Jokond ile Si-ya-u
Böyle başlıyor, Nâzım Hikmet’in 1928 yılında yazdığı “Jokond ile Si-Ya-U”su.
Şimdiye dek, okumadıysanız mutlaka edinip okuyun derim; bakın bakalım bugüne kadar bu kadar modern, böylesine epik, bu denli dışavurumcu (ekspresyonist), böylesine bütünüyle fevkalade sağlam temele inşa edilmiş başka bir şiir okudunuz mu, ama önce elbette Jokond’u tanıyınız.
Jokond…
Hani, yüzünün bir tarafı gülerken, diğer yanı ağlayan, Leonardo da Vinci (1452-1519)’nin yaratısı. “La Gioconda”sı, yani “Jokond”u ya da “Mona Lisa”sı…
SÖZLERİ ŞİRİN BİR YÂRİN PEŞİNDE
Nâzım Hikmet’in şiirinde, Louvre Müzesi’nde Jokond’un içi pek sıkılmaktadır. ‘’Müzeyi gezmek iyi, müzelik olmak fena‘’dır. Hatıra defteri tutmayı arzulamaktadır. Gelen Amerikalı bir turistin kalemini çalar, ama bu kere de yazacak yer bulamayacaktır.
Neyse!
Tutar, muşambasının tersine yazmaya başlar, sürekli gülümsemenin ne kadar zor olduğundan yakınır, can sıkıntısını anlatır.
Derken, Louvre Müzesi’nde kendisini izlemeye gelen Şanghaylı genç bir turiste, Si-Ya-U’ya ya âşık olur.
BERKSOY’DAN ARMAĞAN
“Jokond ile Si-Ya-U”, 2008 yılında, Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında Zeliha Berksoy tarafından annesi Semiha Berksoy’un “azim baskısıyla” festival canlandırılır.
Gerçi Berksoy’un yaptığı o tarihte de bir ilk değildir, zira “Jokond ile Si-Ya-U”, 1978 yılında (ışıklar içinde yatsın) Ergin Orbey’ce İstanbul Şehir Tiyatroları’nda sahneye konulmuş ve Zeliha Berksoy oynamıştır.
2013 yılının Ocak ayında, büyük şairimizin doğumunun 111. yılında, gene kendi rejisi, oyunculuğu, İlke Boran’ın müziği, Yakup Çartık’ın ışığı, Prof. Bengi Bugay’ın kostümleri, Nihan Şen’in dekoru eşliğinde “armağan paketi” içinde yeniden sahnedeki yerini alır.
GERÇEK ŞU Kİ…
İşin gerçeği şu ki, Si-Ya-U Nâzım Hikmet’in Sovyetler Birliği’nde üniversiteden arkadaşıdır.
Si-Ya-U, daha önce bir süre Paris’te kalmış ve Nâzım’a her zaman hayatının aşkının Mona Lisa olduğunu, onu görmek için sürekli Louvre’a gittiğini anlatmıştır.
Si-Ya-U, 1 Mayıs’ta tutuklanıp ülkesine dönmek zorunda kalınca, Nâzım Hikmet bir süre ondan haber alamamış, sonrasında Çan Kay Şek’in gerici güçleri tarafından başının kesildiği haberiyle sarsılmış ve de öylesine büyük bir acı duyumsamıştır ki, oturup bu şiiri yazmıştır.
O günden bu güne şiirin içindeki yoğun “protesto”yu anlayan anlamıştır.
Zeliha Berksoy, şiiri sahneye taşırken, şiirin içindeki protestoyu ortaya çıkarmış, antiemperyalist yanını öne almış.
BERKSOY VE JOKOND
Canlanan, âşık olan, nezleden burnu akan, ağlayan Jokond’un, Louvre’u terk edip badem gözlü Si-Ya-U”sunun peşinden gitmesinin karar anına gelindiğinde; Jokond, Zeliha Berksoy’un sahne üzerindeki devinimlerinde kendisini çerçevesinden “soyutlayıp” uçağa atladığı gibi Madagaskar, Uzakdoğu, derken Şanghay’a varıyor.
Deniz fırtınasında “muşamba” olarak gemiye biniyor, fırtınada eşliğinde oradan oraya savruluyor.
Şanghay’a varıyor.
Çan Kay Şek’in cellâtlarının Si-Ya-U’yu kovaladığını görüyor, aşkının kafasının kesilişine tanıklık ediyor.
Ve değişiyor.
Ünlü gülümsemesi dudaklarından yitip gidiyor, Jokond devrimci oluyor.
Dağa çıkıyor, emperyalizme karşı bayrak açıyor.
Yakalanıyor, yargılanıyor, yakılıyor.
“Bir ses:/-Haydi çakmağı çakın./Yakın Jokondu yakın…/İlerliyen bir karaltı/bir parıltı…/Çakmağı çaktılar/Jokondu yaktılar. Kıpkırmızı bir alevle boyandı Jokond./Güldü içten gelen bir tebessümle/gülerek yandı Jokond…”
Beethoven’ın 9. Senfonisi çalıyor
Zeliha Berksoy, Si-Ya-U ile olduğu kadar Jokond ile de özdeşleşiyor.
Şair Baba yüreklerimizde…
Bize gülümsüyor.
Nâzım’ın ince hiciv duygusu, rengârenk imgesel güç, Zeliha Berksoy’un sesindeki tınılarda bambaşka renkler kazanmış.
Savaşı, çıkarcılıkları, çirkin politikaları, iğrenç politikacıları protesto eden satırları yorumunda ön safa kaydırmış.
Evrensel'i Takip Et