04 Şubat 2023 14:03

HDP'den Demokratik Cumhuriyet Konferansı: Demokratikleşme için Kürt sorunu çözülmeli

HDP'nin düzenlediği Demokratik Cumhuriyet Konferansı Cem Karaca Kültür Merkezinde başladı. Konferansa Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Erkan Baş, Emek Partisi Genel Başkanı Ercüment Akdeniz katıldı.

Fotoğraf: Özlem Abayoğlu/Evrensel

Paylaş

HDP'nin Cem Karaca Kültür Merkezinde, demokratik bir anayasa ve cumhuriyeti yeniden düşünmek amacıyla gerçekleştirdiği Demokratik Cumhuriyet Konferansı başladı. 4 oturum ile 2 gün sürecek konferansın açılış konuşmasını HDP Eş Genel Başkanları Pervin Buldan ve Mithat Sancar yaptı.

"TÜRKİYE HALKLARININ TOPLUMSAL SÖZLEŞMEYE İHTİYACI VAR"

Ülkenin kritik süreçlerden geçtiğini, çıkış yolu arandığını ve bu konferansın da çıkış yolunu birlikte aramak için gerçekleştirildiğini söyleyen Mithat Sancar, "Hedef demokratik cumhuriyet, hedef eşit yurttaşlık. Cumhuriyetin önemli özellikleri var, bunların başında meşrutiyetin gelenekten ve gökyüzünden kurtarıp yeryüzüne indirmesi geliyor fakat yeryüzüne indirip halka teslim edilmeliydi" dedi.

Hedefin, özgürlükçü ve demokratik bir Türkiye olduğuna vurgu yapan Sancar, "Birlikte konuşmalı, birlikte yürümeliyiz. İhtiyacımız olan şey siyaseti özgürleştirmek, bireylerin toplumda eşit ve özgür yaşamasını sağlamak, büyük barışı hayata geçirmektir. Herkesin kendini özgürce ifade edebildiği bir yaşam kurduğumuzda barışı yaratabileceğiz. Bizim Türkiye halkları olarak toplumsal sözleşmeye ihtiyacımız var. Kamusal bir alanı birlikte yaratmalıyız. Toplum olmaya doğru gitme noktasında ciddi çabalarımız olmalıdır" diye konuştu.

Cumhuriyetin ikinci yüzyılında aynı kısır döngülerin yaşanmaması gerektiğine dikkat çeken Sancar," Tek çıkış yeni, demokratik, özgür bir başlangıçtır. Bunun için birlikte düşünmeye, üretmeye ve yürümeye ihtiyacımız var. Tekçi anlayıştan, devleti meşruiyet kaynağı olarak gören zihniyetten kurtulmak gerekiyor. Seçimler yaklaşıyor ve demokratik yollarla kazanacağız.  Kaybettirmek yetmez, birlikte kazanmamız gerek. Eşit yurttaşlık hedefine yönelik özgür bir toplumsal sözleşme, büyük barış yeni yüzyılda hedefimizdir. Bir araya gelince mutlaka kazanacağız" diyerek sözlerini tamamladı.

"MESELE SİYASETİN KAZANILMASI DEĞİL 85 MİLYONA DEMOKRASİ DÖNEMİNİ KAZANDIRMAKTIR"

Sancar'ın ardından konuşmasına başlayan Pervin Buldan, konferansın sonuçlarının bundan sonraki çalışmaları belirleyeceğini söyledikten sonra, "Savaşların, krizlerin peş peşe yaşandığı dönemde krizden çıkmak için demokrasi ve adalet mücadelemizi büyütmemiz gerekiyor. Bu iklimde en geniş demokratik cumhuriyet birlikteliğini oluşturmak için büyük çaba göstereceğimizden kimsenin şüphesi olmasın" ifadelerini kullandı.

Türkiye halkları olarak bütün inanç ve kimlikleri, farklılıkları dışlayan aklın yaratmaya çalıştığı tekçilik hegemonyanın ülkeyi çöküşe götürdüğünü söyleyen Buldan, "Cumhuriyetin ikinci yüzyılının güçlü bir toplumsal barışla, emeğin hakkıyla buluşması hepimizin sorumluluğudur. Yeni bir siyasi akılla bu hedefe hep beraber yürüyebiliriz. Mesele siyasetlerin kazanması değil eşit ve özgür bir ülkede yaşamak isteyen 85 milyona demokrasi dönemini kazandırmaktır" dedi.

Kürt sorununun çözümsüzlüğünün bütün sorunlara kaynaklık ettiğini ve cumhuriyetin demokrasi ile buluşmasının önündeki en büyük çatlak olduğunu söyleyen Buldan, "Kürt sorununu demokratik, barışçıl olarak çözebiliriz. Hakikatlerle yüzleşmek, hesaplaşmak, toplumsal yaraları sarmak aynı acıların yaşanmayacağının en büyük teminatı olacaktır. Kadınların özgürlüğü ve eşitliği ile bir cumhuriyet demokrasiye kavuşabilir" diye konuştu.

AHMET TÜRK: KÜRT HALKININ TALEPLERİ DOĞRU BİR TEMELDE ANLATILMASI GEREKİYOR

"Cumhuriyet: Yüzyılın Muhasebesi" başlıklı ilk oturumun moderatörlüğünü Süreyya Karacabey'in yaptığı bölümde; Ahmet Türk, Murat Belge, Necmiye Alpay, Oya Baydar, Rıza Türmen ve Sırrı Süreyya Önder konuşmacı olarak katıldı.

Rahatsızlığı sebebiyle konferansa online olarak katılan Ahmet Türk, bugünü anlamak için geçmişin değerlendirilmesi gerektiğini söyledi. Türk, "Kürt halkının taleplerinin Türk halkına doğru bir temelde anlatılması gerekiyor. Kürtlerin asla ve asla Türkiye'yi bölme gibi bir niyetlerinin olmadığını, Türk ve Kürt halkının ortak, demokratik, eşit bir konumda olduğunu anlatmamız gerekiyor. Eğer gerçekten bir kucaklaşma olsun isteniyorsa bu ancak Kürt sorununun çözülmesi ile mümkün olacaktır" ifadelerini kullandı.

MURAT BELGE: 'DEMOKRASİYİ KONUŞACAĞIZ AMA İÇİNDE KÜRTLER OLMAYACAK' DİYORLAR

Türk'ün ardından yazar, edebiyat eleştirmeni, çevirmen Murat Belge söz aldı. Cumhuriyetin yüzyılının muhasebesinin demokrasi çevresinde parlak sonuçlar vermediğini söyleyen Belge, "Cumhuriyet tarihi dediğimiz şeyin batılılaşma kararlarının verilmesiyle birlikte Cumhuriyetin kuruluşundan önce başladığını söylemek gerekir. Bugün geldiğimiz noktada hayatımızın kaç yılını demokrasi içinde geçirdiniz diye sorsak pek çok bir şey söyleyemezsiniz. Bu serüvenin sonuna gelmesek de yaklaştığımızı düşünüyorum. Seçime yaklaşıyoruz. Nedir bu kritik dönem? Bu ikinci diktatörlük çerçevesinde bir seçim daha kaybedersek ne olacağını tahmin etmek zor. Böyle bir durumda olmamıza rağmen bir mesafe aldık mı? Bir takım çözülemeyen sorunlar var. Bugünlerde HDP’nin aday çıkarıp çıkarmayacağı tartışılıyor" ifadelerini kullandı.

6'lı masaya da değinen Belge, "Çıkarılan metinlerin övgüye değer yerleri var ama hâlâ çözülememiş yerleri var. 'Şu ortamda hala demokrasiyi konuşacağız ama bu konuşmanın içinde Kürtler olmayacak' diyorlar. İçinde HDP'nin olmadığı bir 6'lı masayla demokrasiye ulaşmaya çalışıyoruz" dedi.

NECMİYE ALPAY: ÇOĞU KİŞİ ANADİL NE DEMEK BİLMİYOR

Belge'nin monuşmasının ardından dilbilimci, çevirmen, yazar Necmiye Alpay konuştu. Hatırladığı en demokratik seçimin gerçekleştirildiği tek yılın 1965 seçimleri olduğunu söyleyen Alpay, 2000'li yıllarda dil üzerine çalıştığında Türkiye'de dil bilimin çok az geliştiğine, toplum dilleri diye çalışmalar olduğuna değinerek dil biliminde anadili kavramından bahsetti. Cumhuriyetin kuruluş temellerinden birinin laiklik olduğuna ama laikliğin esasının din esasına dayalı bir toplum olmaktan çıkıp modern bilime dayalı bir toplum olmak olduğuna değinen Alpay, "Gerçekliğin büyük bir parçası gösterilmemek için büyük çaba sarf edilmiş ve anadil saklanmış. Çoğu kişi anadil ne demek onu bile bilmiyorlardı. Bugün anaokulundan liseye çocuklar anadilin ne olduğunu bilmiyorlar. Bu meselenin laisizmle ve laisizimin gelişmesiyle çok yakın ilgisi var" diye konuştu.

Türkiye'nin kuruluşunda kapitalizm tercihi yapıldığını söyleyen Alpay, "Kapitalizmin Türkiye'de bugün geldiği aşamada sermaye birikimi belirleyici oluyor. Cumhuriyet uzun süre devlet eliyle sermaye biriktirmeye çalışıyordu ancak geldiğimiz aşamada sermayesini götürecek yer arıyor, emperyalistleşmeye çalışıyor" diye konuştu. İktidarın antiemperyaliszm söylemlerine değinen Alpay, "Küçük emperyal büyük emperyallere kafa tutuyor 'bana da pay ayırın' diyor." dedi.

Toplumumuzda belirleyici kavramların 'terörist, terör' olduğunu söyleyen Alpay," Bu kavramın da önümüzdeki yüzyılda önemli bir zeminde oturacağını düşünüyorum" dedi.

OYA BAYDAR: NEDEN DEMOKRATİK CUMHURİYET HÂLÂ BİR ARAYIŞ

"Niye biz bugün hâlâ bu haldeyiz, neden demokratik cumhuriyet hâlâ bir arayış" sorularıyla konuşmasına başlayan Oya Baydar, Cumhuriyetin kuruluşu ile ilgili "Bu bebek ilk günahla doğdu, bu günah da ulus devletin Türk cumhuriyeti olarak kurulması, diğer hiçbir halkın tanınmamasıdır" dedi. Cumhuriyetin kuruluş yıllarından bahseden Baydar, "Osmanlı yıkılıyor, toprakları bölünüyor, halklar bağımsızlıklarını elde ediyor, arkasından 1. Dünya Savaşı, Sevr derken topraklar elden gittiği gibi bugünkü Anadolu da elden çıkmış durumda. Bu arada da Mondros ve Sevr ile Kuzeydoğu'da bir Ermeni devletinin kurulması, Kürt bölgelerinde de bir yıl içinde kurulacak bir Kürt devleti söz konusu" diyerek dönemin koşullarından bahsetti.

Cumhuriyetin kuruluşunda 'vatanın bölünmez bütünlüğü' üzerindeki kaygıların halkın içinde de etkin olduğunu söyleyen Baydar, "23 Anayasasından önce Kürtlerin ve Türklerin kurucu olduğu Türkiye Devleti, 23 Anayasası ile birlikte Türk Devleti deniyor ve ortaklık bitti" diye anlattı.

1925 yılına gelindiğinde Kürtlerin bölücü bir tehdit olarak algılandığı söyleyen Baydar, "Bu koşullarda devletin koyu merkeziyetçi, baskıcı olması mecburi olduğu ve vatanın bölünmemesini bu sebeple sağlayacağı algısı artıyor" dedikten sonra "Ulus devletin Türklük üzerinden kuruluşu bize bu günleri inşa ediyor. Ayrıca devletin kurulduğunda milleti de oluşturmak için 'makbul vatandaş' teriminin yaratıldı. Makbul vatandaş Türktür diyor ama yalnızca bununla da sınırlı kalmıyor" dedikten sonra "Devlet, halka hizmet etmesi gereken bir şey değil baş üstünde tutulacak bir şey olarak görülüyor. O zaman önceden işlenen her şey bir vaat olarak kalıyor" diyerek cumhuriyetin kuruluşundan bu yana demokrasinin durumunu ve cumhuriyetin gelişimini anlattı.

RIZA TÜRMEN: SİYASET, PARTİLERİN YÜRÜTTÜĞÜ DEĞİL HALK KİTLELERİYLE YÜRÜTÜLEN BİR ETKİNLİK OLMALI

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) eski Yargıcı Rıza Türmen ise bu zamana kadar demokratik bir cumhuriyetin var olmadığını, yeni bir şey inşa edilebilecek bir dönemde olduğunu söyledi. Türmen, cumhuriyetin ilk ortaya çıkışı ve Türkiye'deki yansımalarından bahsetti. "Türkiye'de cumhuriyet bir devrimden sonra kurulmuş ve çok şeyi kabul ettirebilmiş. Ancak gelişmemiş" diye konuşan Türmen, "6 oka baktığımız zaman içinde ne demokrasi vardır ne de insan hakları. Bu ilkelerin en temelinde devletçilik bulunur" dedikten sonra Türkiye'de kapsayıcı bir vatandaşlığın 'herkes Türktür' diyerek oluşturulduğunu ve diğer tüm halkların görmezden gelindiğini söyledi. Tek kimlikli vatandaş yaratılmak istendiğini söyleyen Türmen, "Demokrasinin içinde demos yani halk yoktur. Yeni bir demokratik cumhuriyet yaratılacaksa bunu halkla nasıl yapabiliriz diye düşünmemiz lazım ve hak eksenli bir vatandaşlık oluşturmak gerekmektedir" dedi.

Altılı masanın da katılımcılıktan bahsettiğini ama bunu nasıl gerçekleştireceğine değinmediğini söyleyen Türmen, "Türkiye'de halkın siyasetin içine çekilmesi olmalı. Siyaset, siyasi partilerin yürüttüğü değil halk kitleleriyle yürütülen bir etkinlik olması lazım. Katılımcı demokrasi dediğimizde halkın belirli imza toplayıp mecliste gündem yaratması, kanun teklifinde bulunmasıdır. Katılımın başka bir yönü ise yerel demokrasidir. Bugün bunu göremeyiz çünkü merkez, yerel üzerinde baskı kurar ve nefes aldırmaz" dedikten sonra yerel demokrasinin ön plana çıktığı ve ademi demokrasinin mümkün olduğu hususta Kürt sorununun bile daha kolay çözüleceğini söyledi. Türmen ardından altılı masada Kürt sorununun dile getirilmemesini eleştirdi.

SIRRI SÜREYYA ÖNDER: PARLAMENTERİZMDEN NE HAYIR GÖRDÜK Kİ GÜÇLENDİRİLMİŞİNDEN GÖRELİM

İlk oturumunun son konuşmasında Sırrı Süreyya Önder söz aldı. Konferansta LGBTİ'lerin konu edilmemesini eleştiren Önder, "Öncelikle bir özeleştiri ile başlamak istiyorum. Burada cumhuriyet ve cumhuriyetle ilişkisi olan her kesime demokratik cumhuriyet tahayyülü verilmiş LGBT kurum temsiliyeti ıskalanmış. Kuvvetli bir özür ve yeni bir platformla bunun telafi edilmesi gerekiyor. Kimsenin hatırını yıkmak istemem ama devletin, iktidarın, son anayasa değişikliğinde kadın ve aile kurmak istediği ilişki, zindan ilişkisinden farkı yok. Düşmanlarınızı seçerken dikkat edin, ileride onlara benzeyeceksiniz" diye konuştu.

Konuşmasına devam eden Önder, "Elimizde çözümlerimiz var hep vardı. Kavramlar ve kavramsallaştırmayla başlıyor her şey. Güçlendirilmiş parlamenter sistem dedik. Biz parlamenterizmden ne hayır gördük ki güçlendirilmişindem görelim. Parlamenter rejim dediğimiz zaman tarihe büyük bir ihanet ediyoruz demektir" ifadelerini kullandı. 

"Türklük buraya 150 atla gelmiş ve bir söz üzerine burayı yurt edinmişler. 'Biz 72 millete bir nazarla bakarız' lafı bu toprakların çok inançlı olduğunu bilerek başlar. Bunun yolu çoklu bir hukuk geliştirmektir, bunu da yaptı ve burayı yurt edindi Cumhuriyetin kuruluşuna kadar" dedikten sonra artık silahla bile kendi birliğini sağlayamadığını söyledi. 'Yurtta sulh cihanda sulh' cümlesine değinen Önder, "Bu cümle batıya, size karışmayacağım demektir ve Türkiye bu cümleyle 100 yıllık bir avans almıştır" dedi.

Gelişimin, değişimin çok önemli olduğunu söyleyen Önder, "Bu düzen değişmezse CHP'li, İYİ Partili vs. hayatlarında psikolojileri dışında hiçbir şey bozulmaz fakat başta da söylediğim gibi LGBTİ'lerin ve bizlerin hayatlarında çok şey değişir" diye konuştu.

2. OTURUM: CUMHURİYETİN KURUCU DİNAMİKLERİ

"Cumhuriyetin Kurucu Dinamikleri" başlıklı oturumunun moderatörlüğünü Ayşegül Devecioğlu yaptı. Oturumda Hamit Bozarslan konferans bağlantısı ile yaptığı konuşmasında 'Cumhuriyetin kuruluşunda Kürtler'i anlattı. Ardından 'Cumhuriyet bir sözleşme miydi' konusuyla Barış Ünlü ve 'Demokratik bir milliyetçilik neden olmadı' başlığıyla Tanıl Bora söz aldı.

'TÜRKLER VE KÜRTLER AYRIŞTIRILDI'

Cumhuriyetin ikinci yüzyılında 'Türkiye nasıl kuruldu, kim kurdu, kime karşı kuruldu' sorularının sorulması gerektiğini söyleyen Bozarslan, Osmanlı döneminde uygulanan politikalara değindi. "O dönemde Kürt hareketinin en önemli meselesinin Suriye, Irak ve Türkiye Kürtlerinin birleştirilmesi yeni bir bölünmeye uğramamasıydı" şeklinde konuştu.

Cumhuriyet döneminde Kürtlerin ihanetle yüz yüze kaldığına vurgu yapan Bozarslan, "Türkler ve Kürtler ayrı etnik sınıflar olarak ayrıştırıldı" dedi.

DEMOKRATİK BİR MİLLİYETÇİLİK NEDEN OLMADI?

Faklı bir milliyetçilikten ve bu milliyetçiliğin nadir örneklerinden bahseden Bora, vatan sevgisinin, milliyetçiliğin insanı sevmekten ve toplumu geliştirmekten ileri geldiğini anlatan örnekler verdi. "Bu örneklerin bu kadar az olması bize Türk milliyetçiliğinin karakteri hakkında çok şey anlatıyor ama bunu söyleyip defteri kapatmak silik bir örnek olabilir. Onun yerine bu örneklerin çoğalmasını ummak daha cazip. Bugün muhalefetteki iyi milliyetçilerin ya da kendisini milliyetçi olarak tanımlamayanların bile insanı sevmekten gelen ışıkları olmaması beni üzüyor" dedi.

"TOPLUMSAL SÖZLEŞME MODERNİTEYE ÖZGÜ BİR FENOMEN"

Toplumsal sözleşme kavramından bahseden Ünlü, modern dünyanın birbirine paralel ve birbirini tamamlayan 2 iktidar çerçevesinde geliştiğini söyledi. Bu iki farklı egemenlik mantığının da sözleşme ve sömürge olduğundan bahseden Ünlü, "Yeni Türkiye devleti yatay dinamikleriyle sadece Müslümanların olmuştu. Sonradan bu Müslümanlık sözleşmesinin daraltıldı ve Müslüman ve Türk yurttaş oldu" diye anlattı. Bu iki egemenlik mantığının sadece Türkiye'ye ait olmadığını söyleyen Ünlü, "Moderniteye özgü bir fenomen bu. Bir yandan siyaset açısından sözleşme çok kullanışlı bir metefor. Yeni anayasa çağrıları, davetler yapılabilir. Bir yanda bu var. Diğer yandan ise sömürge legal siyaset yapmaya uygun değil. Bu ikilik bir şekilde açılmadan demokratik cumhuriyet denen şeyin de kurulabileceğini sanmıyorum" ifadelerini kullandı.

2. oturum sona erdikten sonra ara verildi. Aranın ardından başlayan 3. oturumun moderatörlüğünü Zerrin Kurtoğlu yaparken, konusu yine "Cumhuriyetin Kuruluş Dinamikleri" oldu. 3. oturumda Özgür Öztürk, Hülya Osmanoğlu ve Ayhan Yalçınkaya söz aldı.

'İŞÇİ SINIFI GENİŞLEDİ, TEKELLER BÜYÜDÜ'

"Türkiye'de Kapitalizmin 100. yılı" başlıklı konusuyla Cumhuriyet döneminde kapitalizmi anlatan Öztürk, "30'larda 1.sanayi politikası 2. Dünya Savaşı ile birlikte sona erdi. 60'lar sonrası sanayinin ve sanayicilerin özellikle koruma altına alındığını söylemek mümkündür ve Türkiye bu dönemde sanayileşmiştir diyebiliriz. Kapitalist üretimin en tipik sonucu işçileşme olarak çıkıyor. Cumhuriyet kurulurken halkın büyük çoğunluğu işçi değilken bugün öyle. Bunun bir getirisi de kente göç olduğunu görüyoruz" ifadelerini kullandı.

İşçi sınıfının büyüdüğünü söyleyen Öztürk, "Sermaye sahipleri, tekeller de büyüdü. Tekelleşme demek kısa sürede yüksek kar elde etmek demek. Bu şekilde elde edilen birikim de başka sektörlere devrediliyor. Bu sadece bize özgü bir şey değil. Bizim gibi 3. kuşak ülkelerin hepsinde böyle holdingler meydana geldi ve Türkiye bu durum 1980 yılında başladı" diyerek kapitalizmin Türkiye'deki tarihini anlattı.

'ŞİMDİ İSE KADINLAR AİLEYE HAPSEDİLMEK İSTENİYOR'

"Cumhuriyetin Kuruluş Dinamiği Olarak Patriyarka ve Feminist Mücadele" başlıklı konusuylacCumhuriyetten bu yana kadın sorununu değerlendiren Hülya Osmanağaoğlu, AKP iktidarının kadınlar ve LGBTİ'ler üzerindeki baskısına ve İstanbul Sözleşmesi' ne değindi. Yüzyıl boyunca yapılan tartışmaların laiklik tartışması olarak ortaya çıktığını söyleyen Osmanağaoğlu, "Cumhuriyetin Kuruluş yıllarından bu yana feminist hareketine yönelik kadınları kutuplaştırma politikası söz konusudur" ifadelerini kullandı.

İttihat Terakki'nin "Müslüman kadın" vurgusunu Cumhuriyetten sonra "Türk Kadını" vurgusuna döndüğüne dikkat çeken Osmanağaoğlu, kadınların işçileşmesinden, örgütlenmesinden, politikleşmesinden ve Cumhuriyet döneminde feminist hareketin oluşmasında da bahsetti. Konuşmasının sonunda Osmanağaoğlu, "Şimdi ise kadınlar aileye hapsedilmek isteniyor, LGBTİ arkadaşlara baskılar sürüyor" vurgusunu yaptı.

'DİNE KARŞI OLMAK DEVLETE KARŞI OLMAK ANLAMINA GELİYOR'

Ardından söz alan Ayhan Yalçınkaya ise "İnançlar ve Cumhuriyet" başlığı altında cumhuriyetin kuruluşundan bu yana inançların ayrıştırılmasını anlattı. Din ve devlet arasında bir çelişki ve tutarsızlık olduğu konusunun aşılması gerektiğini söyleyen Yalçınkaya, 'Din ile devlet iç içedir. Bu sebeple insanlar din düşmanı ilan ediliyor çünkü dine karşı olmak devlete karşı olmak anlamına geliyor' dedi.

4. OTURUM: CUMHURİYETİN ANAYASAL SERÜVENİ

Demokratik Cumhuriyet Konferansı’nda sunum yapan Levent Köker, milliyetçilik ideolojisinden vazgeçilmesi gerektiğinin altını çizerek, demokratik cumhuriyetin toplumun kendine ait anayasasının tasavvur edilmesi gerektiğini söyledi.

Demokratik Cumhuriyet Konferansı, “Cumhuriyetin anayasal serüveni” başlıklı oturumla devam etti. Sevilay Çelenk moderatörlüğündeki oturumda, Murat Sevinç, Dinçer Demirkent ve Levent Köker’in sunum yaptı.

KURTULUŞ SAVAŞI ANAYASASI

Murat Sevinç, “1921 Anayasası: İmkan, ütopya, pragmatizm” başlığı altında sunum yaptı. Sevinç, 1921 Anayasa’sının önemine değinerek, “1921 Anayasası, Kürt sorunu olarak adlandırılan sorunun bir ürünü. Anayasa kısa bir anayasa, kısa sürede uygulanmamış. Nerede uygulandığı belli olmayan bir anayasa. Kürt siyasal hareketin daha çok ilgisini çeken bir anayasa. Kuruluş aşaması olduğu için, kısacık anayasanın yarısı yerel yönetimlere ayrıldığı için coğrafik gereklilikler göz önünde bulundurularak, muhtariyet kısmı ilgi çekiyor. 1921 Anayasası Kurtuluş Savaşı anayasasıdır. Yerel, yerelleşme meselesi bunula sınırlı değil” diye belirtti.

HALKIN KENDİ KADERİNİ TAYİN HAKKI

“1924 Anayasası: ‘İmkanı kapatan ikinci kuruluş mu?​” başlığı altında konuşan Akademisyen Dinçer Demirkent, Cumhuriyet’in yüzüncü yılına girerken yeni bir başlangıç üzerinden tartışmaların önemli olduğunu söyledi. 1921 Anayasasının önemli yeni bir başlangıç olduğunu ancak Cumhuriyetin altı maddelik anayasa üzerinden kurulduğunu belirten Demirkent, “1921 anayasasının birinci maddesinin ikinci cümlesi, halkın kendi kaderinin tayin hakkıdır. Bir daha bu madde hiçbir anayasada yer almadı. Bütün Anadolu’da bu dönem raporlar yazılıyor, sunuluyor. Bu raporların temelinde hangi millet en çok nerede? Milletlerin sicillerini ortaya koyan, bir biriyle karşılaştıran bir rapordu. Sonuçları tahmin edersiniz, Kürtlerin karakterlerine ilişkin görüşler var. 1921 anayasasında var olan haklın kendi kaderini tayin hakkı, o dönem çok yaygın bir görüş. Lozan görüşmelerinde de bu vurgulanır” diye belirtti.

1924 ANAYASA’SINDA EGEMEN KARARI

1924 Anayasası’nın 1920’nin temel mevzularının tartışılmadığını belirten Demirkent, sözlerini şöyle sürdürdü: “Ülke nüfus ve egemenlik bakımından doğrudan saf siyasi temsilin olduğu bir egemenlik kuruldu. Doğrudan demokrasiye yol açan madde değiştirildi. İkinci olarak 1924 Anayasası’nın 11’inci maddesinden sonra olan kısım hiç tartışılmadan vesayet ve hiyerarşi usulüyle kabul edildi. Halkın kimliğine ilişkin ciddi bir tartışma yürütüldü. 88’inci madde bugünlerde de gündeme geliyor. O maddede bugün 1982 anayasasında ‘Türktür’ maddesinin, ‘Türkiye devletine vatandaşlık bağı olan herkes Türktür’ maddesi eklenir. O madde tartışılırken, Ermenilere Türk diyebilir miyiz? Onlara Türk dersek, uluslararası hukukta sıkıntılar yaşanabilir. Artık egemenin kim olduğuna ilişkin kararın 1924 anayasasıyla verildiğini görüyoruz.

“HER ŞEY YASAKLAMAYA MUKTEDİR”

Meclis olmanın ve mebus olmanın yarattığı güç var. 1924 Anayasası bir yanıyla arada duran gibi görülür. 1923’te kurulan ikinci meclis, acaba kurucu meclis miydi? Herhangi bir anayasa önerisi gelmeden, Anayasa Komisyonu anayasa yapım sürecini başlatıyor. Nüfusa, ülkeye ve egemenliğe ilişkin yeni bir siyasal karar var, bu da anayasal yansıması olarak ortaya çıkıyor. Devletin kuruluşunu belgelemek değil, ikinci bir kuruluş belgelemek adına yapılıyor. 1928 değişikliği, Cumhuriyetin en önemli adımlarından biri olarak gördüğümüz ilkeler tanımlanıyor. Anayasadaki bütün dini ifadeler çıkarıyor, kadınların seçme ve seçilme hakkı giriyor. 1937 değişiklikleri, partinin ilkelerinin anayasaya girmesidir. Parti ve devletin özdeşlemesi var. Bu parti dışında her şey yasaklamaya muktedir.”

KÖKER: YENİDEN İNŞA CİDDİYE ALINMALI

Levent Köker, 1961 ve 1982 Anayasalarının Demokratik Cumhuriyet açısından eleştirisi” başlığı altında sunum yaptı. Yeniden inşa süreci üzerinde duran Köker, şunları söyledi: “Yeniden inşa gerçekten ciddiye alınmalı. Bu konferans bunun neden ciddiye alınması gerektiğini gösterdi. Hukukta bir prensip var, kanunlar anayasaya aykırı olamaz. Normlar birbirini doğurur. Anayasanın da üstünde bir norm yok mudur? Vardır. Normlar olması gerekeni ortaya koyar. Türkiye Cumhuriyeti’nin, 1924, 1960, 1982 anayasasının normlarını arıyorsanız, 1921 olabilir. Bir toplum oturur, kendi kimliğinin ne olduğu üzerine bir karara varır, dostunu ve düşmanlarını da tanımlar, anayasal düzenini inşa eder. Tarihten bu anlamda kaçamıyoruz. Saltanatı kaldırdığınız zaman elimizde bürokrasi ve Türkiye ahalisi var. Bu bürokrasi de askeri bürokrasidir.”

Konferans, yarın “2. yüzyıla girerken: Demokrasi ve Cumhuriyet”, “Demokratik Cumhuriyet ve siyasal-toplumsal güçlerin mücadele arayışı” ve “Nasıl bir gelecek, nasıl bir Cumhuriyet?​” başlıklı oturumlarla devam edecek. (İstanbul/EVRENSEL)

ÖNCEKİ HABER

Ölüm Gemisi São Paulo okyanusa batırıldı

SONRAKİ HABER

CHP’nin Basın Özgürlüğü Raporu | Erdoğan‘ın ‘Basın artık daha özgür’ dediği ayda gazetecinin kaderi değişmedi!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...