediği enflasyonunun sonuçlarından birisi olarak borç deflasyonunu da gündeme getirmiştiniz. Enflasyonun TL cinsinden borçları eritmesi ile amaçlanan ne olabilir? Ömer Kağan Parmaksız: AKP iktidarının 2018 sonrası ekonomi politikalarının en önemli ayaklarından birisi de kamu bankalarını krediler yoluyla direkt olarak kaynak tahsisi için kullanması. Kamu bankalarının bu 5 yıllık dönemde kredi piyasasındaki ağırlıkları ciddi bir biçimde artıyor. Bu artışın büyük oranda ticari krediler ve özellikle KOBİ kredileri kaynaklı olduğunu görüyoruz. Bu artışta pandemiye bağlı etkenler olabileceği düşünülse artış trendinin pandemi öncesinde başladığını da görebiliyoruz.Kamu bankalarının bu dönemde özel sektöre kredilerle olduğu kadar kamu bütçesinin finansmanına da katkısının giderek arttığına şahit oluyoruz. COVİD19 krizi sırasında artan kamu harcamaları sebebiyle 2022 başında yüzde 42 ile zirve yapan Kamu İç Borcu/gayrisafi yurt içi hasıla (GSYİH) oranının bir yıl içerisinde yüzde 31’e düşmesinin temel sebebi ise enflasyon sebebiyle 2022 yılında yüzde 107 artış gösteren nominal GSYİH. Benzer bir oransal düşüşü aynı dönemde özel sektör ve hane halklarının TL borçluluk oranlarında da gözlemlemek mümkün.Dolayısıyla yüksek enflasyonun önemli sonuçlarından birisi özellikle ucuz krediye ulaşabilmiş ama geri ödeme kapasitesi açısından büyük oranda limitlerine dayanmış olan özel sektör ve hane halklarında bir rahatlama yaratması. Bu yaratılan alanın siyaseten ihtiyaç duyulması halinde yerel seçimler öncesinde tekrar kullanılmak istenmesi de muhtemel fakat bankacılık sisteminin ve döviz kurunun yeniden yüksek riskli bir kredi genişlemesini ne derece kaldırabilecek durumda olduğunu da ayrıca değerlendirmek gerek.

"KKM ÇOK CİDDİ BİR RİSK"

Ekonomide bir başka sorun alanı da kur korumalı mevduat (KKM), bu konunun ödemeler dengesi üzerinde oluşturacağı riskleri azaltmak adına bakanlığın ve Merkez Bankasının atacağı adımların getirileri ve götürüleri neler olacaktır?

Ömer Kağan Parmaksız: KKM’ler yeni bir döviz krizinin, uygulanan başka politikalarla birlikte, ötelenmesine katkıda bulunsa da zamanla büyüklük olarak yaklaşık 120 milyar ABD dolarına, yani toplam mevduatların yüzde 25’i seviyesine ulaştı. Bu makro-finansal dengeler açısından çok ciddi bir risk.

KKM’lerin bu büyüklükte devamının politika yapıcılar için yarattığı açmaz çok boyutlu ve oldukça sorunlu. Bu mekanizma yıllardır Merkez Bankasının hazineye aktardığı muhasebe kârlarından hükümeti muhtemelen mahrum bırakarak bütçeye dolaylı bir yük yaratacak. Fark ödemelerinin Merkez Bankası yoluyla parasallaştırılacak olması, olası kur artışlarının enflasyonist etkisini daha da arttırırken, cari açıkla devalüasyon yoluyla mücadeleyi de neredeyse imkansız kılıyor. Ekonomi yönetiminin bu riskleri kontrol altında tutabilmesi için ihtiyaç duyduğu rezerv artışının tek yolu yabancı sermaye girişi sağlamak. Fakat bu konuda da şu ana kadar ciddi bir gelişme yok.

"ERDOĞAN, YELPAZEDEKİ EKONOMİ POLİTİKALARINI EKLEKTİK BİR ŞEKİLDE UYGULAYABİLECEĞİNİ DEFALARCA GÖSTERDİ"

Ekonomi yönetimine dair tartışmalarda Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek mühim bir yer tutuyor. Şimşek şu anda ekonomide direksiyonda olsa dahi ekonomide “Şimşek dönemi” olarak tanımlanacak bir dönemde olmadığımızdan bahsettiniz. AKP’nin ekonomi yönetiminde “Şimşek dönemi” ve “Erdoğan dönemi” olarak iki ayrı paradigmadan bahsetmek mümkün mü? Şu anda yürürlükte olan model ve anlayışın karakteristiklerini nasıl tanımlarsınız?

Hasan Cömert: Böyle bir paradigmadan bahsetmemizin pek mümkün olmadığını belirterek başlayalım. AKP`nin 2002 sonrası ekonomi politikalarına baktığımızda çok eklektik dünya konjonktüründen oldukça etkilenen ve hükümetin dönemsel ihtiyaçlarını merkeze alan öngörülebilirliği ve tutarlığı pek olmayan politikalardır. Fikret Şenses ve Ziya Öniş Hocalarımızın 2007’de gözlemlediği gibi bu politikalara reaktif politikalar diyebiliriz.

Dünya finansal pazarlarında 2013 sonrası gelişmekte olan ülkelere karşı yaşanan iştahsızlıklar Türkiye’nin kendi siyasal ve jeopolitik dinamikleriyle etkileşim içine girerek ekonominin fay hatlarını açığa çıkarmaya başladı. Böyle bir konjonktürde AKP hükümetleri ve Erdoğan, ardışık seçimlerin baskısı altında ekonomik büyümeyi korumaya çalışırken klasik neoliberal politikalarla birebir açıklanamayacak, her ne şartla olursa olsun büyümeyi korumaya dönük politikalara dümeni kırmaya başladı. Bu açıdan Korkut Boratav Hoca’mızın Erdoğan’ın büyüme önceliğini 2015 seçim sonuçları sonucu algıladığını ve bu tarihin daha önce uygulanan neoliberal politikalardan kopuşa tekabül ettiği tespitine genel olarak katılmaktayız.

Bu açıdan özetle ‘Şimşek’ dönemine geçiş olarak değerlendirebileceğimiz sergilenmekte olan mevcut politika arayışları, AKP iktidarının mayıs 2023 öncesi dönem uygulanan politikaların sınırlarına varıldığını anlamış olduğuna işaret etmektedir. Bu politikaları cumhurbaşkanlığı seçimi sonrası dönemdeki ihtiyaçlara tekabül eden bir arayış olarak görmek mümkündür: AKP ve Erdoğan’ın dönemsel ihtiyaçlarını karşıladığı ölçüde de devam ettirilecektir. Erdoğan rejimi piyasa ekonomisinin içinde kalmakla birlikte çok geniş bir yelpazedeki ekonomi politikalarını eklektik bir şekilde uygulayabileceğini defalarca göstermiştir. ‘Şimşek programı’ olarak adlandırdığımız bu yeni arayışın mart seçimlerinden sonra nereye doğru evrileceği dünya ve Türkiye’de değişen konjonktürün Erdoğan ve AKP iktidarının ihtiyaçlarıyla nasıl etkileşeceğine bağlı olduğunu düşünmekteyiz.

Evrensel'i Takip Et