Bir kuşağa işçiliği, sömürüye razı gelmeyi öğretmek
Willis’in de dediği gibi işçi sınıfının sistemin rasyonelliğine ya da mümkün olan tek gerçeklik olduğuna inanmaya ihtiyacı yok.

Mehmet Aksoy'un 'İşçi ve çocuğu' heykeli, 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra Kenan Evren'in emri İle kaldırıldı. 2001 yılında Karaalioğlu Parkı'na yerleştirildi | Fotoğraf: Mehmet Aksoy/ Harika Kemali Söylemezoğlu Arşivi/Salt Araştırma (CC BY-NC-ND 4.0)
Nisa Sude DEMİREL
Paul Willis İşçiliği Öğrenmek kitabında, Hammertown ismini verdiği kentteki 12 erkek çocuğunun okul yaşantısı ve işe girme süreci üzerinden işçi sınıfının genç kuşaklarının nasıl işçi olmak üzere her alanda yeniden üretildiğini anlatıyor. İstihdamın büyük çoğunluğu büyük tekellerin fabrikalarında beden gücü gerektiren işlerde sağlanan, sanayileşmenin ilk başladığı yerlerden biri Hammertown kenti. Willis’in ana örnek grubu olan 12 çocuk ise ‘Okula giden ancak eğitim sisteminden kopuk hergeleler.’ Ortalama bir devlet okulunda öğrenim gören hergelelerdeki ‘okul karşıtı kültür’ü odak noktasına alan Willis, bu kültürün ‘işyeri kültürü’ ile ne kadar benzeştiğini; en genelinde ise ‘işçi sınıfı kültürü’nün işçi sınıfı çocuklarını nasıl sisteme kazandırdığını inceliyor. Hem okul karşıtı kültürde hem de işyeri kültüründe ‘Makara yapmayı, kavga etme becerisini, kaytarmayı’ gözlemlediğini yazan Willis, tüm bu eylemleri ve daha fazlasını ‘farklılaşma’ yani ‘Yabancılaştırıcı bir ortamı ele geçirme çabası’ ve ‘yaratıcılık’ olarak adlandırıyor. Yani ‘formel’ olana karşı bir ‘enformel’ olan mücadelesi.
Willis işçi sınıfını yalnızca okul, işyeri gibi hegemonyanın yeniden üretildiği yerlerde baskılanan ve uysallaştırılan olarak değil; tüm bunlara karşı kendi kültürünü bilinçli ve bilinç dışı şekilde oluşturan, ancak bu kültürle de gün sonunda yeni işçi kuşaklarını üreten bir konumda görüyor. Willis bu kültürü ‘kendiliğinden’ görmüyor, burjuvazinin tüm ideolojik aygıtlarından etkilendiğini ve sistem içi olduğunu kabul ediyor. Fakat işçi sınıfının ‘dindirilemez (ve zorunlu) yaratıcılığı’nın sistem içinde kendi alanını yarattığını ifade ediyor.
SİSTEMDEN SIYRILMA YOLUNDA SİSTEME YEDEKLENEN BİR KÜLTÜR
Tam da bu yüzden Willis işçi çocuklarının işçi olmasını anlamlandırmaya çalışırken yalnızca ‘Başka seçenekleri yok’ cevabını kolaycı buluyor. Willis’in sunmaya çalıştığı nokta bunun aynı anda hem üretilmiş bir tercih hem de yanılsamalara açık bir özgürlük olması: “Emek gücüne bedenin sunulmasının hem bir özgürlüğü, bir tercihi ve bir aşkınlığı temsil etmesi hem de işçi sınıfı mensuplarının sömürülmesi ve ezilmesi anlamına gelen bir sisteme kesin bir şekilde yerleştirilmeyi sağlaması anlamında işçi sınıfında özel bir momentin varlığı.”
Willis’in de dediği gibi işçi sınıfının sistemin rasyonelliğine ya da mümkün olan tek gerçeklik olduğuna inanmaya ihtiyacı yok. Kapitalizm içindeki yerini korumasına, konumunu mantıksal zeminlere oturtmasına gerek yok. Ancak burjuvazinin işçi sınıfının tam da bu gerekliliklerin anlamsızlığını fark etmemesine ihtiyacı var. Konumunu ve zenginliğini korumak için ‘işçi sınıfı kültürü’nü sistem içine hapsetmeye, işçi sınıfının var olduğu her yerde egemen ideolojisini yeniden üretmeye ihtiyacı var; aileden, sonrasında da okullardan başlayarak.
GELECEKSİZLİK VE YOKSULLUK NASIL NORMALLEŞİYOR?
Asgari ücretin Türk-İş verilerine göre bile açlık sınırının altında, neredeyse herkesin yoksul, nüfusunun yarısının aç olduğu ülkemizde, milyonlarca yoksul işçi-emekçi çocuğu 11 Eylül’de okul zilinin çalmasıyla yeni eğitim-öğretim yılına başladı. Eğitim sisteminin sermayenin kucağına atıldığı, laik eğitimin her geçen gün daha fazla tehdit edildiği bu günlerde bu hamleleri anlamlandırma çabası büyürken ‘İşçi ailelerinden yeni işçiler yetiştirme’ tartışması bir anlam taşıyor.
Devlet okulları günden güne niteliksizleşiyor, sokak araları apartmandan bozma özel okullarla doluyor. Belki ‘bilinçli’ addedebileceğimiz veliler çocukları daha küçük sınıflardayken özel derslere, dershanelere, MEB’in dağıttıklarına ek kitaplara ihtiyaç duyuyor. Fakat başa dönelim: Bu ülkede asgari ücret, açlık sınırının bile altında, yoksulluk sınırının ise neredeyse dörtte biri. Okula devam edenlerden yeterince ‘şanslı’ çocuklar desteklerle, geri kalanın bir kısmı bir yandan çalışarak diğerleri de ‘başarısız’ öğrenciler olarak zorunlu eğitimi bitiriyor.
Sistemin vadettiği ise ya artık iyiden iyiye ulaşılmaz hale gelmiş yine apartmandan bozma vakıf üniversiteleri; ya TRT’ye dizileri çekilen, çeşitli tarihi ‘baba figürlerinin’ isimlerinin verildiği taşra üniversiteleri ya da yine sigortası yapılacak kadar ‘şanslıysa’ 2020 SGK verilerine göre asgari ücretle çalışan yüzde 42’ye artı bir olmak. Tüm bu denklem son derece mantık dışı gelirken kâr zarar hesabını çarpıtılmış bir gerçekliğe oturtmak, toplumsal düzenin muhafazasını sağlamak rolünün bir kısmı da iyiden iyiye burjuvazinin aygıtı olarak kemikleşmiş okullara düşüyor.
BİR SONRAKİ İŞÇİ KUŞAĞININ EĞİTİM KRONOLOJİSİ
Son birkaç yılda eğitim sistemi, müfredat başta olmak üzere gözle görülür biçimde gerici müdahalelere maruz kaldı. Önce 11 Nisan 2012’de beş yıl ilkokul, üç yıl ortaokuldan vazgeçilerek 4+4+4 sistemine geçildi. İmam hatip ortaokulları açıldı, ortaokullarda da “Kur’an-ı Kerim” ve “Hz. Muhammed’in Hayatı” dersleri seçmeli ders olarak eklendi. 18 Temmuz 2017’de açıklanan kararla evrim müfredattan tamamen çıkarıldı. Kimi yerlerde “aile ve toplum” konulu değerler eğitimi dersleri kreşlerden itibaren müfredata sokuldu. İl ve ilçe müftülükleri “değerler eğitimi” konulu seminerler verdi. İkametgahın olduğu mahalledeki liselere yerleşimle liseye geçiş sınavından düşük puan alan çocuklar imam hatip liselerine mahkum edildi. Son olarak ise ÇEDES projesiyle İzmir ve Eskişehir’de liselere ‘manevi rehberlik’ adı altında din görevlileri atandı, liselerden sanat ve yabancı dil seçmelileri kaldırılarak din derslerinin sayısı artırıldı. Bir yandan meslek liselerinin sayısı artırıldı, lise öğrencileri MESEM projesiyle ‘meslek eğitimi, çıraklık, stajyerlik’ isimleri altında çok düşük ücretlere, ücretleri de devlet bütçesinden karşılanarak çalıştırılmaya başlandı. Kamuoyu tepkisi sonrasında iptal edilse de öğrencileri yine ucuz iş gücü olarak kullanmak üzere zincir marketlerle protokol imzalanmaya çalışıldı. 4+4+4’le okuldan kopuş kolaylaştı, açık liseler teşvik edildi. Ucuz iş gücü cennetine çevrilmeye çalışılan ülkemizde ‘istikrarlı büyüme’ ucuz iş gücü kalemlerinden en başta gelenlerden olan çocuklar üzerinden sağlanmaya çalışılırken iş cinayetlerinde hayatını kaybeden çocuk sayısı ‘istikrarlı’ biçimde arttı.
SERMAYEYE DEĞİL, HALK YARARINA BİLİM
Tüm bunları yalnızca Siyasal İslamcı bir iktidarın kendi ideoloji kavgası ya da bir “yönetememe problemi” olarak açıklamaya çalışmaksa bu sömürü düzeninin sürmesinde eğitim sisteminin rolünü fazlasıyla hafife almak olur. Çünkü bilimsellikten uzaklaşarak ahlak ve din dersleriyle doldurulan müfredatlarla sömürüye rızası üretilen; genç yaşlardan itibaren MEB destekli programlarla atölyelerde, fabrikalarda çok düşük ücretlerle çalışmaya alıştırılan bu çocuklar işçi ailelerin bir sonraki işçi kuşağını oluşturacak çocukları. İş güvenliği önlemlerinin alınmadığı, saatlerce çalıştıktan sonra aldığı ücretten kira ve fatura ödemeleri sonrasında hiçbir şey kalmayacağı, çalıştıkları firmalar ‘kriz’ zamanlarında dahi kârını artırırken “Dişini sıkması, sabretmesi, tevekkül etmesi, vatanına bağlılığını kriz zamanlarında göstermesi” öğütlenecek olan işçiler bu eğitim sisteminin büyüttüğü, bir işçi olarak yetiştirdiği çocuklar.
Bu nedenle ne bu gerici eğitim planlamaları ne de çocukları küçük yaşta sermayenin kucağına atma projeleri boşa. “Ağaç yaşken eğilir” ya da “Yılanın başı küçükken ezilir.” Nasıl ifade edersek edelim, 11 Eylül’de milyonlarca çocuğun toplum düzeninin ve sömürenin-sömürülenin yerini bileceği sistemin çarkına çomak sokmamak üzere ‘eğitileceği’ bir eğitim öğretim dönemi daha başladı. Tam da bu noktada en temel haklardan olan eğitim burjuvazi ve onun iktidarının koltuk bekçiliğini yapmak yerine, halk yararına bilim üretmeye yarasın diye parasız, bilimsel, demokratik ve laik eğitim talebi bugün ekmek kadar, su kadar hayati. Bu talebin etrafında en güçlü şekilde birleşmek de, sömürüsüz ve eşit bir dünyada inat etmek de öyle.
Evrensel'i Takip Et