30 Mayıs 2023 17:33

Fizikokimya bilimleri ve diyalektik*

Bugün çok iyi biliyoruz: “insan tarihinin ve canlı varlıkların dünyası gibi, fiziksel dünya da sürekli ve kesintisiz devinim ve değişimlerle, durmayan bir akışla var olma ve yok olma süreci içindedir.

Fizikokimya bilimleri ve diyalektik*

[…]

PEDAGOJİK ETKİ

Fiziksel dünya organize bir bütündür ve onun parçaları herhangi bir biçimde birbirlerini etkiler. Ve bir olay (fenomen), diğer fenomenlerle olan bağlantısı ölçüsünde açıklanabilir. İşte bu görüşler, klasik, gelenekçi fizikçilere çok tuhaf ve ters düşmektedir. Çünkü bu fizikçiler, fiziksel fenomenleri yalıtırlar ve her bir fenomeni diğerlerinden ayırıp tek başına incelerler. Laboratuvarlarındaki komileri, deney kaplarını vb. aygıtları hep bir fenomeni diğerlerinden ayırmak için kullanırlar ve o “öteki fenomenler” gereksiz ve fazlalık sayılır, onların gözünde. Bununla birlikte böyle bir yöntemin bu şekilde sistemleştirilmesi, klasik fiziği çok büyük düş kırıklıklarına uğrattı. Örneğin o ünlü Foucault Sarkacı deneyini ele alalım. Bununla, dünyanın döndüğünü kanıtlamak amacındaydılar ve elbette bu deney zaten temelde bile çok saçmaydı. Çünkü daha işin başında, dünya-sarkaç sistemini ayırıyorlardı. Sonuç olarak bu deney şunu kanıtlar; dünya, sarkaca göre dönmektedir. Yahut bu duruma göre kullanımı daha esnek olan sarkacın dünyaya göre döndüğünü düşünmek insana daha kolay ve akla daha yakın düşmektedir. Bu durumda klasik fizikçiler kesin olarak iki soruya birden yanıt vermek zorunda kaldılar: Dünya neye göre (neye kıyasla) dönmektedir. İkinci soru da şu: Sarkacın dönmesini engelleyen nedir? Klasik dinamiğin temel postulatına göre yanıtlamaya kalktılar bu soruları; Güneş’in merkezinden çıkan ve sabit yıldızlardan geçen doğru çizgileri örnek alalım, diye başladılar. Tabii biz de buna “sabit yıldızlar” sözü yüzünden karşı çıkıyoruz. Çünkü gerçekten de yıldızlar hızlı devinimlerle sürekli hareket halindedirler. Ama özellikle şu temel itiraz da yapılacak haliyle: Sadece tasarımsal olarak var kabul edilen bu hayali doğru çizgiler, gerçekten bir devinim yaratabilirler mi? Ve de sarkacın dönmesini engelleyebilirler mi? Bu soruyu tam bir çözüme kavuşturmak için, büyük diyalektikçi Einstein’ın Rölativite (izafiyet, görecelik) Teorisi’ni ortaya atmasını beklemek gerekiyordu. Bu teoriye göre, yıldızlar, bir bütün olarak ortak çekim güçleriyle sarkacı tutmaktadırlar ve kendilerine göre sarkacı sabit bir konumda durdurmaktadırlar. Rölativite Teorisine ve “sonlu olan evren” diye adlandırılan hipoteze göre, dinamiğin bütün sorularının çözümünde; bütün yıldızlar birliğini ve onun dünya üzerinde oluşturduğu fiziksel etkiyi hep göz önüne almak gerekir. Şimdi bu söylediğimizi bir başka örnekle pekiştirmeye çalışalım. Göring’n boynundan asılarak idam edildiğini düşünelim. Kendisi ipte 100 kg gelmektedir. Bir başka deyişle o 100 kg’lık bir yerçekiminin etkisi altındadır. Önceleri geleneksel (klasik) fizik, bu ağırlık sorununu Göring ile toprak arasındaki bir olay olarak algılıyordu. Oysa artık Rölativite Teorisi; bunun, yalnızca bedenle toprak arasındaki bir olay olmadığını, evrenin bir bütün olarak tam kütlesinin çekimiyle ilişkili olduğunu ortaya koydu. Eğer evrendeki on yıldızdan dokuzu ortadan silinseydi, şimdikinden on kat daha az bir ağırlığımız olacaktı ve böylece Göring ipte boğazından sıkılıp boğulmaktan paçayı sıyırabilecekti!.. Ama onun hışmına uğramış olan milyonlarca masum insan göklere dua etti ve gerçekten de yıldızlar bir miligram da olsa, onun ağırlığına katkıda bulundular ... Görüldüğü gibi bu yeni Rölativite Kuramı, diyalektiğin mükemmel bir bilim olduğunu doğrulayıp gözlerimizin önüne sermektedir. Evrende he şey, her şeyi etkiler. Örneğin yerden bir kutuyu alıp kaldırdığımızda, araya sayısız ve düşünülemeyecek ölçüde uzaklardaki yıldızların kütlesel etkileri girmektedir.

OLUŞUM

Bugünkü yeni fiziği bundan 150 yıl öncesinin klasik fiziğinden ayıran en önemli özellik şudur: Artık diyalektiğe göre sürekli devinim, evrim, durmadan oluşum ve bitim halinde bir dünya vardır. Geleneksel fizik, bilindiği gibi evrenin değişmez olduğunu ve durağan yıldızlardan, hep aynı devinimleri yineleyen uydulardan oluştuğunu kabul ederdi. Gene aynı şekilde evrenin değişmez ve öz olarak birbirlerinden ayrılmış kimyasal öğelerden oluştuğunu ve orada rüzgarların, dalgaların hiçbir amaca yönelik olmayan düzensiz ve boş devinimleri olduğunu ileri sürerdi. Geleneksel fizik, maddenin korunumu yasaları denilen birtakım bölümlere ayrılıyordu: Enerjinin korunumu, kütlenin korunumu, öğelerin (elemanların) korunumu -evet, bu yasalar yüzyıllar süren zihinsel çabalardan sonra elde edilmiş, ve klasik fizikten önceki ilkel fiziğin içinde bocaladığı karman-çormanlığa çeki düzen getirmişti. Ve alanlarının sınırlarını aşmadığı sürece çok önemli işlevlerde bulundular. Ne zaman ki birtakım dogmatik kafalı metafizikçiler, bu yasaları kendi akıllarınca sistemleştirmeye kalktılar, o zaman tamamen gerçek dışı bir dünya imgesi koydular ortaya. Bildiğiniz gibi, maddenin korunumu yasaları, 100 yıl içinde birer birer evrim yasalarına dönüştüler. Artık bugün çok iyi biliyoruz: “insan tarihinin ve canlı varlıkların dünyası gibi, fiziksel dünya da sürekli ve kesintisiz devinim ve değişimlerle, durmayan bir akışla var olma ve yok olma süreci içindedir.” (Engels). Nasıl ki Marksist diyalektik zaman içinde tarihi bir evrimse, Hegel’in “biri ötekinin yanında” diyalektiğinin karşıtı olan, “birinden sonra öbürü” diyalektiğinin fiziki dünyada, biz fizikçiler için çok büyük önemi vardır.

Evrensel Kültür Dergisi’nin “Bilim” Ekinin 2003 yılında yayınlanan 5. Sayısındaki Francis HALBWACHS’ın yazısından alınmıştır.

Evrensel'i Takip Et