(N)isyan
Unutmamak için de kalemimiz varsa kalemimizle, yoksa tırnaklarımızla her yaşananı bulabildiğimiz her yere kazıyacağız.

Enes Kara
Gece, parti yorgunu bir şekilde yerini gün ışığına bırakırken siyah abiye kıyafetleri ile bir kadın ve bir erkek yapmacılığın malikânesinden bir caz orkestrasının notaları eşliğinde uzaklaşmaya başlar. Kadın ve adam parti kıyafetleri ile çimlerin üzerine oturur. Adam kadına “Emin olduğumuz bir şeye tutunmayı deneyelim. Seni seviyorum” der. Kadın hüzünle çantasından bir mektup çıkarır ve okumaya başlar.
“Bu sabah uyandığımda sen hâlâ uykudaydın. Usul usul nefes alışına kulak verdim. Dağınık saçlarının arasından gözlerini gördüğümde içimi derin bir hüzün kapladı. Seni uyandırmak için haykırmak istedim, ne var ki çok derin uykulardaydın. Loş ışıkta canlılıkla parıldayan tenin öylesine sıcak, öylesine güzeldi ki, onu öpmek istedim. Ama seni uyandırmaktan korkuyordum. Seni, kollarımda yeniden uyanık olarak görmekten korkuyordum. Onun yerine, kimsenin benden alamayacağı, sadece bana ait olacak bir şeyi istiyordum. Sonsuza dek bende kalacak imajını… Yüzünde çok daha güzel ve etkileyici şeylerin yansımalarını gördüm. Başka bir boyutta seni ve tüm yaşantımı gördüm. Seninle geçireceğim tüm yıllarımı ve hatta sensiz geçen geçmişimi bile… Bundan daha mucizevî bir şey olamazdı, bir ömür boyu benim olduğunu ilk kez hissedebilmiştim. Bu gece sonsuza dek sürüp gidecekti. Seni düşünerek, seni arzulayarak, sıcaklığını hissederek. O an seni ne çok sevdiğimin farkına vardım, Lidia. İçimde kabaran duygularla gözlerim doldu. Bunun hiç bitmemesini, bir ömür böyle sürmesini arzuladım. Sadece yakın olmayacak, ayrıca birbirimize ait olacaktık. Bu şekilde olursak bizi hiçbir şey ayıramazdı. Tek korkulacak şey, ilgisizliğin alışkanlık haline gelmesiydi. Sonra yüzünde bir gülümsemeyle uyandın, bana sarıldın, beni öptün ve o an korkumun yersiz olduğunu anladım. Zamanın ve alışkanlıkların etkilerinden sakınıp, sonsuza dek hep böyle kalacaktık.”
Kadın mektubun son satırını okuyup gözyaşını silerken adam “Bunu kim yazdı?” diye sorar. Kadın da “Sen” der. Bu sahne Michelangelo Antonioni'nin 1961 yapımı “Gece” (La notte) filminin son sahnesidir.
Hafıza-i beşer nisyanla maluldür denir. Yani insan hafızasının eksiği unutmaktır. İyi ama yukarıdaki sahnede olduğu gibi insan yüreğinden kopup gelmiş duyguları, bu duygulara aracılık etmiş kelimeleri unutabilir mi? Ya da nasıl unutabilir?
Evet, unutmak insana dairdir. Tıp kitaplarını açarsanız ya da internette birazcık dolaşırsanız insana dair onlarca unutkanlık sebebi ile karşılaşırsınız. Aslında bu kadar zahmete bile gerek yoktur, sadece etrafınıza ya da kendinize baksanız da olur. Çünkü insan yaşlandıkça da unutur. Hem de en son öğrendiklerinden başlar unutmaya. Unuta unuta elinde bir tek çocukluğu kalır insanın. O nedenle yaşlandıkça çocuklaşır ve anayurduna döner insan. Jorge Amado’nun dediği gibi “İnsanın anayurdu çocukluğudur.”
Bazen “Gece” filmindeki esas oğlan gibi kelimelerimize yön veren duygularımızı kaybettiğimizde de unuturuz. Bu da insana dairdir. Ama bazı unutmalar vardır ki insana dair demek ağır gelir. Çünkü öyle olaylarla karşılaşırız ve o olaylar karşısında öyle duygular yaşarız ki; yaşadığımız duygulara ne söz kâfi gelir ne kelime yeter. Sadece unuturuz…
2017 yılında Aysel Tuğluk’un annesi Hatun Tuğluk vefat etmişti. Vasiyeti üzerine Ankara’daki İncek Mezarlığına defnedilmek için götürülür. Defnedilme sürecinde etrafta toplanan kalabalığın “Buraya Kürt gömdürtmeyiz”, “Buraya terörist gömdürmeyiz”, “Gömseniz de cenazeyi çıkarıp parçalarız” tehditleri sonrasında Hatun Tuğluk’un cenazesi gömüldüğü mezarından çıkarılarak Dersim’e götürülür ve defnedilir. Cezaevinden cenazeye katılmak için izinli çıkarılan Aysel Tuğluk olanları gözleriyle görür, tehditleri kulakları ile duyar. Hangi söz, hangi kelime bu yaşananları anlamlandırmaya yeterli gelir… Aysel Tuğluk cenazeden sonra unutmaya başlar. Muhtemelen en son yaşadıklarından başlamıştır unutmaya. Bazen unutmak yaşamak için zorunlu hale gelir. Aysel Tuğluk’a Demans (Bunama) tanısı konulur ve Kocaeli Üniversitesi’nin “cezaevinde kalamaz” raporuna rağmen infazı ertelenmez. Aysel Tuğluk nisyanı ile birlikte halen cezaevindedir.
Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi 2. sınıf öğrencisi Enes Kara’nın intiharı da kelimeleri kifayetsiz bırakan bir ölümdür. Tarikat baskısı, çaresizlik, anlaşılmazlık, düşük notlar, gelecek kaygısı gibi kelimeler bir gazete köşesinde elbette gerekçe olarak sıralanabilir. Ama hangi zihin bu kelimelerle Enes’in ölümünü anlamlandırabilir. Hele vasiyet olarak annesine bıraktığı fırından sonra hangimizin boğazından fırında pişirilmiş bir yemek, bir kek takılmadan geçer. Evet, boğazımızda takılma hissindense Enes’in ölümünü de unutmaya meyledeceğiz.
Hafıza-i beşer nisyanla maluldür, kabul. Bu ülkede, bu dünyada, bu düzende yaşadığımız sürece sözümüzün, sesimizin anlamlandırmaya yetmediği, yetemediği daha çok olayla karşılaşacağız, kabul. Ama unutmayacağız. Unutmamak için de kalemimiz varsa kalemimizle, yoksa tırnaklarımızla her yaşananı bulabildiğimiz her yere kazıyacağız. Ta ki nisyanın başındaki “n” harfini silene kadar. Böylece Aysel Tuğluk’un nisyanına, Enes Kara’nın ölümüne isyan olabilelim…
Evrensel'i Takip Et