8 Ekim 2023 03:45

Bir kız kardeşlik ve güçlenme hikayesi: Bir Gün, 365 Saat

Volkan PEKAL
Özge TÜRKOĞLU
Şahin KELLECİ

Kurmaca sahnelerle belgesel anlatımı birlikte ilerleyen “Bir Gün, 365 Saat” kullandığı sinema dili, çatışma kurgusu ile sinema anlatımına yakın bir film. Filmde istismar ve şiddet mağduru üç kadının toplumsal çevre ile çatışması ve film sürecinde yaşadığı değişimi göstermesi nedeni ile kurmaca hissi de veriyor. Filmde şiddet mağduru bir kadın ve çocuk yaştayken babaları tarafından istismar edilen iki kadının yollarının kesişmesine, birbirlerine güç vererek travmaları ile yüzleşmeleri ve yargı önünde babaları ile hesaplaşmalarına tanık oluyoruz.

Oyuncuların kendilerini canlandırdığını ve yaşadıklarını anlattıklarını bilmiyorsanız film boyunca oyunculuklardan etkilenmemeniz mümkün değil. Üç kadın, toplumda ancak fısıldanarak konuşulan bir konuyu “Hayatı mahvolmuş kadın” ruh halinden sıyrılarak cesaretle konuşuyor. “Bir Gün, 365 Saat” konusu ve karakterlerin cesareti ile anılmaya değer görüldüğünden olsa gerek Altın Koza Film Festivali’nin Ulusal Uzun Metraj bölümünden “Mansiyon Ödülü” ile döndü. Ödülü alan filmin kahramanı olan kadınlar da bu konunun suçluluk hissi yaşamadan konuşulmasını istiyor.

Yönetmen Eylem Kaftan ile filmi konuştuk. İstismar ve şiddet mağduru kadınlara seslenen Kaftan şunları söyledi: “Travmayı çok içselleştirmesinler. Suçluluk duygusu ve kimseye anlatamamak, kimse tarafından görülmemek insanda bir süre sonra, karakterlerimizde de gördüğümüz gibi ümitsizlik ve yaşamına son verme arzusu da uyandırıyor. O yüzden mutlaka bir psikolojik destek alsınlar. Kendi duygu dünyalarını anlasınlar”

"SANAT DENEMEK İÇİN VAR"

“Bir Gün, 365 Saat” Altın Koza Film Festivali’nin ulusal uzun metraj film seçkisinde yer aldı. Filmde kurmaca ve belgesel unsurlar iç içe. Neden kurmaca filmlerin yer aldığı yarışmaya başvurmayı tercih ettiniz?

Sinema duygusu yüksek bir film olarak sinema filmi niteliği olduğunu düşündüm. Bu bir belgesel ama bir takım kurmaca sahneler var. “Docufiction”a benziyor. Bu tür gerçek karakterlerin oyuncular tarafından canlandırıldığı belgeseller. Bizim filmimizde oyuncular kendilerini canlandırdığı için tam “docufiction” olmuyor. Her şeyi tanımlamak zorunda mıyız? Bilmiyorum. Ben deneysel bir kategoriye de girebileceğini düşünüyorum. Sinema ve sanat yeni şeyler denemek için vardır. Ben de yeni şeyleri denemeye çalıştım. Örneğin filmde zaman çok tanımlı değil. Hatıralarla şimdiki zaman; rüya ile gerçek arasında gidip gelen bir duygusu var. Filmde drama unsuru da var. Bir yandan adalet mücadelesini izlerken bir yandan da onların psikolojik gelgitleri, travmaları ve o travmadan kendilerinin buldukları çıkış yolları kız kardeşlik ilişkilerini görüyoruz. Öte yandan onlara bunları yapanlarla ilgili çelişkili duygular da ortaya çıkıyor. Çok fazla diyalog da var. Bu canlandırma sahneler, diyaloglar biraz dramaterapi gibi bir unsur da içeriyor.

"SÜREÇ ÖZGÜRLEŞTİRİCİYDİ"

Filme hazırlanırken oyuncularla, ekiple nasıl çalıştınız?

Karakterlerle 3 ay kapandık. 3 ay boyunca başka hiçbir şeyle ilgilenmedim. Çok düşündük. Kızlarla çok tartıştık. Bu travmayı en ağır şekilde yaşamışlar, birbirleri ile çok konuşmuşlar, psikolojik destek de almış oldukları için farkındalıkları ve bilinçleri çok yüksek genç kadınlar. Benim kafamı da çok açıyorlardı. Konuştukça yeni boyutlar ortaya çıktı. Sürekli istismar da konuşmuyorduk. İnsanların hayatında neşe de var, aşk da var. İnsan ruhunun derinliklerine inmek, onların varoluşunu hissetmek bir yandan çok acı vericiydi. Aynı zamanda çok da özgürleştiriciydi. Senaryoyu yazdık, sahneler oluşturduk. Onlar da anlatmak istiyor. Birisinin kendilerini dinlemesi onlara da iyi geliyor.

Baştan beri Leyla’nın muazzam bir dönüşümü vardı. İntihar eğilimi olan bir genç kadından kız kardeşlik duygusu ile yaralarını sarmış, güçlenmiş, adalet için harekete geçmiş bir kadına dönüşmüştü. Sayfalarca dava dosyası okudum. Ses kayıtlarını dinledim. Leyla’nın bir duruşmasına katıldım. Babasını gördüm. Hikayeye katıldım. Ama olumlu bir karar çıktı.  Oralardan bir şeyler süzerek bu hikâyeyi oluşturduk.

3-4 ay içerisinde çekimlere başladık. Her şey tasarlanmış olduğu için bir haftada çektik. Fazladan çekip atmak gibi bir durum olmadı. Kurgusu bir yıl sürdü. 2021 yılında çektik. Pandemide sokakların boş olması işimizi kolaylaştırdı. Önce adliye sarayındaki çekimleri platolarda yapmak istedik ama Çağlayan’daki adliyede olsun istedim. Oradan izin alabilmemiz de şanstı. Gerçekçi bir his kattı. Kurgu bir yıl sürdü. Kurguyu demlemeyi seviyorum. Daha çok incesi ile ilgili şeyler uzun sürdü. Hırvat yapımcı bizimle ortak oldu. Renk düzeltmesini orada yaptık. Müzisyenimiz Fraurcunsa’nın ünlü müzisyenlerinden Marc Collin. Görüntü Yönetmenimiz Fransız Florent Herry. Biraz uluslararası bir iş de oldu.

İzlerken oyuncuların kendilerini canlandırabileceğini düşünmedik. Bu cesareti göstermiş olmaları şaşırtıcı geldi.  Buna nasıl karar verdiniz?

Pek çok kişi karakterlerimizi oyuncu zannediyor, evet. Bu benim de çok hoşuma gidiyor. Başta yüzlerini kapatmayı düşünmüştük. Sonra “Biz yüzümüzü neden kapatalım? Biz bir suç işlemedik. Bir suç işleyen varsa o da bunları bize yapanlar” dediler ve kendi yüzlerini ve hayatlarını açmaya karar verdiler. Yine de onları korumak için isimlerini değiştirdik. Lens ve saç boyaları ile fiziki özelliklerini değiştirdik.

"EYLEME GEÇMEKLE İLGİLİ"

Bu filmin insanlarda nasıl bir etki yapacağını umuyordunuz ve nelerle karşılaştınız?

Film yolculuğuna daha yeni başladı. Dünya prömiyerimizi Saraybosna’da yaptık. Orası da yabancı bir ülke. Onlar neyi ne nasıl algılayacak bilmiyorduk ama onlar da fazlasıyla duygusal tepkilerde bulundular. Anlatılan şeyin onlara geçtiğini gördük. Onlardan da “Oyuncu mu bunlar?​” soruları geldi. Çok duygusal anlar yaşandı. Ayakta alkışladılar. Saraybosna ve Avrupa izleyicisi de vardı.  Film eyleme geçmekle ilgili olduğu için “Bu filmin ana akıma ulaşması zor. Nasıl yaparız da filmi daha fazla izletiriz?​” gibi bir sahiplenme oluştu. Biz de festivallerden sonra “impact campaign” (etki kampanyası) denilen kampanyalarla özel gruplarda dünyada göstermek istediğimiz için bu tepkiler çok hoşumuza gitti.  Avukatlar arasında olabilir, sinemalarda olabilir, ama benim kalbimdeki şey gençlere ulaşması. Mümkünse liselere, üniversitelere ulaşması. Böyle bir filmin utanç ve suçluluk duygusu ile hareket eden insanları harekete geçirici bir tarafı olabileceğini düşünüyorum.

Beni en mutlu eden şey, Bosna’daki gösterimin ardından bir genç kadın Instagram’dan bana mesaj atmış. “Ben filmi izledikten sonra 20 yıl önce yaşadığım istismarı polise şikayet ettim. Ve 20 yıldır bu suçluluk duygusu ile yaşıyordum. Ama film benim hayatımda bir değişiklik yaptı. Nasıl sonuçlanır bilmiyorum ama bende ferahlamaya yola açtı” demiş. Şimdi festival aşamasında ikinci aşamada sivil toplum kuruluşları ile, kadın kuruluşları ile belediyelerle gösterimler yapmayı çok istiyoruz. Çünkü asıl onlara ulaşması lazım. 

Bu çok yaygın bir sorun. Sen en yakınlarından zarar görürsen kimden yardım isteyeceksin? Özellikle de gençsen, tecrübesizsen bir de çocuksan… Herkes korktuğu için, konuşmak istemediği için kimse harekete geçmek istemiyor. Akrabalar da örtbas ediyor. Meseleleri konuşmaya başlamak için iyi bir fırsat diye düşünüyorum.

"KIZ KARDEŞLİK KURMALI"

Şiddete, tacize uğrayan kadınlara ne gibi bir mesaj veriyor? Güçlü durmalıyız ama neye tutunmalıyız?

O travmayı çok içselleştirmesinler. Suçluluk duygusu ve kimseye anlatamamak, kimse tarafından görülmemek insanda bir süre sonra, karakterlerimizde de gördüğümüz gibi ümitsizlik ve yaşamına son verme arzusu da uyandırıyor. O yüzden mutlaka bir psikolojik destek alsınlar. Kendi duygu dünyalarını anlasınlar. Reyhan’ın da söylediği gibi kadına yönelik şiddete karşı onları koruyan mekanizmalar var.  Ücretsiz avukat hakları var. Çok zor durumdalarsa sığınmaevinde 6 aya kadar kalabiliyorlar. Güvenebilecekleri, kız kardeşlik kurabilecekleri bir destek almaya çalışsınlar. En yakınları bile istismar etmiş olsa bunun yanlış olduğunu bilmeliler ve buna izin vermemeliler.

Evrensel'i Takip Et