13 Ekim 2022 04:50

Sorunu çözme, seçime kadar hafiflet taktiğinin sonucu: Önce geçici rahatlama ardından büyük sancı

AKP iktidarının bir süredir seçim ekonomisi uyguladığını belirten İktisat Profesörü Özgür Orhangazi, bu adımların emeğin yaşadığı sorunları çözmeyeceğini ifade ediyor.

Fotoğraf: MA

Paylaş

Cihan ÇELİK
İstanbul

Türkiye ekonomisi birkaç yıldır krizde ve bu kriz her geçen gün yıkıcı etkilerini artırarak büyüyor. TÜİK’e göre yüzde 80’i aşan, bağımsız iktisatçılardan oluşan Enflasyon Araştırma Grubuna (ENAG) göre yüzde 186 enflasyon oranı, yaklaşık 8 milyon işsiz, artmayan istihdam, hükümetin iddiasının tam aksi yönde 40 milyar doları bulan cari açık, dövize bağımlı ekonomiden kaçan yabancı sermaye…

Hükümet ve patronlar ise artan ihracat ile övünürken, ücretlilerin ve maaşlıların yaşadığı büyük gelir kaybını hükümet ‘asgari ücret’ zammı ile telafi edeceğini söylüyor. Diğer yanda emeklilikte yaşa takılanlar, kredi paketleri, sosyal konut programı ile ilgili çeşitli açıklamalar yapılıyor.

Son gelişmeleri konuştuğumuz İktisat Profesörü Özgür Orhangazi’ye göre AKP iktidarı bir süredir seçim ekonomisi uyguluyor. Sene sonunda ve 2023 başlarında enflasyonda baz etkisi ile bir düşüş olabileceğini ancak fiyat artışlarının devam edeceğini, iktidarın bunu da seçime giderken “Türkiye modeli”nin başarısı olarak lanse etmeye çalışacağına dikkat çeken Orhangazi, tüm bunların emeğin yaşadığı sorunları çözmeyeceğini ifade ediyor. İktidarın “Yanlış para politikası” yürüttüğüne yönelik eleştirilere de katılmadığını, yaşananların hükümetin ‘politik ekonomi’ tercihi olduğunu kaydediyor. Orhangazi, önümüzdeki süreçte yaşanabilecek döviz açığı ve ödemeler dengesi krizine de dikkat çekiyor.

“Seçim ekonomisi ve artan riskler” başlıklı yazınızda seçim ekonomisine girildiğini ifade ediyorsunuz. Bu sürecin belirleyenleri neler?

Seçim ekonomisi dediğimiz zaman iktidarda olan partinin oylarını mümkün mertebe artırmak için harcama, gelir ve vergi politikaları takip etmesini kastediyoruz. Türkiye uzunca bir süredir seçim ekonomisindeydi zaten. Faiz indirme ve kredi genişlemesiyle büyümeye çalışmanın, enflasyon hedeflemesinden tamamen vazgeçmenin sebeplerinden en azından bir tanesi de seçimler yaklaşırken ve ekonomik büyümeden taviz vermemekti. Bugün, zamanında yapılacak bir seçim için daha fazla harcama, belki istihdam paketlerinin gündeme geleceği bir sürece giriyoruz.

Ben izlenecek politikaların takriben 3’e ayrılabileceğini düşünüyorum. Bunlardan bir kısmını retorik adımlar olarak adlandırıyorum. Çünkü bunlar hakikaten bir realiteye tekabül etmeyen şeyler olacak ve retorik olarak kullanılacak.

Bunların başında da enflasyon ve faiz ilişkisi geliyor. Enflasyondaki esas yükseliş 2021’in son aylarındaki faiz indirimleri ile birlikte kontrolden çıktı. Fiyat artışları çok hızlandı… Bu yıl sonu enflasyonu hesaplanırken baz etkisiyle bir düşüş görülecek. Yani fiyat artış hızı azalacak ama fiyatlar artmaya devam edecek. Dolayısıyla da her ne kadar fiyat artışları devam edecek olsa da hesaplanan enflasyon oranlarında bir düşüş gerçekleşmesi, resmi enflasyonun yüzde 80’lerden yüzde 60’lara düşmesi ihtimal dahilinde. İktidarın bunu faiz indiriminden ötürü gerçekleşen bir düşüş olarak göstereceğini düşünüyorum. Ancak reel olarak herhangi bir değişiklik olmayacak. Zaten nominal faizlerin bir puan yukarıda ya da aşağıda veya yukarıda olmasının enflasyonun yüzde 80 olduğu bir ülkede hemen hiç önemi yoktur. Dolayısıyla retorikten kastettiğim aslında budur. Bu açıkça seçim kampanyasında kullanılacak bir şey gibi görünüyor.

Yine hem harcamaların artırılması hem çeşitli vergi ve borç afları açıklandı mesela. Kamu istihdamının artırılması, kamudaki ücretlerin artırılması gibi esasında devlet bütçesine dayanan birçok seçim adımı atılacağa benziyor. 

"İKTİDAR BORÇLANMAYI ARTIRACAK"

İktidar bu kaynağı nereden bulacak?

Bunlar için yaratılan kaynağın aslında kamu bütçesinden olacağını görüyoruz. İktidarın burada şöyle bir avantajı da var, çok yakın bir zamana kadar mümkün mertebe faiz dışı bütçe olanaklarını kullanmadı. Kendi kendisine bir mali alan bıraktı. Borçlanma olanaklarını da çok fazla kullanmadı. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde bu borçlanma olanaklarını kullanacak.

Bir de bankacılık sektörünün belli bir miktarda kamu borç senedi tutması sağlanır hale geldi. Dolayısıyla şu an hükümet, bütçeyi desteklemek için yapılan borçlanmalarda çok düşük faiz ödüyor. Önümüzdeki dönemde bu borçlanmayı giderek artırmasını bekleyebiliriz.

KISA VADEDE RAHATLAMA, UZUN VADEDE ÖDEMELER KRİZİ OLASI

Sonuçları ne olur? Diğer taraftan bu adımlar yoksullaşan kesimlerde bir karşılık bulur mu?

Bunun sonucu seçim sonrası dönem -aynı iktidar veya bir iktidar değişikliğiyle muhalefet iktidara gelirse- daha fazla bozulmuş kamu dengeleri ile geniş bütçe açıklarıyla, ileri seviyede bir kamu borcuyla karşı karşıya kalınması olacak. Kamu borcu şu anki faiz oranlarıyla borçlanmayı becerebildiği sürece hükümet için tehlike arz etmeyeceğe benziyor kısa vadede. Ancak bir noktada düşük faizle borçlanma olanakları ortadan kalkarsa, orta vadede, daha yüksek kamu açıkları ve yüksek kamu borçlarının bir problem olacağını bekleyebiliriz.

Tabii önümüzdeki dönem yapılacak toplam sosyal harcamalar, transferler, vergi afları, borç ertelemeleri ve benzerlerinin toplamda ne kadarlık bir maliyet getireceğini bugün bilmiyoruz ama en azından bu yapılacak olan harcamalarla ve bunlar ucuz borçlanmayla finanse edildiği süreci içeride özellikle enflasyondan kaybeden bazı kesimlerin bir miktar kayıplarının telafi edilmesi, bir miktar memnuniyetinin sağlanması ve bir miktar da ekonomik büyümeye katkı sunması beklenecektir.

Buradaki plan uzun vadede herhangi bir rahatlatmadan ziyade seçime kadar kısa vadeli bir rahatlatma yaratacaktır. Sorunu ortadan kaldırmayacak. Zaten genel anlamda tarif edilen iktisat politikalarının özelliği, sorunları kökten çözmekten ziyade geçici olarak bu sorunlardan etkilenen kesimlerin üzerindeki baskıyı azaltmaktır. Uzun vadeli baktığımızda, çok fazla bir model özelliği taşımayan “Türkiye modeli” politikaları, daha fazla yoksullaşma, emeğin daha fazla ucuzlaması ve içinde bulunduğu yapısal krizden bu şekilde çıkma yönünde bir tercihi yansıtıyor. Kısa vadede bu niyetler baskıyı biraz hafifletmeye çalışacak gibi görünüyor.

"AKILLARDAKİ EN BÜYÜK SORU DÖVİZİN BULUNUP BULUNAMAYACAĞI"

Bu sürecin aynı zamanda ekonomik risklerin artacağı bir dönem olacağına dair öngörünüz var. Nedir bu riskler?

Birinci risk, Türkiye halen ciddi bir döviz şoku riskini taşıyor. 2021 aralık ayının sonuna doğru devreye sokulan kur korumalı mevduattan bu yana, kur bir süre düşürüldü. Ancak tekrar yükselişte. Döviz açığı sorunu yaşanıyor. İthalat, ihracatından çok daha fazla. Yabancı sermaye Türkiye piyasalarından çıkmaya devam ediyor. Dolayısıyla şu anda Türkiye’nin bu toplam döviz talebine karşılık verecek gücü yok. Merkez Bankası arka kapı müdahaleleriyle bu döviz talebinin bir kısmını karşılamaya çalışıyor. Bir kısmı da henüz nereden geldiğini bilmediğimiz “net hata noksan” kalemi altında görünen döviz girişleri. Önümüzdeki dönemki en büyük risk yine döviz şoku riskidir. Yavaşlama veya durma olur ise yeni bir döviz şoku ve hatta eğer döviz bulunamazsa da ülke ekonomisinde bir ödemeler dengesi krizi çok olası.

İkinci risk ise dünya ekonomisinin yavaşlıyor olması. Hem ABD ekonomisi hem Avrupa ekonomisi bir yavaşlama halinde. Türkiye’nin son dönemdeki büyümesinin önemli bir kalemi de ihracattan gelen gelirlerdi. Fakat ihracat gelirlerinin yavaşlayacak olduğunu görüyoruz. Buradaki risk hem ekonominin sekteye uğraması, hem de döviz girişindeki yavaşlama, kur riski ve döviz şoku riskini daha fazla arttıracaktır. Yani herkesin aklındaki soru, önümüzdeki birkaç ayda, Türkiye’nin bu kadar yüksek bir cari açığı varken, yurt dışına bu kadar yüksek bir sermaye kaçarken ve üstüne vadesi gelen borç ödemeleri varken bunları karşılayacak dövizin bulunup bulunamayacağı.

"UCUZUN DA UCUZU KREDİ İLE EKONOMİYİ DÖNDÜRMEYE ÇALIŞMAK İSTİYORLAR"

MÜSİAD Başkanı Mahmut Asmalı, iktidarın faiz politikasıyla ilgili “Cumhurbaşkanımız faizi düşürsün ekimde kasımda yüzde 9’a. ‘Bir daha da ellemeyeceğim desin”, “Sanayici ve üretici belirsizlik ortamını sevmiyor. İstikrar olsun” açıklaması yaptı. TÜSİAD ise faiz artırımı istiyor, reel kesimin kredi bulmakta zorlandığını söylüyor. Erdoğan ise “Bu kardeşiniz bu görevde olduğu sürece, faiz her geçen gün, her geçen hafta, her geçen ay inmeye devam edecektir. Kimse bize bu konuda akıl vermesin” demişti. Bu açıklamalar ne ifade ediyor?

Birincisi; Merkez Bankası faizleri açısından artık bir iki puan indirme ya da indirmemenin çok fazla bir etkisi yok. Ancak bankalar son dönemde kredi açmakta biraz isteksiz davranmaya başladı. MÜSİAD’ın dile getirdiği sorun esasında buna dair olsa gerek. Yani istikrarsızlık da bankaların kredi açmasını biraz engelliyor.

İkincisi; Türkiye ekonomisinde önemli sayıda firma ucuz, bedava borca alışmış ve buna bağımlı hale gelmiş durumda. Zaten borçluluk oranları çok yüksek. Ve bu borçların çevrilebilmesi için sadece yatırım için değil, günlük işletmenin devam edebilmesi, ödemelerin yapılabilmesi için borçlanmaya devam ediyorlar. Dolayısıyla büyük oranda bir ponzi şeması ortaya çıkmış durumda. Ve bunun devlet tarafından desteklenmeye devam edilmesi gerekiyor. Faizlerdeki herhangi bir yükseliş bu işletmeler açısından gerçekten borç çevirmeyi zorlaştıracak. Talep edilen aslına bakarsanız bu. Ucuzun da ucuzu kredi ile ekonomiyi döndürmeye çalışmak. Zaten Türkiye ekonomisindeki şirketlerin büyük bir kısmına baktığınız zaman verimlilik artışları, üretkenlik artışları ya da inovasyon vs. üzerinden bir piyasa payı elde etmekten ziyade ucuz kredi ve ucuz emek üzerinden bu işi yapmaya yönelmiş durumdalar uzunca bir süredir. Bu ortamın devam etmesini istiyorlar. Bu ortam devam ederken de her sermaye -buna MÜSİAD da TÜSİAD da diğer çevreler de dahil- görece daha stabil, öngörülebilir bir halde bunun götürülmesini de talep ediyorlar.

"TÜSİAD VE MÜSİAD ARASINDA KESKİN BİR AYRIM GÖRMÜYORUM"

TÜSİAD ve MÜSİAD ayrışıyor…

TÜSİAD gibi daha büyük sermaye gruplarının görece daha ucuz kredi ile borçlanmaya ihtiyacı daha azdır. Bu şirketlerin uluslararası piyasalardan borçlanma imkanları daha fazladır. Dolayısıyla onlar ucuz kredi yahut düşük faizden ziyade daha fazla istikrara önem verilmesini tercih edebilirler. Daha orta halli, orta ölçekli ve küçük firmalarda ise bu borç ihtiyacı daha yüksektir. Onlar da istikrar ister ama önceliği daha ucuz krediye erişime verebilirler.

İhracat konusuna geldiğimizde TÜSİAD ve MÜSİAD’ın ayrıştığını ben gözlemlemiyorum. Zaten Türkiye’nin ihracatının çok büyük bir kısmını TÜSİAD’a üye şirketler yapıyor. Dolayısıyla burada büyük bir ayrışma görmüyorum. Ama şu ayrışma olabilir, daha kurulu daha uluslararası değer zincirlerine entegre şekilde çalışan TÜSİAD şirketleri için kur stabilitesi biraz daha fazla önemli olabilir belki. Ama o kadar keskin bir ayrımı ben görmüyorum açıkçası.

"HÜKÜMET BU YOLA BİLEREK VE İSTEYEREK GİRDİ"

Muhalefetin, iktidarın ekonomi politikasına yönelik “yanlış para politikası”, “bilmezlik”, “liyakat yoksunluğu” eleştirilerine katılıyor musunuz?

“Yanlış para politikası” dediğimiz zaman sanki bunun bir doğrusu var ve bunu bilmedikleri için yahut yeterince bunu bilen insanların olmadığı için bu yola sapıldığı gibi bir izlenim ortaya çıkıyor. Ben buna katılmıyorum. Çünkü bu yola bilerek ve isteyerek girdi hükümet. Faizleri olabildiğince düşük tutmayı, kredi genişlemesiyle özellikle inşaat sektörünün ama genel olarak ekonomiyi büyütmeyi tercih etti ve bunun maliyeti olarak da yüksek enflasyonu ve yüksek kuru göze aldı. Yani bu bir politik ekonomi tercihiydi.

Liyakatsizlik şurada ortaya çıkıyor bu yanlış diye tabir edilen politikaları seçtiklerinde neler olacağını yeterince öngörebildiklerini de düşünmüyorum. Düşük faiz ve kredi genişlemesiyle ekonomiyi canlı tutmak, ucuz emek ve ucuz Türk lirası avantajıyla ihracatı artırmaktı amaçları ve bu yola girdiler. Biraz enflasyon olur biraz kur kontrolden çıkar ama çok da çıkmaz diye bir düşünce ile başladıkları bu politika uygulamalarında bence bir noktada kontrolü kaybettiler. Beceremediler. Dolayısıyla son bir senedir el yordamıyla sürekli yeni bir düzenleme, önlem vs. açıklamak zorunda kaldılar.

"KISA VADEDE MUHALEFETİN DE ÇOK FAZLA OPSİYONU YOK"

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, kasım ayında bir yapısal reçete açıklayacaklarını duyurdu. Ne açıklamasını bekliyorsunuz?

Ne açıklayacaklarını bilmiyoruz ancak şu ana kadar anladığımız kadarıyla daha Ortodoks para politikalarına dönmek dışında çok fazla bir şey gündeme gelmedi gibi görünüyor. Uygulanan para politikasının yanlış olarak niteleyenlerin zaten kastettiği faizlerin biraz daha yükselmesi. Ancak Türkiye ekonomisi öyle bir noktaya geldi ki faizleri yükselttiğiniz zaman döviz kurunda bir stabilite yakalayacaksınız, enflasyonu biraz kontrol altına almaya başlayacaksınız belki biraz sermaye girişleri olmaya başlayacak ama ekonomiyi ciddi şekilde yavaşlatacaksınız ve borçlu şirketleri ciddi şekilde zora sokacaksınız. Yapmadığınız sürece ise şu an içinde bulunduğumuz bu enflasyon devalüasyon döngüsü devam edecek. Dolayısıyla kısa vadede muhalefetin de çok fazla opsiyonu yok. 

Uzun vadede birtakım sorunları çözmek için yapısal önlemler açıklanacağı söylendiyse eğer, burada iki tane Türkiye’nin çok uzun süredir gündemini meşgul eden yapısal sorunu vardır. Bunun birisi dış sermaye (döviz) girişlerine bağımlılığıdır, diğeri de üretimde ithal girdilere bağımlılıktır. Bu iki yapısal sorunu çözmek için adım atılmadığı sürece -ki Türkiye’nin dünya ekonomisindeki konumu itibariyle bu adımlar çok zor olacaktır- açıkçası çok fazla bir beklentiye girmek taraftarı değilim.

ÖNCEKİ HABER

9 uluslararası meslek örgütü Türkiye’de: Amaç bağımsız gazeteciliğe yönelik ciddi tehditleri araştırmak

SONRAKİ HABER

Yıllardır süren birikimle nesilden nesile taşınan mücadele Taşkışla’nın seçilmiş önderi: Ekrem Ekşi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...