16 Ekim 2022 05:02

İstanbul’un metalaştırılması, kent hakkının gasbı ve katılımcılık tahayyülü

Mekan toplumsal ile zihinseli, teori ile pratiği, ideal ile gerçeği birbirine eklemler. Bu nedenle başka bir dünyayı hayal etmek, başka bir mekanı tahayyül etmekten de geçer.

Fotoğraf: Ufuk Koşar

Paylaş

Doç. Dr. Mimar T. Gül Köksal
Başka Bir Atölye/Haliç Dayanışması

Yaşam alanlarımızdan ortak/müşterek kültürel değerlerimize dek sürekli bir kayıp hissini taşıdığımız ve bu haletiruhiyeyi anlamlandırmaya çalıştığımız zamanlarda ele almamız gereken ilk şeyin mekanın politik-ekonomik sistemle olan ilişkisini irdelemek olduğunu düşünüyorum. Çünkü Marksist teorisyen H. Lefebvre’in de vurguladığı gibi, mekan politik ve ideolojiktir, toplumsal bir üründür.1 Mekan her şeyin, özellikle de siyasetin kaydolduğu yerdir.2 Mekan emeğin ve iş bölümünün sonucudur. Egemen sınıflar mekanı bir aygıt olarak kullanmaktadır. Bu çok amaçlı aygıt; işçi sınıfını savurmaya, tahsis edilmiş yerlere dağıtmaya, kurumsal kurallara tabi kılarak değişik akışlar örgütlemeye, yani mekanı iktidara tabi kılmaya, kapitalist üretim ilişkilerini muhafaza ederek mekanı kontrol etmeye ve toplumun tümünü teknokratça yönetmeye yarar.3 Öyleyse mekanı demokratikleştirmeye yönelik her türlü eylem bu ilişkileri dönüştürmek için de bir imkandır.

Bu kısa yazıda üç ana sorunsal üzerinden mekanın demokratikleşme olasılığına bakacağız. İlki nesneler gibi kenti de metalaştıran sistem içinde, mekanın mübadele/dönüşüm değeri yerine kullanım değerini talep etmek. İkincisi bu talebi gasbedilen kent hakkımız üzerinden ele almak. Ve son olarak kent hakkını merkeze alarak mekanın üretim/yeniden üretim süreçlerine en üst seviyeden katılım sağlayacak bir tahayyül geliştirmek…

KENT/DOĞANIN DÖNÜŞÜM DEĞERİ YERİNE KULLANIM DEĞERİ

Mekanın burjuva toplumunun değer ve normlarını, öncelikle de mübadele değeri ile metayı yani fetişizmi taşıdığını ifade eden Lefebvre’in bu sözlerin4 yaşam alanlarımız gibi, ortak değerlerimiz olan kültürel mirasın da turistikleştirilmesi veya soylulaştırılması ya da miras endüstrisine teslim edilmesi olarak yorumlayabiliriz. Üstelik mekan gibi doğa da siyasallaştı ve sistemsel olarak aynı akıbete uğruyor. Boş vakit endüstrisi, şehirleri ve kentleşmeyi kıyılarda, ormanlık alanlarda vb. sürdürmek için inşaat endüstrisiyle birlikte hareket ediyor; tarımın ve klasik sanayi üretiminin boş bıraktığı mekanlara yayılıyor. Endüstrileşme kent/doğanın birer meta olmasını kolaylaştırdı ve sermaye birikimi elde etmek üzere yeniden üretimini yaygın hale getirdi. Bu koşullarda aynı emek mücadelesinde olduğu gibi, kentin/doğanın/mekanın kullanım değerini talep etmek, mekana dayalı eşitsizlikleri aşmanın bir yolu olacaktır. Özellikle İstanbul gibi birçok yönden metalaştırılmış bir kentte, kentsel dönüşümün yapı ölçeğinde uygulandığını düşünürsek, yurttaşların/toplulukların dönüşüm değeri yerine kullanım değeri etrafında bir araya gelmesi sermaye karşısında biz çoğunluk için bir ortak zemin sağlayabilir.

KENDİMİZİ DEĞİŞTİRME HAKKI OLARAK KENT HAKKI

1960’lardan itibaren dile getirilen kent hakkı, sadece kentsel kaynaklara erişim hakkı olarak değil aynı zamanda kenti değiştirerek kendimizi de değiştirme hakkı olarak görülür. Zira nasıl bir kent istediğimiz sorusu, ne tür bir toplumsal ilişki istediğimiz sorusu ile paraleldir. Biçimlendirdiğimiz kent bizleri de biçimlendiriyorsa bu ilişkinin dönüşümselliği başka bir yaşamı kurmanın da yolu olacaktır.

Peki, kentleri biz biçimlendirebiliyor muyuz? Kentsel tasarım süreçlerine yurttaşların katılım imkanı var mı? Bu sorulara tasarımla uğraşan meslek disiplinlerinin ne kadar katkısı var ki yurttaşın da olabilsin diye cevap verebilirsiniz. Sınıfsal boyutu olan güç ilişkileri içinde tasarım/dönüşüm süreçlerinde yetkisi olan yöneticiler gibi, bu işlerde sorumluluk alan meslek insanlarını düşünürsek -bütüne göre küçük bir oran olsa da- imkanı olanlar var. Çünkü hepimiz aynı gemide değiliz. Esasen de hiç olmadık ve mevcut sistem içinde de haklar konusunda eşit olabilecek değiliz. Örneğin kovid-19 salgını tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de toplumsal eşitsizlikleri, hak gasplarını, sınıfsal ayrımı daha da görünür kıldı.5 Öyleyse mekan üzerinden üretilen eşitsizliklere karşı ortak bir kent hakkı talebi gereklidir. Emek mücadelesi kopmaz bağı olan nitelikli yaşam/üretim mekanı hakkıyla yan yana yürümelidir.

BOŞ GÖSTEREN KATILIMCILIK YERİNE RADİKAL KATILIMCILIK

Mekanın yeniden üretimi, toplumsal ilişkilerin de yeniden üretimidir. Mekan toplumsal ile zihinseli, teori ile pratiği, ideal ile gerçeği birbirine eklemler. Mübadele ağları, ham madde ve enerji akışı hem mekanı şekillendirir hem de mekan tarafından belirlenir. Bu şekilde üretilmiş olan araç, üretici güçlerden, teknik ve bilgiden, onu şekillendiren toplumsal iş bölümünden, doğadan, devletten ve üstyapılardan ayrılamaz.6 Bu nedenle başka bir dünyayı hayal etmek, başka bir mekanı tahayyül etmekten de geçer.

Adil, eşit, kullanım değerini önceleyen bir mekansallığı inşa edecek de sınıfsal olarak bizleriz. Ve çoğunluk da biziz. Öyleyse mekanın üretim ve yeniden üretim süreçlerine katılacak kişiler olarak katılımcılık koşullarına bir bakalım. Bu konuda Arnstein’ın sıkça başvurulan katılımcılık merdiveni yol gösterici olabilir.7 Arnstein katılımı kısaca “katılım olmaması/göstermelik katılım/yurttaş gücü” olarak üç seviyede ve sekiz basamakta tanımlar. “Manipülasyon ve terapi” basamakları katılımın olmadığı; “bilgilendirme, danışma ve yatıştırma” basamakları göstermelik katılım (tokenism); “ortaklık, devredilmiş yetki ve yurttaş denetimi” olan en üst seviye ise, artık gücün yurttaşa/topluluğa devredildiği, katılımcı demokrasinin yüksek bir noktaya eriştiği aşamadır. Bu bakış açısıyla yaşam alanlarında hak sahibi olmak, boş gösteren katılımcılık yerine, güçlerin eşitlendiği radikal katılımcılıkla sağlanabilecektir. Mevcut sistem içinde yetki devrine hevesli olunmayacağını da düşünürsek, sınıfsal, toplumsal cinsiyet, emek gibi tüm mücadelelerin mekan üzerinden örülmesinin anlamı daha da artacaktır. Bugün İstanbul’daki mega projelerden, kent suçu uygulamalarına karşı örgütlenen tüm kentsel toplumsal mücadelelerin de hedefi budur. Öyleyse kentin kullanımı değerini ve tüm haklarını talep edecek, kararlara katılımı yetki devrine varacak şekilde yükseltmek için mekan üzerinden örgütlenmek elzemdir…

[1] H. Lefebvre, Şehir Hakkı - II, Mekân ve Siyaset, Türkçesi: Metin Yetkin, İstanbul: Sel Yayıncılık, Haziran 2022 (Orijinal basım: 1974), s. 49.

[2] Lefebvre, R. Hess’in kaleme aldığı ön sözden, s. 7.

[3] Lefebvre, s. 120.

[4] Lefebvre, s. 37.

[5] G. Köksal, “Mekân üretimi kapitalizm içinde bir hegemonya aracıdır”, Evrensel, 11 Ağustos 2020, https://www.evrensel.net/haber/411434/doc-dr-gul-koksal-mekan-uretimi-kapitalizm-icinde-bir-hegemonya-aracidir (Erişim tarihi: 08/10/2022).

[6] Lefebvre, s. 12 ve 31.

[7] Sherry R. Arnstein, “A Ladder of Citizen Participatin”, AIP Journal, Temmuz 1969. https://www.historyofsocialwork.org/1969_ENG_Ladderofparticipation/1969,%20Arnstein,%20ladder%20of%20participation,%20original%20text%20OCR%20C.pdf (Erişim tarihi: 08/10/2022).

 

ÖNCEKİ HABER

Çanakkale'nin tek içme suyu kaynağında seviye, yüzde 50'nin altında

SONRAKİ HABER

Depreme hazır mıyız?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...