06 Nisan 2022 08:32

Göçmen ve mülteci kadınlar artan şiddetin çemberinde

Dil başta olmak üzere kültürel, sosyolojik, politik farklılıklar ve devletler tarafından üretilmeyen entegrasyon programları, mülteci ve göçmen kadınları güvencesiz hale getiriyor.

Kaynak: Freepik

Paylaş

E. AVA

İstanbul Aydın Üniversitesi

 

Eğitim, savaş, politik baskılar ve kriz, yoksulluk ve elbette şiddet göçün bariz etkenlerinden. Bu süreci ele alınca zorunlu göç veya isteğe bağlı göç kendi içinde barındırdığı zorlukları kadınlar için daha zor hale getiriyor. Özellikle genç kadınların göç veya iltica sürecinde yaşadıkları zorluklar onları daha savunmasız hale getiriyor ve geleceksiz kılıyor. Dil faktörü ve toplamda yaşadıkları kültürel, sosyolojik ve politik farklılıklar, göç ettikleri ülkeler tarafından üretilmeyen entegrasyon programları, mülteci ve göçmenleri güvencesiz hale getiriyor.

Bu noktada Suriye göçüyle birlikte yoğunlaşan göç dalgaları, Türkiye’yi bölgede kilit bir noktaya dönüştürdü. Türkiye’nin AB ile 6 yılı aşkındır yaptığı anlaşma dolayısıyla bölgede 3. bir ülkeye gitmek isteyenlerin ilk durağı Türkiye oldu. Bu süreçte sadece Suriye değil İran, Afganistan, Pakistan, Türkmenistan, Afrika ülkeleri gibi birçok bölgeden göç dalgaları da arttı. Genç kadınlar da bu sürecin önemli bir kısmını kapsıyorlar. İlk süreçte üniversiteye, liseye veya işe girmek için çaba gösteren kadınlar, onların üzerinde kurulan baskılardan ve maruz kalınan tacizlerden hep mustaripler.

“KADINSIN, MÜLTECİSİN, BİR DE DİL BİLMİYORSUN”

Örneğin İranlı genç kadın Ghazle Moghaddam hayatıyla ilgili şöyle konuşuyordu: “Mülteci olarak beni gönderdikleri yer Trabzon’du. Trabzon’a ilk gittiğim günü hatırlıyorum. Hiç dil bilmiyordum, hiçbir yer tanımıyordum ve saatlerce dışarıda yürüyüp ev ve iş arıyordum. En son bir gençle karşılaştım, biraz İngilizce anlaşmaya çalıştık ve babasının restoranında çalışabileceğimi söyledi. Böylece ilk kez başka topraklarda işe başladım. Dil faktörü şiddeti doğuran en ana faktörlerden biri, bunun nedenini ileride anlatacağım. Ben çok zor koşullarda çalışmaya başladım. Uzun mesai saatleri ve patronun baskıları, aşağılamanın yanı sıra bana hep tacizci bir yaklaşımı vardı. Sanki ‘Kadınsın, bir de mültecisin, bir de dil bilmiyorsun, ben sana ne yapmak istersem yaparım’ gibi, kendinde her hakkı görüyordu. İstemeden oldu gibi göstererek sürekli fiziksel temaslarda bulunup, ‘Buradan başka ekmek kapın olamaz’ diyerek tehdit ediyordu.”

Yani göçmen kadınlar daha sık ve kolay ayrımcılığa, tacize ve tecavüze maruz kalıyorlar. Geçtiğimiz sene mayıs ayında Kadıköy’de diş hekimliğinde temizlik işçiliği yapan göçmen kadın işçi, işvereni tarafından cinsel saldırıya maruz kalmış ve bu da yetmezmiş gibi çalışma izni olmadan çalıştığı ortaya çıktığı için sınır dışı edilmekle karşı karşıya kalmıştı.

Bugün ise gündemde olan mesele İranlı genç kadın K’nin yüksek lisans yapmak için geldiğiTürkiye’de giderlerini karşılaması için çalıştığı güzellik salonun sahibinin arkadaşı tarafından tecavüze uğraması. Kürtaj yaptırmak zorunda kalan genç kadın, tecavüzcüsü tarafından şikayetçi olmaması için ölümle tehdit edilmişti. Ardından, elinde DNA testi olmasına rağmen hâkim ilk duruşmada sanığın tutuksuz yargılanmasına ve imza vermesine yönelik adli kontrolünün de kaldırılmasına karar verdi. Mahkemeden basına yansıyan en çarpıcı cümlelerden biri hâkimin genç kadına “Restorana gittiniz, eğlendiniz mi?​” diye sormasıydı.

Yine geçtiğimiz sene İstanbul Sözleşmesi için “izinli” gösteriye katılan İranlılar tutuklanmış ve geri gönderme merkezine gönderilmişlerdi. İran’a dönmeleri halinde can güvenliklerinin olmamasına rağmen hukuki yollardan daha kısıtlı ama medyanın baskısı işe yaramıştı ve İran’a geri gönderme durdurulmuş, başka bir ülkeye gönderme kararı alınmıştı.

MÜLTECİ VE GÖÇMEN KADINLARIN GÜVENCESİ İSTANBUL SÖZLEŞMESİ!

Mülteci ve göçmen kadınlar şiddet, taciz, baskı, savaş, açlık yüzünden veya daha iyi bir eğitim için ülkelerini terk ediyorlar. Bölgede onları ortaklaştıran yer ise Türkiye. Ancak yaşadıkları şeylerin birçoğunu tekrar tekrar yaşıyorlar. Göçmenler için hukuk sistemindeki açıklıklar oldukça fazla olduğundan kadınları koruyacak en önemli dayanaklardan biri İstanbul Sözleşmesi’ydi. Nitekim sözleşmede “Göç ve İltica” başlığıyla yer alan Bölüm VII, mülteci kadınlara ve çocuklara yönelik şiddete dair önlemleri sıralıyor. Madde 59, şiddet mağduru bireyin, evliliğin veya ilişkinin süresi dikkate alınmaksızın, eşten bağımsız şekilde oturum izni hakkına sahip olacağını tanımlıyor. Ayrıca ikametgahları sebebiyle sınır dışı edilme durumu olan şiddet mağduru mülteci kadınlara, oturma iznine başvurmalarına olanak sağlayacak şekilde geri göndermeme güvencesi sunuyor. Madde 60, toplumsal cinsiyete dayalı iltica taleplerine yer veriyor. Buna göre, mağdurun uğradığı şiddet, “Mültecilerin Statüsüne İlişkin 1952 Sözleşmesi” kapsamında “zulüm görme” olarak değerlendirilerek şiddete uğrayan bireye tamamlayıcı/ikincil koruma hakkı tanınması isteniyor. Toplumsal cinsiyete dayalı herhangi bir zulüm görme tehlikesi söz konusuysa, kadına mülteci statüsü verilmesi gerektiği belirtiliyor. Aynı zamanda üçüncü bir ülkeye ilticasına dair kabul usulleri ve destek hizmeti sağlanması isteniyor. Madde 61 ise geri göndermeme ilkesi üzerine bilgiler veriyor. Buna göre şiddete uğrayan, statüsüne, ikamet durumuna bakılmaksızın hiçbir ülkeye iade edilemiyor.

“BEN ÇÖZÜMÜ MÜCADELE ETMEKTE BULDUM!”

Tüm bu maddeler uygulansaydı günden güne artan şiddet ve dehşetin önüne geçilecek, aynı zamanda göçmen ve mülteci kadınlar korunacaktı. Yine son olarak İranlı mülteci kadın Ghazale Moghaddamin’in sözleriyle yazıyı bitirmek istiyorum: “Bu böyle olmaz biliyordum. O zamanlar İstanbul Sözleşmesi çok gündemdeydi, ben de araştırmaya başladım. Çeşitli kadın örgütlerini tanımaya başladım ve takip ettim. İstanbul Sözleşmesi göçmen ve mülteci kadınların haklarını koruyan tek dayanaktı ama kaldırılıyordu. Sığınma evindeki kadınların çok ortak noktası vardı, bunlardan birisi de başka bir ülkeye geçmek için veya daha güvende olmak için Türkiye’den geçmek zorunda olmak. Bu durum bizi Türkiye’deki kadınlarla ortaklaştırıyordu, hepimiz İstanbul Sözleşmesi’ne ihtiyaç duyuyorduk. Tecavüze uğradıktan sonra karakola gittiğimde ‘Bunu ispatlayamazsın, dil bile bilmiyorsun vb.’ çok şeyle karşılaştım ve başıma gelen en korkunç şeye bile bir cevap ve yardım bulamadım. Ben çözümü mücadele etmekte buldum.”

ÖNCEKİ HABER

Gökçenur Ç: Dünyanın her yerinde şairler tavırlarını daima barıştan yana koyuyor

SONRAKİ HABER

Seyhan Ziraat Odası, tarımda üretimin desteklenmesi zorunluluğuna dikkat çekti

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...