Suriye’nin kuzeyinde cihatçıların rant ve güç savaşı

Suriye'nin kuzeyinde cihatçı gruplar arasındaki rant ve güç çatışmalarını ve Türkiye yönetiminin aldığı pozisyonu Evrensel Yazarları Hediye Levent ve Yusuf Karadaş ile konuştuk.

24 Ekim 2022 04:32
Son Güncellenme Tarihi: 24 Ekim 2022 21:08
Paylaş

Cihan ÇELİK
İstanbul

Geçtiğimiz haftalarda Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’de iktidarın desteklediği Özgür Suriye Ordusu/Suriye Milli Ordusu (ÖSO) kontrolündeki el Bab’ta bir sosyal medya aktivisti ve eşinin öldürülmesinin ardından ÖSO’cu gruplar arasında başlayan çatışmalara, İdlib’i kontrol altında tutan el Kaide bağlantılı Heyet Tahrir el Şam’ın (HTŞ, eski adıyla el Nusra) ÖSO’cu bir gruba destek vererek dahil olmasına ve ardından Afrin’i ele geçirmesine tanık olduk.

Süreci kısaca hatırlarsak; el Bab’ta sosyal medya aktivisti ve eşini öldürenin ÖSO’ya bağlı Hamza Tümeni olduğu ortaya çıktı. Bunun üzerine ÖSO’cu iki grup arasında çatışmalar başladı. ÖSO’ya bağlı bir grup, Hamza Tümeninin Afrin çevresinde kontrol ettiği birçok binayı ve karargahı ele geçirdi. İdlib’deki Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) ise Hamza Tümenine destek olmak üzere devreye girdi, Hamza Tümeninin elinden alınan yerleri geri ele geçirmeye başladı. HTŞ, hızla Afrin’e ilerledi. Türkiye yönetimi ise bu noktada arabulucu olarak devreye girdi. Son bilgiler HTŞ’nin ilerleyişinin durduğu ve İdlib’e çekildiği yönünde olsa da, yerel kaynaklar HTŞ’nin Afrin’e perde arkasından yönetecek bir ekip bıraktığını belirtiyor.

Aktivistin ve eşinin ÖSO’ya bağlı Hamza Tümeni tarafından öldürülmesi çatışmaları tetikleyen bir olay gibi görünse de, insan kaçırma, petrol gelirleri başta olmak üzere bazı gelirlerin paylaşılması, rant, fidyecilik ve kadın ve çocukların satılması gibi pek çok insanlık ve hukuk dışı eylemler bu gruplar arasındaki kavganın merkezinde yer alıyor.

İdlib’i kontrolünde tutan cihatçıların, Türkiye’nin desteklediği ÖSO’ya bağlı iki grubun çatışmasına neden dahil olduğunu, Afrin’e kadar nasıl bu kadar rahat ilerlediğini, Türkiye’nin HTŞ’nin ilerlemesine bir süre sessiz kalıp sonra ÖSO ile uzlaştırmasının ne anlama geldiğini Gazetemiz Yazarları Hediye Levent ve Yusuf Karadaş ile konuştuk.

LEVENT: HTŞ’NİN EN BÜYÜK MOTİVASYONU KAÇAKÇILIK HATTINDAN PAY ALMAK

ÖSO’nun iki grubu kendi arasında çatışırken, İdlib’deki cihatçı HTŞ sizce neden devreye girdi?

Hediye Levent: Türkiye’nin desteklediği ÖSO çatısı altındaki iki grubun çatışması her şeyden önce Türkiye’nin desteklediği silahlı gruplar arasında birlik olmadığını ortaya koyan bir durum. Aralarında çok ciddi problemler var ama bu çatışmalarla birlikte iyice ortaya dökülüp saçılmış oldu. Türkiye’nin desteklediği gruplar içinde farklı profilde olanlar var; İdlib’deki cihatçılara yakın olanlar, Suriye’nin kuzeyindeki kaçakçılık hattını, parayı, silahı, elde ettiği gücü korumaya çalışanlar, cihatçı yapılarla gücü ve rantı bölüşmek isteyenler var. Ankara her ne kadar dile getirmek istemiyor olsa da o bölgeyi yakından izleyenler ve yerel kaynaklar, Türkiye’nin desteklediği gruplar arasındaki çatışmaları, infazları, adam kaçırmaları aktarıyorlar, bu yeni bir şey de değil. Türkiye’nin bu gruplar üzerinde büyük bir kontrolü olduğu da söylenemez.

Son olayda da HTŞ, Türkiye’nin desteklediği ÖSO grupları içindeki silahlı bir grubu (Hamza Tugaylarını), diğer bir silahlı gruba karşı korumak üzere devreye girdi. İdlib’deki cihatçıların (HTŞ) devreye girmesinin en büyük motivasyonlarından biri, Suriye’nin kuzeyinde Afrin’in de dahil olduğu özellikle Azez’in dahil olduğu kaçakçılık hattından pay almak.

"HTŞ’NİN AFRİN’İ PERDE ARKASINDAN YÖNETTİĞİ SÖYLENİYOR"

Sahada son durum nedir? HTŞ, Türkiye’nin desteklediği grupların kontrolündeki Afrin’den çekildi mi?

HTŞ, Afrin’e kadar ilerledi. Afrin’den çekildiğine dair birtakım haberler yer aldı. Türkiye’nin devreye girerek tarafları anlaştırmaya uzlaştırmaya çalışması günlerdir sürüyor. Bu çerçevede yapılan bir anlaşma olduğunu biliyoruz. Anlaşmaya göre HTŞ’nin Afrin’den çekilmesi gerekiyor. Görünüşte HTŞ Afrin’den tankını topunu, makineli silahlarını, militanlarını alarak İdlib’e çekildi. Ama yerel kaynaklar ve benim kaynaklarım HTŞ’nin hâlâ Afrin’de küçük ama etkili gruplar bıraktığını, bu grupların da Afrin’i perde arkasından daha şimdiden yönettiğini söylüyorlar. O da nasıl gerçekleşiyor: Kurtarmak için çatışmaya girdiği Hamza Tugaylarının bayraklarını kullanıyor büyük ölçüde.

Asıl mevzu şu; Türkiye HTŞ’yi Afrin’den tamamen çekilmeye zorlayacak mı zorlamayacak mı? Çünkü HTŞ’nin Afrin’e kadar uzanması Türkiye’nin desteklediği silahlı gruplar açısından oldukça riskli bir durumu ortaya çıkarıyor. Türkiye sınırı üzerinden düşünüldüğünde, daha geniş bir araziyi, alanı kontrol eden bir HTŞ var orada. Aynı zamanda HTŞ, Suriye’nin kuzeyindeki kaçakçılık, silah ticareti vs. hatlarında ortaya çıkan pastadan daha büyük pay alacak böyle bir durumda.

"İDLİB’E SIKIŞAN CİHATÇILAR İÇİNDE GERGİNLİK YÜKSEK"

HTŞ’nin Suriye’nin kuzeyinde Azez kasabasına ilerlemeye çalıştığını da biliyoruz. Türkiye, Azez’e girmesini engellemek için bir bariyer oluşturdu, bazı yerleşim yerlerine doğrudan TSK girdi. Bu şimdilik HTŞ’yi durdurmuş gibi görünüyor. Ama HTŞ’nin en azından Afrin’deki etkisinden vazgeçmek istemeyeceği açık. Çünkü İdlib’de on binlerce silahlı militan sıkışmış durumda. Bu açıdan HTŞ’nin Afrin’e sarkması fiziksel açıdan manevra alanını genişletiyor. İkincisi, Suriye artık dünyanın gündeminde değil. Daha önce HTŞ farklı isimler altında faaliyet gösteriyordu, birçok ülkeden ya silah ya da maddi destek temin edebiliyordu. Ama şu anda HTŞ, Türkiye dahil neredeyse bütün ülkelerin terör listesinde. Bu sebeple HTŞ’nin de kendine birtakım para kaynakları, finansman kaynakları, ticari hatlar, militanlarının maaşını ödemesi için kaynaklar arayışı içinde olduğunu da biliyoruz. Bu durumda Suriye’nin kuzeyindeki kaçakçılık hattına ulaşma ya da en azından Azez gibi bir hattı neden ele geçirmek istediğini de anlayabiliyoruz.

"TÜRKİYE, BU GRUPLARIN BİRAZ ZAYIFLAMASINI OLUMLU DEĞERLENDİRMİŞ OLABİLİR"

HTŞ Afrin’e ilerleyene kadar Türkiye’nin müdahale etmediği biliniyor. Türkiye cihatçılara neden geç müdahale etti?

Türkiye’nin geç müdahalesine dair şahsi kanaatim, birincisi HTŞ, ÖSO’ya göre biraz daha hiyerarşik, disiplinli, savaş kapasitesi yüksek. Türkiye doğrudan HTŞ’yle karşı karşıya gelmekten kaçınmış olabilir. Türkiye’nin cihatçılardan korkuyor olma meselesi değil, cihatçıların özellikle savaş ya da çatışma mantıkları düzenli ordu mantığından uzak. Daha çok bombalı saldırılar, Türkiye içindeki birtakım hatları harekete geçirmek, bireysel birtakım saldırılar, gerilla taktikleri gibi vur-kaç operasyonları olabilir. Bunlar oldukça büyük bir risk Türkiye açısından.

Cihatçıların kontrol ettiği İdlib’in doğrudan Türkiye ile yakın mesafede olduğunu biliyoruz. Çok uzun bir sınır üzerine konumlanmış durumdalar. Bu da Suriye sahasında Türkiye ile cihatçıların karşı karşıya gelmesi halinde riski daha da büyütüyor. Kaldı ki İdlib’deki cihatçılara yönelik Ankara’nın henüz net bir politikası yok. Sahadaki askeri birimler bu cihatçıları karşılarına mı alacak, doğrudan savaşacaklar mı, sessiz mi kalacaklar? Çatışmanın sebepleri de açıklanabilir olmaktan uzak Türkiye açısından.

Diğer yandan Türkiye için cihatçıların çatışmak üzere Afrin’e kadar ilerlediği yapılar rahatsızlık sebebi olmuş olabilir. Türkiye bu grupların biraz zayıflamasını olumlu bile değerlendirmiş olabilir.

KARADAŞ: İKTİDARIN SURİYE’DE İŞ BİRLİĞİ YAPTIĞI GRUPLARIN GERÇEK YÜZÜ GÖRÜNDÜ

Suriye’nin kuzeyindeki gruplar arasındaki çatışmalara Türkiye’nin ara bulucu olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yusuf Karadaş: Bugün Suriye Milli Ordusu (eski adıyla ÖSO) adı altında bir araya gelen grupların bir kısmının HTŞ tarafında çatışmada yer alması, bir kısmını da onun karşısında yer alması, bize “ılımlı muhalefetin”, HTŞ’den el Kaide’den, radikal İslamcı gruplardan esasta hiçbir farkı olmadığını gösterdi. Hatırlarsanız Cumhurbaşkanı Erdoğan ÖSO için bunlar “Suriye’nin Kuvayi Milliyesi” diyordu. Bu süreç, Erdoğan’ın “Kuvayi Milliye” dediği radikal İslamcı grupların kendi aralarındaki rant kavgası nedeniyle birbirleriyle çatışan, birbirini öldüren cihatçı çetelerden başka bir şey olmadığını da bize çok açık gösterdi. Yani iktidarın iş birliği yaptığı grupların gerçek yüzünün görülmesini sağladı aslında bu çatışma süreci.

"ÖSO’YU HİZAYA SOKMA VE HTŞ ETRAFINDA BİRLEŞTİRME HEDEFİ VAR"

Bu son olaylar söz konusu grupların kendi içindeki çatışmaların bir yansıması ama arka planda HTŞ’nin devreye girmesinde ve Erdoğan iktidarının uzun bir süre sessiz kalmasında, bu çatışmanın grupları bir şekilde düzene sokma, hizaya sokma, HTŞ’yi bunlar için belki tabiri caizse bir sopa olarak kullanma ve etrafında birleştirme var.

İkincisi iktidarın HTŞ’ye karşı değil, uzlaştırmak için devreye girdiğinin altını çizmek gerekiyor. Resmiyette Türkiye, HTŞ’yi terör örgütü olarak görüyor. Ancak ona karşı bir müdahalesi yok.

"İKTİDAR, SURİYE İLE MASAYA OTURURKEN ELİNİ GÜÇLENDİRMEK İSTİYOR"

Türkiye bu hamle ile ne hedefliyor peki? 

Erdoğan, Putin ile son 4 ayda yüz yüze 4 görüşme gerçekleştirdi. Bu görüşmelerde Putin’in söylediği açık bir şey var “Suriye’de yeni hamleye girişeceksen öncelikle Esad yönetimiyle uzlaşman ya da onlarla diyaloğa girmen gerekiyor, süreci böyle ilerleteceğiz.” Erdoğan iktidarı, 2017’deki Astana sürecinden bu yana Suriye yönetimini devirme hedefinden uzaklaşmış bir politikaya sahip. Bugün artık bu iş onunla doğrudan diyaloğa girebileceği noktaya geldi, bu süreç kendini dayattı. Görüşme için ise Suriye yönetiminin ön şartları var; “Türkiye, Suriye’de cihatçı gruplarla beraber işgal ettiği bölgelerden çekilmelidir” diyor. HTŞ ve diğer cihatçı grupların birleştirilmesi Erdoğan iktidarının elini kolaylaştıracak bir senaryo gibi duruyor. HTŞ’yi terör örgütü olarak gören ancak fiiliyatta iş birliği yapan bir iktidar, burada sorumluluk almadan HTŞ’yi pazarlık unsuru olarak kullanabilecek. Ama bunu sürdürürken kendisinin de “işgalci” olarak tanımlandığı bir senaryoyu devre dışı bırakmış olacak.

"CİHATÇILAR, KÜRTLERE KARŞI BASKI VE SALDIRI ÜSSÜ HALİNE GETİRİLMEK İSTENİYOR"

HTŞ’nin varlığı Kürt nüfusunun göçü bakımından da baskı yaratıyor, özellikle Afrin’de. Son HTŞ saldırısı, Kürtler üzerinde baskı ve tedirginlik yaratarak onların göç ettirilmesi ve demografik yapının değiştirilmesi bakımından da bir araç olarak devreye sokulmaya çalışılıyor.

Burada bir parantez açmak gerekiyor. 2020’de ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey, el Nusra/HTŞ için “Biz bunların uzun zamandır uluslararası bir tehdit oluşturduğunu görmüyoruz. Bunlar Esad yönetimiyle mücadeleye odaklanmışlar durumdalar” diyerek, CIA’nin de görüştüğü el Nusra’ya iş birliği için yeşil ışık çakmıştı. ABD son olayda, HTŞ’nin Afrin’den çıkması çağrısı yapsa da, HTŞ pozisyonunun değişmesi halinde, Batılı güçlerle farklı düzeyde yeni bir pazarlık içine girebilme hesabı yapıyor olabilir. Dolayısıyla önümüzdeki süreç, HTŞ’nin kendini daha kullanışlı bir araç haline getirerek, bu güçlere kendini pazarlayacağı bir senaryonun önünü de açabilir.

"BU ÇETELERİN ÜLKEYİ YENİ ÇATIŞMA ALANLARI HALİNE GETİRMEYECEĞİNİN BİR GARANTİSİ YOK"

HTŞ’nin güçlenmesi ve yayılmasının bir pazarlık unsuru olarak düşünülmesinin Türkiye ve bölge açısından riskleri neler olur?

 Cihatçı gruplar, Erdoğan iktidarı ile bu kadar iş birliği içinde olmalarına rağmen en ufak bir anlaşmazlık yaşadıklarında geçtiğimiz günlerde Türk bayrağının yakıldığı gösterilerde olduğu gibi Türkiye ile de karşı karşıya gelebileceklerini gösterdiler. Başından beri uyardığımız şey bu; cihatçı çeteleri kullanıyorsunuz ancak yarın bunların bize dönmeyeceği, hem Türkiye’yi hem Ortadoğu’yu tehdit edecek unsurlar haline gelmeyeceğinin garantisi yok. Bu bakımdan her biçimiyle tehlikeli bir oyun bu aynı zamanda.

"MUHALEFETİN ŞOVEN MİLLİYETÇİ TUTUMU ERDOĞAN’A MANEVRA ALANI YARATIYOR"

Sınırdaki cihatçı grupların varlığı ve iktidarın bunlarla kurduğu ya da kurmayı planladığı iş birliği açısından bakarsak, muhalefetin bu konuda sessiz kalmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Suriye Kürtleri en başından beri “Biz Türkiye için bir tehdit değiliz, barışçıl bir çözüme varız, sınırların güvenliği diyorsanız oturup beraber bunu konuşabiliriz” dedikleri halde, ısrarla operasyon yürütülmesinin nedeni hem bölgede Kürt sorunu adı altına yayılmacı emelleri gerçekleştirmek, hem bu sorunun iç politikada kullanışlı olması. Kürt sorunu, Erdoğan iktidarının içeride demokratik muhalefet üzerinde baskı politikalarını sürdürebilmesi bakımından kullanışlı bir araç.

Öbür tarafta muhalefet partilerinin önemli bir kısmının milliyetçi-şoven çizgide oluşu var. Kürt sorunu burjuva muhalefetin zayıf karnı olduğu için Erdoğan, aralarındaki çatışmaları daha da belirgin hale getirebilmek ve birliğini bozuşturmak için kullanıyor. Muhalefetin tutumu maalesef Erdoğan iktidarının bunu kullanışlı bir araç olarak görmesine hizmet eden bir tutum.

Çoğu seküler-laik çizgide olduklarını söylediği halde, sınırımızda Türkiye iktidarıyla bu kadar iş birliğinde olan bu cihatçı çetelerin böyle bir güç savaşı içerisine girmesi, bizi de etkileyebilecek bir yapılanmanın ,bir tablonun ortaya çıkması karşısında maalesef gıkları çıkmıyor.

Dolayısıyla Türkiye’de Kürt sorununun barışçıl çözümünü savunmak, Erdoğan iktidarının bu politikasını boşa çıkarmanın en temel adımlarından biri. Demokratik, barışçıl bir çözümü savunmadan yürütülecek bir siyaset, Erdoğan iktidarının hareket alanını genişleten ve bu manevraları yapmak üzere yeni arayışlar, pazarlıklar yapmasına yol açan bir politik atmosfer yaratıyor. Burjuva muhalefet bunun yaratıcılarından biridir.

Reklam
ÖNCEKİ HABER

Erdoğan, Demirtaş'ı ve Sancar'ı hedef aldı, "Kürtlükle alakaları yok" dedi

SONRAKİ HABER

Almanya’da on binler hayat pahalılığına karşı sokağa çıktı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...