16 Şubat 2013 13:03

Bir fahişeyi oynuyorsan dokunulmazlığın kalkıyor

“Bugünün dünden farksız olduğu bir coğrafyada, var oluşunun tehdit olarak algılandığı bir kadının tek kişilik gösterisine hoşgeldiniz… Hep büyük bir hayatın figüranı olan Umut, bu kez anılarını paylaşmak için sahnededir. Aile bağları, ‘madilik’, hayal kırıklıkları, çocukluk düşleri, muhatabı

Bir fahişeyi oynuyorsan dokunulmazlığın kalkıyor
Devrim Acaroğlu

6 Üstü Oyun projesi kapsamında Kumbaracı 50’de seyirci ile buluşan altı oyundan biri; Ebru Nihan Celkan’ın yazdığı Sumru Yavrucuk’un hem yönetip hem tek başına oynadığı “Kimsenin Ölmediği Bir Günün Ertesiydi”. Uzun süredir rol aldığı dizi karakterlerinin etkisiyle, kendi deyişiyle “annem sizi çok seviyor” kontenjanından değerlendirilen Yavrucuk, bu kontenjandan çıkmak için elinden geleni yapıyor bugünlerde. Ne de iyi yapıyor. 30 yıllık tiyatro kariyerinde risk almaktan, farklı rollerle seyirci karşısına çıkmaktan imtina etmeyen Yavrucuk, yine kendi deyişiyle kariyerinin dönüm noktası bir rolle karşımızda. Seyircinin belki oyundan az evvel sokakta karşılaştığında gözünü kaçıracağı bir karakter Umut. Bir saat boyunca gözünü ayırmadan izlediğinde ise Umut’un arkadaşı olmaya hazır bir dönüşüm geçiriyor aynı seyirci. Yazarının oyun hakkında söylediği “bu oyun insanlığımızın trans bir kadınla imtihanıdır” cümlesi etrafında konuşuyoruz Sumru Yavrucuk’la.

Nette oyunu araştırırken en çok “Sumru Yavrucuk kötü yola düştü” türü haberlerle karşılaştım. Medyanın beni şaşırttığını söyleyemeye çalışmıyorum ama ‘yuh’ demekten alamıyor insan yine de kendini...

Oynadığınız role göre toplum içindeki statünüz belirleniyor. Siz iyi bi ev kadını oynadığınızda statü milleriniz çoğalıyor. Ama sahneye; her gün gördüğümüz fakat bir türlü yüzleşmeye cesaret edemediğimiz bir insan çıktığı anda topladığınız bütün puanlar hemen geri alınıyor. Bir fahişeyi oynuyorsanız üstünüzdeki dokunulmazlık kalkıyor. Hayatımda “anneanne olacak yaşta vücudunu teşhir ediyor” diye bir eleştiri almamıştım.

Anneyi oynamak daha “güvenli” olsa gerek bir oyuncu için…

İnsanlar aldatılmayı seviyor. Aldatıldıklarını da biliyorlar, razılar buna... Gerçeklerle yüz yüze olmadan hayat aksın gitsin, bizi sadece rahatsız edecek ötekilerle hiç karşı karşıya gelmeden geçip gidelim bu fani dünyadan! Varlar, ama ne olur bizim oralarda olmasınlar isteniyor. Buna da hoşgörü diyorlar üstelik. Aynı restorana kabul etmiyor, aynı kuaföre almıyor, sosyal hayatta hiç bir şeyi paylaşmak istemiyoruz onlarla ama saygı duyuyoruz. Bu ne büyük bir ikiyüzlülük. Ben, başıma bunların geleceğini biliyordum. Olsun, mesleğe başladığımdan beri derdim olan, başkasının derdi olan şeyleri oynamaya çalıştım. Hiç bir zaman saray komedisi oynamadım, vodvil oynamadım.

BENİM İÇİN DÖNÜM NOKTASI

Bu kariyer arasında bile Umut’u sert kılan yanlar olmuştur herhalde...

Tabii ki... Bir kere, ister sevsinler ister sevmesinler; trans oynayan ilk kadın oyuncu olarak tarihe geçtim (gülüyor). Öncesinde hiçbir birikimim, hiç bir deneyimim olmamasına rağmen böyle bir rolü üstlenmek benim için dönüm noktasıdır. Hep birbirinden farklı karakter oynamaya çalıştım. Çok yorucu bir süreç geçirdim oyunculuk açısından. Seyircinin benden sıkılması değil benim kendimden sıkılmam daha önemli. İnanın, birbirinin benzeri, oyuncuya bir şey katmayan roller heyecan vermiyor. Heyecanınız olmadığı zaman bu işi yapmanın da bir anlamı yok. 30 sene sonra, buraya saatler evvel gelip oturuyorsam bu projeye duyduğum heyecandandır. Bu tabii çok ekstrem bir proje. Bu kadar genç bir ekiple daha önce çalışmamıştım.

Mesela ilk defa bu kadar küçük bir salonda oynuyor olabilirsiniz...

(Gülüyor) Kesinlikle öyle... Biz oda tiyatrosunda oynarken “fındık kabuğu kadar yerde oynanır mı?​” derdik ki 175 izleyici falan alır oda tiyatroları. 68 kişi olduğunda “Sumru hanım bir kişi daha alamıyoruz” deniyor burada. 3 bin kişilik salonda da oynayabilirsiniz ama kaç kişiye ulaşırsınız? Kumbaracı 50’nin çok özel, yerli oyunları takip eden ve çoğaltan bir seyircisi var. Teklife karşı da hiç profesyonel davranamadım, okur okumaz tamam dedim.

Bu rolü almanın risk olduğunu düşünmediniz mi, nasıl dönüşler oldu size?

Gerçeği anlattığım zaman, samimi olduğum zaman sevileceğimi biliyordum. Ebru’yla (Nihan Celkan) da konuşuyorduk, bunun bize nasıl bir dönüşü olacak diye... Düşündüğümüzün çok üstünde oldu dönüşü. İnsanlar Umut’la çok ciddi bir empati kurdular. Oyundan çıkarken herkes Umut’u çok seviyordu, bir bakış açısını kırdık. İnsanları sarsan çok sert bir oyun. Ama en sevdiğim tarafı, bu sertliği Umut’un güle güle ortaya koyması.

‘Bir Bülent Ersoy bir ben kaldım bu dünyada” diyor Umut. Bülent Ersoy gibi bir örnek varken daha normalleşmiş olması gerekmez miydi toplumsal tavrın? Bu büyük riyakârlık değil mi?

Tanıdığımız ilk trans kadındır Bülent Ersoy. Ama ona trans demeyiz. Desek belki daha normalleşirdi trans kadınlar toplum gözünde. Ama ikiyüzlüyüz, o reyting kraliçesi ama diğer yandan translara öcü gibi davranılıyor. O sanki Bülent Ersoy olarak doğmuş gibi. İnsanlar üçe ayrılıyor; kadınlar, erkekler ve Bülent Ersoy gibi (gülüyor). Bülent Ersoy’un da bu kavgaya destek vermesini arzu ederdim ben. Belki anlaşılır bir tarafı da vardır; çünkü translar kendi vücudu ile barışık olmayan, yanlış bedende doğduğuna inanan ruhlar. Belki o döneme dönmek istemiyor. Ki o zamanlar bir hastalık olarak görülüyordu transseksüellik. Yeni yeni translar kendi kimliklerini ortaya koyuyor. Ve bu kimlik mücadelesi karşında medya ne yapıyor? Ya bir pazarlık esnasında gösteriyor transları ya mutlaka bir kavgada ya hastane önlerinde... Sürekli kepaze etmeye çalışıyor. Anlamakla tanımakla kimse ilgilenmiyor, onlar üzerinden reyting peşindeler. “Sumru Yavrucuk kötü yola düştü” deyince tıklanacak çünkü “Sumru Yavrucuk yeni oyun yapmış” deyince değil.

HEM UTANCINI HEM BU UTANCIN ŞAHİDİNİ ÖLDÜRÜYORLAR

Umut’un bir Orhan Abi’si var oyunda... Toplumun ikiyüzlülüğünün bi başka yönünü temsil ediyor o da. Belki en tehlikelisini...

Müşterilerinin çoğu bir dişilik bulduğu için değil kendi eşcinselliklerini yaşamak için birlikte oluyorlar translarla. Ameliyatsız translar tercih ediliyor bu yüzden. Umut “ameliyat olsam aç kalırım” diyor. Trans cinayetlerinin çoğu ilişki sonrası gerçekleşiyor zaten. Katil hem utancını hem bu utancın şahidini öldürüyor. Piyasaya çıktıkları her gün acayip homofobik bir toplumda Rus ruleti oynuyor translar. Role hazırlanırken trans arkadaşlardan korkunç hikâyeler dinledim. Çoğunun ailesi öldürtmek istiyor çocuklarını. En iyi ihtimal unutmayı seçiyorlar. Yeni yeni trans aileleri barışmaya başladı çocuklarıyla. “Benim Çocuğum” adında bir belgesel var İf İstanbul’da. Çok merak ediyorum onu. Bizim oyunumuza trans aileleri çocuklarıyla birlikte geldiler. Çok güzel oldu, çok mutlu oldular, çok iyi eleştiriler aldım.

Trans bir kadını bir erkek oyuncunun oynaması daha kolay olmaz mıydı?

Bana da öyle gelmişti, ikna etmeye çalıştım yazarı ama bir biyolojik kadın tarafından oynanırsa daha etkili olacağını söyledi. Ben de onun fikrine saygı duydum. Ama zor oldu tabii... Bir heyecanla kabul ettim ama sonra eyvah ne yapacağım dedim. Yaptığınız şeyler ilk başta size çok suni geliyor. Öğrendiklerinizi unutmak, yeniden başka şeyler yapmak... Ne olursa olsun bir kurum oyuncusuyum, biriktirdiğim pek çok şeyi ters yüz etmek, ezber bozmak sanıldığı kadar kolay değil. Bunları denemek bile benim için paha biçilmezdi.

“Bugünün dünden farksız olduğu bir coğrafyada” Umut için umut var mı?

Nefret suçları yasası çıkıyor. Bunun çok önemli bir aşama olduğunu düşünüyorum. Ağırlaştırılmış cezaların caydırıcılığına inanıyorum. İnsanlar bir şekilde homofobinin üzerimizde nasıl bir ağırlık olduğunu, utanç kaynağı olduğunu anlayacak. Neredeyse trans cinayetleri cezasız kalır hatta haber değeri olmazken bir şeyler değişiyor.  Bu da benim için bir umut.


Çok özel bir hikâyeydi bana göre Ağır Roman. İlk yeraltı edebiyatı örneği. Ben Etiler’de büyüyen bir çocuktum, hiç tanımadığım bir dünyayı açmıştı bana Metin Kaçan. Ama her şey kısıtlanarak nasıl anlatılabilirdi ki bu hikâye? Sanıyorum orda kaybetti o proje. Tina küfürbazın önde gideni, küfredemiyorum, sigara içilmiyor... Ha Nişantaşı’nda çekmişsiniz ha Dolapdere’de. Müzikal kıvamında bir şeyler oldu. Devam eden dizilere baktığınızda yine de çok cesur ve kaliteli bir iş olduğunu görürsünüz. Ama baskı gördü...

Kentsel dönüşüm meselesi değil mi?

Evet... Her yerde inşaat var bu ülkede. Bunu ekranda yaptığınızda hele çok etkili oluyordu. İyi işler yapılamaz demiyorum ama televizyonun sınırlarını görmüş olduk bir kez daha belki... İyi işler yapılabilir ama onaylanmamış işler yapılamaz demek daha doğru herhalde...


HER SAHNEDEN ÖNCE OYUNLA VEDALAŞIRIM

İyi oynamak bir tarafa, çok büyük bir iştahla oynadığınızı düşündüm sizi sahnede izlerken. Seyirciyle kurduğunuz diyalog, doğaçlamalar... Kıtlıktan çıkmış birinin iştahı var sanki...

Ben her oyunumu son defa oynuyormuş gibi oynarım, her sahneden önce vedalaşırım oyunumla. Yapabileceğimin en iyisi neyse ona zorlarım kendimi. Hayat zaten o kadar sürprizlerle dolu ki, belki yarın sahneye çıkamam, o yüzden keşke hakkını verseydim diye bir şey bırakmam hayata dair. Belki o iştah bununla ilgilidir. Rolün peşinden sonuna kadar gitmek isterim. Tek kişilik oyunların sorumluluğu da çok fazla. 60 dakika seyircilerle beraber bir dünya kuruyorum, o dünyaya inanıp, onu sevmeleri gerekiyor. Oyun doğaçlamalarla 70 dakikaya çıktı şimdi. Çok cesaret isteyen bir şey, Sumru Yavrucuk olarak yap deseniz yapamam bunu, ama Umut’a inandırdığınız zaman, seyirci her şeyi kabul eder bir noktaya geliyor. Umut’un samimiyetine inanıp, yavaş yavaş giriyor onun dünyasına seyirci.


EN İYİ YÖNETMEN EN AZ KONUŞAN YÖNETMENDİR

Yönetmen Sumru Yavrucuk’la oyuncu Sumru Yavrucuk iyi anlaştılar mı yoksa kavga ettikleri oldu mu?

(Gülüyor) Ettiler... Oyuncu Sumru Yavrucuk sürekli yönetmenin zamanını çaldığından yakındı, çünkü çok fazla metin üstünde çalıştı yönetmen. Hadi bugün sahneye çıkayım dediğim zaman metni çözerken buluyordum kendimi. Ama her oyundan daha fazla uğraşmadım kendimle. Başka bir yönetmenle çalışırken de bu sürece girerim ben. Bana verileni uygulayan ona bağlı kalan bir oyuncu değilim. Yönetmene kendimi teslim ederim ama ona dekorundan, kostümüne, mizansenine, pek çok malzeme ile gelirim. Yaratıcı oyunculuğa inanırım ben. Yönetmenin komutunu bekleyen tarz bir oyuncu değilim. En iyi yönetmen en az konuşan yönetmendir bana göre.