27 Kasım 2021 00:24

Prof. Dr. Menderes Çınar: AKP’nin herhangi bir soruna el atma kapasitesi yok

Erdoğan “ne yaptığımızı biliyoruz” diyor ama ortada ne yaptığını bilmediği görüntüsü veren bir yalpalama var. Atıf noktası Nas’lar. Nas, bir şey bilmeye dayanmıyor ki, bir şeye inanmaya dayanıyor.

Fotoğraf: Menderes Çınar'ın kişisel arşivi | Kolaj: Evrensel

Paylaş

Serpil İLGÜN
İstanbul

Türkiye ekonomisinin kara salıları, çarşambaları artıyor. Sorunun abartıldığını, dış güçlerin bu kez de kur silahına sarıldıklarını savunan Erdoğan, hafta içinde yaptığı açıklamada “Ne yaptığımızı biliyoruz” dedi. Ortağı Bahçeli’nin de desteğini alan Erdoğan, muhalefetin artan erken seçim çağrıları için “Kabile devletleri ikide bir seçime gider” ifadesini kullandı. Bir günde yüzde 20’leri bulan TL’deki değer kayıpları beraberinde zamları getirirken, AKP’li siyasetçiler halkı kuru soğan yemeğe, 2 kilo alınamıyorsa iki domates almaya çağırdı. Bu kibirli çağrılar ve geçim derdinin daha da büyümesine karşı çeşitli illerde sokağa çıkılarak, hükümetin istifası istendi. İktidar cephesinin sokağa çıkanları tehdidi gecikmezken, perşembe günü toplanan Milli Güvenlik Kurulu sonuç bildirisinde, “Ekonomi politikalarını hayata geçirme sürecinde karşılaştığı ve karşılaşabileceği sınamalar ve tehditler değerlendirilmiştir” ifadesi dikkat çekti.Haftanın öne çıkan bir diğer gelişmesi de sokağa çıkmaya mesafeli duran CHP’nin, ilkini 4 Aralık’ta Mersin’de düzenleyeceği “seçime çağrı” mitingleri başlatmaya karar vermesi oldu. Türkiye’nin uzunca zamandır yaşadığı kriz nereye evriliyor? Erdoğan’ın stratejisi ne? Erdoğan ve Bahçeli ilişkisi gösterildiği gibi sorunsuz mu ilerliyor? Erdoğan, partisi içinden gelen serzenişleri, itirazları yönetebilir mi? Yüzde 50+1’i elde etmek için kullanabileceği enstrümanlar var mı? Muhalefetin erken seçim çağrısı güçlü mü?Siyasal İslam ve AKP üzerine yaptığı çalışmalarla da tanıdığımız, Siyaset Bilimci Prof. Dr. Menderes Çınar yanıtladı. Çınar’ın “Siyasal Bir Sorun Olarak İslamcılık” kitabının, revize edilmiş ikinci baskısı önümüzdeki günlerde raflardaki yerini alacak.

BAHÇELİ, KENDİSİNDEN VAZGEÇME EĞİLİMİNİ GÖRDÜĞÜNDE ERKEN SEÇİM İSTER

TL’nin değer kaybı, ekonomik krizin derinleşmesi yakın gelecek bir yana günün nasıl kotarılacağına ilişkin endişeleri arttırıyor. İçinde bulunduğumuz tabloyu nasıl değerlendiriyorsunuz? Yaşanan ekonomik, siyasi ve toplumsal kriz nereye evriliyor?

Geldiğimiz bu noktayı belli bir siyaset anlayışının kümülatif sonucu olarak görüyorum. Mevcut değer, kurum, rezerv ne varsa onu istikrarlı bir şekilde tüketen bir siyaset anlayışının ülkenin temel meselelerini, geleceğini ihmal etmesi sonucu adım adım geldiğimiz, geleceğimizi en azından bizim bildiğimiz nokta. AKP en geç 2011’den beri -2007’de diyebiliriz- sadece kendi iktidarını sağlamlaştırmaya, kendisini pekiştirmeye çalışıyor. Bunu da olumlu bir yönetim performansı sergilemekten ziyade, rakiplerini, muhaliflerini, eleştirmenlerini bastırarak, engelleyerek ve bazı yasal, kurumsal (anayasa değişikliği gibi) düzenlemelerle kendi iktidarını garanti etmeye çalışarak yapıyor. Yani ülkenin mevcut problemlerini çözerek veya geleceğinin daha müreffeh ve mutlu olmasına yönelik projeler geliştirerek yapmıyor. Söz konusu siyaset anlayışının bir boyutu medeniyetimiz, diriliş, şahlanış gibi esasında birtakım sloganlara indirgenmiş, gerçekte misyon olmayan misyonlar. İslamcılıkla da bağ kurarak onu hakimiyet stratejisinin hizmetkarı haline getiren sloganlar. İkincisi, çılgın projeler olarak dillendirdiği inşaat projeleri. Büyük köprüler, havaalanları, şehir hastaneleri. Üçüncüsü, kutuplaştırma. Ve dördüncüsü “taraf olmayan bertaraf olur” anlayışını geçerli, makbul kılma.

Hiçbir ekonomik rasyonalitesi olmadığı bugün apaçık olan çılgın projelerle hem büyük bir atılım içindeymişiz gibi yaptı, hem de bunları muhalefete rağmen yaparak memleketin manzarasına damgasını vurdu, gücünü, azametini gösterdi.  Kutuplaştırmayla muhalifleri demokratik siyasetten diskalifiye etti. Aynı zamanda içerden sorgulamayı engelledi, gayrimilli ilan ettiği yurttaşlar karşısında sahte bir kahramanlık yaptı ve kendi tabanını pekiştirdi. “Taraf olmayan bertaraf, taraf olan ihya olur”la sadık amade olduğu sürece her kim olursa olsun ödüllendirdi, kıymetlendirdi, kayırdı. Böylece AKP “pudra şekeri” çekerek, haksız kazanç ve rant peşinde koşarak, davaya, İslamcılığa hizmet edenlerin partisi haline geldi. Kayırmacılık,-ki bir yolsuzluktur,- endüstriyel boyutlara bu şekilde ulaştı. Bu “Bize bilen adam değil, bizden adam lazım” mantığının sonucu idi. Bu da tabii, bir liyakatsizlik sorunu meydana getirdi. Böyle olunca AKP’nin memleketin herhangi bir sorununa el atma niyeti olsa bile el atma kapasitesi yok. Bu siyaset anlayışının doruk noktası Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi (CHS) oldu, ki -yeniden çıkacak kitabım için yazdığım yeni bölümde iddia ettiğim gibi- zaten onu gerçekleştirmek için geliştirilmiş bir siyaset anlayışıydı.

Erdoğan, faizlerin düşürülmesi ısrarı için “Biz ne yaptığımızı, niçin yaptığımızı, nasıl yaptığımızı, sonunda ne elde edeceğimizi gayet iyi biliyoruz” dedi.  Erdoğan’ın stratejisi ne, ne elde etmeyi umuyor?

Eğer ne yaptığını o kadar iyi biliyor olsaydı sıklıkla Merkez Bankası Başkanını değiştirmez, kısa süre içinde birbirine zıt politikalar izleyecek figürleri başkan olarak atamazdı. Aslında ortada ne yaptığını bilmediği görüntüsü veren bir yalpalama var. Erdoğan’ın bu yalpalama görüntüsünün toplumda ve bilhassa parti içinde yarattığı tedirginliği ve olası eleştirileri biraz engellemek veya ertelemek için böyle bir çıkış yaptığını düşünüyorum. Yani iradesini koymuş oluyor, ama “Ne yaptığımızı biliyoruz” derken de bize bütünlüklü, şunu şu nedenle yapıyoruz diye bir şey söylemiyor. Dolayısıyla “Ne yaptığımızı biliyoruz” derken aslında bir zamanlar Berat Albayrak’ın söylediği gibi inananları varsa o inananlarına güven vermeye, o yalpalama görüntüsünü ortadan kaldırmaya çalışıyor.

İkinci bir şey söyleyeyim, atıf noktası Nas’lar mesela. Nas, bir şey bilmeye dayanmıyor ki, bir şeye inanmaya dayanıyor. Kaldı ki, Erdoğan ya da AKP siyaseti için bu Nas’lar, İslami hükümler falan araçsal, yapılan işi meşrulaştırmak için başvurulan şeyler. Fetva makamı kabul edilen kişinin İslami açıdan yolsuzluğu kabul edilebilir, eleştiriyi kabul edilemez bulduğunu biliyoruz. Dolayısıyla ortada bir ambalajlama, estetize etme çabası var. Ben Erdoğan’ın ne yaptığını bildiğini sanmıyorum, ama genel olarak şöyle bir işleyiş var, gelişen duruma kendi meşveret meclisim dediği kişileri dinleyerek reaksiyon veriyor. Bu tutarlı mı, bütünlüklü mü, hangi bilime, hangi akla, hangi teşhise dayanarak yapıldığını bulamayacağımız politikalarla sonuçlanıyor. O yüzden zaten Nas diyor, işi meşrulaştırmak için. Yani bu bilerek yapılmış bir iş değil. Bilerek yapılsa en azından tünelin sonundaki ışığın nasıl oluşacağı gösterilir. Böyle bir şey yok, bizden inanmamızı bekliyor. Bu söylem sadece inananlarına hitap ediyor.

Dolayısıyla, yandaş yazar ve yorumcularının iddialarının aksine Erdoğan’ın elinde enstrüman kalmadı…

Elinde bir enstrüman yok. 2014’te cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında piyasayı ucuz krediye boğdu. Sonraki seçim arifesinde yine boğdu. Bunlar uzun vadede ağır ekonomik kriz olarak döneceği söylenen adımlardı. Aynı kafayla 128 milyar dolarlık döviz rezervini eritti. Şimdi elinde ne kaldı, ekonomist değilim bilmiyorum ama görünen o ki elinde kala kala damping yapmak kaldı. Memleketin ürettiği ne değer varsa, onu ucuza satarak ekonomiyi kurtarmaya çalışıyor. Herkesi fakirleştirerek üretim, istihdam sağlamayı planlıyor. Bunu yapabiliyor çünkü demokrasiden uzak, otoriter rejim bu keyfiyete imkan sağlıyor. “Bize bizden adam lazım, bilen adam lazım değil” anlayışının neden olduğu liyakatsizlik, tutarlı, bütünlüklü, bizi bu krizden çıkaracak, ya da krizi daha az ağırlaştıracak politikalardan alıkoyuyor. Kaldı ki yalpalamaları, keyfiliği, kurumsuzlaştırma pratikleri nedeniyle kredibilite de tükenmiş durumda. İnanan olmak dışında güvenmek için bir neden yok, inananların sayısı da giderek azalıyor.

ERDOĞAN’IN ŞU ANDA SEÇİME GİTMESİ İÇİN GEREKLİ ŞARTLAR YOK

Muhalefet bu tablodan çıkış yolu olarak erken seçim önerisini yapıyor. Son haftalarda bu talep “hemen seçim”, “acil seçim” olarak dillendiriliyor. Erken seçim talebi iktidar üzerinde bir baskıya dönüşebiliyor mu? Zira Erdoğan ve Bahçeli “seçim zamanında” diyor, hatta Erdoğan erken seçimin kabile devletlerinin başvuracağı bir yöntem olduğunu söyledi.

Kabile devletlerinin işidir diyen kişinin 19 yıllık iktidarı boyunca kaç kere seçim, referandum yaptığına da bakmak lazım. O bize bir fikir veriyor aslında seçimin Erdoğan açısından değeri, önemi ve statüsü hakkında. Bence 2019 yerel seçimlerinden itibaren Erdoğan iktidarı, halk nezdinde desteğini büyük ölçüde kaybettiğini gördü. Normal demokratik şartlarda bu bir meşruiyetinizi yenileme, erken seçim çağrısıdır. Ancak CHS bu baskıyı biraz azaltıyor. Yerel seçimde çıkan tabloyu olumlu bir yönetim performansıyla meşruiyetini güçlendirerek telafi edebilirdi. Ama tam aksine daha kötü, hatta çok kötü bir yönetim performansı sergilemesi muhalefete erken seçim çağrısı yapabileceği bir fırsat ve ortam sunuyor. Bu açıdan başarısız yönetim muhalefet açısından bir çeşit rant oluşturuyor.

Muhalefetin bütün otoriter şartlara rağmen 2019 yerel seçim başarısı ve ne kadar eleştiriyorsak da siyasi baskı unsuru olarak var olması, içinde bulunduğumuz otoriter rejimin pekişmesini engelledi. Bu canlanma ve ardından gelen erken seçim baskısı AKP üzerinde sonuç alır mı? Seçim baskısı yerindedir, iyidir, doğrudur ama sonuç alır mı, biraz AKP içine ve ittifaka bağlı. Muhalefet liderleri daha güçlü bir baskı kurmak açısından, bazı durumlarda bazı fırsatları daha iyi değerlendirebilirlerdi. Kara Salı ertesinde mesela Demirtaş’ın dediği gibi hemen bir araya gelip bir erken seçim çağrısı yapmak, baskıyı arttırabilecek bir şey. Muhalefetin tek tek erken seçim çağrısı yapmasının etkisi daha az oluyor. AKP açısından şartlar şu an seçime gitmeye elverişli değil, muhalefetin baskısı da yetersiz.

BAHÇELİ, YÜZDE 50+1’İN DEĞİŞMESİNİ İSTEMEZ

Ülkenin yakın tarihindeki seçimleri, referandumları ilan eden Bahçeli son iki haftada birbiriyle çelişkili görünen açıklamalar yaptı. Önce “görevimiz muhalefet” dedi, ardından “İktidarın günahlarının da sevaplarının da ortağıyız” açıklamasını yaptı. Tabanda da yansımasını bulan gelişmeler AKP ve MHP arasında ne tür bir gerilime işaret ediyor? Ek olarak, Bahçeli’nin “Gereklidir, değiştirilemez” dediği yüzde 50+1 çıkışlarını anımsarsak, Erdoğan için MHP ortaklığının maliyeti artıyor mu?

Yanıt için biraz başa gidelim isterseniz, AKP’nin MHP ile koalisyon yapması aslında Erdoğan’ın AKP’ye empoze ettiği bir şey. Haziran 2015 seçimlerini hatırlayın, o dönemde AKP içinde “CHP’yle koalisyon yapalım hem kutuplaşma sorununu gidermek, hem de çözüm süreci açısından anlamlı olur” gibi çıkışlar yapan bazı AKP’li siyasetçiler marjinalize edildi. Ayrıca AKP’yi çatlatabilir düşüncesiyle CHP’ye de koalisyon kurma görevi verilmedi. MHP ile iş birliği Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı pozisyonundan başkanlık pozisyonuna önce fiilen sonra resmen geçmesi için gerekliydi. Bu iş birliği ittifak müessesi yokken başlamıştı ve ittifak müessesi bu iş birliğini devam ettirebilmek için getirildi. Bu iş birliği hem sayısal olarak, hem ideolojik olarak, CHS’ye geçişte meşruiyet kazandırması açısından veya çözüm sürecinin bitmesi, şiddetin artması gibi meselelerde kolaylaştırıcı oldu. Aynı zamanda MHP de başlangıçta, sorumluluk almadan çok büyük bir etki alanına kavuştu. Fakat artık o sorumluluk almadan kısmı zayıflamış görünüyor çünkü biliyorsunuz şu anda MHP’nin de oyları eriyor ve muhtemelen Bahçeli’nin Anadolu’ya gönderdiği vekillerden iyi haberler gelmiyor. Yüzde 50+1’in değişmesini MHP istemez çünkü o zaman kendisini vazgeçilebilir kılar, önemini ve etkisini yitirir. Öte yandan Erdoğan başkanlık için MHP ile ittifak yapmaya mahkum, fakat bu ittifak bir siyasi parti olarak AKP açısından bedel üretiyor ve herkes bunun farkında. Dolayısıyla ortada imkanını bulunca bozulacak bir ittifak var. Yüzde 50+1 bu imkanın bulunamamasını sağlayan bir Katolik nikahı beratı gibi.

Bahçeli, Erdoğan’ın kendisinden vazgeçme eğilimini gördüğü anda erken seçim ister. Üçlü koalisyon döneminde Bahçeli’nin çıkıp “Seçim olsun” demesinin nedeni Mesut Yılmaz’ın onu hükümetten çıkarıp başka birini alma arayışı idi. O da “Bozulsun” dedi. Böyle bir şey olursa yine aynı hamleyi yapabilir. Bahçeli’nin avantajı kendisinden başka Erdoğan’ı destekleyen, destekleyecek başka bir güç olmaması. Erdoğan’ın yerel seçimler sonrasındaki yeni anayasa çağrısı aslında bir beni muhatap alın çağrısıydı, ama kredibilitesi tükenmiş olduğu için muhalefet ciddiye bile almadı. 

MUHALEFET DAHA BÜYÜK BİR DEMOKRASİ VİZYONUYLA ÇIKABİLİR

Millet İttifakının güçlendirilmiş parlamenter sistem hedefinde sınıfsal tercihin değişmediği, sistemin restorasyonunu hedeflediği yorumlarına yaklaşımınız ne? Ekonomiden hukuk sorununa yapılacak müdahaleler ülkenin derinleşen sorunlarına çözüm olabilir mi?

Restorasyon ifadesi çok doğru bir ifade değil aslında. Çünkü yıpranmış, kırılmış dökülmüş bir şeyi ayakta tutuyorsunuz. Bizim eski düzenimiz de iyi bir düzen değildi, şimdikinden daha iyiydi tabii ama eksik bir demokrasiydi. Kaldı ki o da kalmadı, eski düzen diyoruz. Bu açıdan restorasyon ifadesi hem hatalı hem de biraz kısıtlı bir vizyona işaret ediyor. Ama tabii eski eksik demokrasiyi mumla aradığımız için anlamı var. Eski denilen Türkiye eksik bir demokrasiydi ama demokrasi diye bir normu vardı. İnsan hakları, kadın erkek eşitliğini sağlamaya yönelik hamleler lazım dediğinizde onun bir anlamı oluyordu. Şimdiki hükümet “bunlar mandacılık” deyip çıkabiliyor işin içinden.

Muhalefet daha büyük bir demokrasi vizyonuyla çıkabilir ve esas seçim baskısını oluşturacak da böyle bir vizyondur. Bu açıdan mesela helalleşme çağrısının altının doldurulması gerekiyor. Çok anlamlı bir çağrı aslında. Çünkü AKP’nin biraz önce söylediğim kutuplaştırma stratejisinin geçerliliğini azaltmaya, köprü kurmaya, en azından CHP’ye kulak verilmesini sağlamaya yönelik bir hamle. Alevi meselesi, Kürt meselesi, kadınlar, azınlıklar… AKP bunların bir kısmında adım attı ama hepsini araçsallaştırdı. Helalleşme çağrısına Romanlar, Aleviler bu tecrübeleri nedeniyle daha dikkatle yaklaşabilirler. Bence bu da CHP üzerinde restorasyonun ötesine gitme baskısı oluşturacak bir şey. Daha olgunlaştırılmış bir çerçeveyle çıkması lazım. Ama şu anki haliyle olumsuz mu, değil. Yetersiz olabilir ama bence iyi bir muhalefet hamlesi.

“Provokasyon olur”, “İktidar bunu aleyhimize kullanır” gerekçeleriyle sokağa çıkmaktan, sokak hareketliğinden imtina eden CHP’nin “seçime çağrı” mitingleri düzenleme kararını nasıl yorumlarsınız? Çeşitli kentlerde iktidara yönelik protestoların başlamasının miting düzenleme kararında bir etkisi olmuş mudur?

Protestoların mutlaka bir etkisi olmuştur. Ancak Türk siyasi partilerinin demokratik meşruiyet sınırları içinde gösteri, protesto yapma anlayışında sokak yok. Türkiye siyasi partilerinin pratiği miting yapmak. Demokrat Parti serbest seçim için, CHP 1950’lerin sonuna doğru DP’nin otoriter uygulamalarını şikayet için, Demirel ANAP’ın yüzde 35 oyla yüzde 65 sandalye kazanmasını şikayet etmek için halka gitti, meydan mitingleri yaptı. Bugünkü AKP ve içinden çıktığı RP örneğin öğrencilerin türban protestolarını desteklemedi. CHP’nin seçime çağrı mitingleri düzenlemesi anlamlıdır. Ancak daha güçlü, sürekli ve sürdürülebilir bir seçim baskısının her ne kadar epeyce hırpalanmış olsa da sivil toplumla bağ kurularak ve kapsamlı bir demokrasi vizyonu ile sağlanabileceğini düşünüyorum. CHP’nin bu hamlesi ayrıca parti kadrolarını, örgütünü mobilize ederek canlandırmasına da hizmet edecektir.

ERDOĞAN AKP İÇİN KAMBUR HALİNE DE GELEBİLİR

“Özellikle başkanlık sistemine geçildikten sonra AKP, siyasi teşkilat fakat parti değil, Erdoğan’ın seçmeni/toplumu mobilize etmek, seçkinleri yönetmek ve kaynakları dağıtmak için kullandığı bir siyasi araç” demiştiniz. Ülkenin içine girdiği durum ve izlenen politikalara karşı çeşitli düzeylerde itirazlar yükselirken ve iktidarın kaybediliyor olmasının yarattığı sıkıntılar artarken Erdoğan elindeki bu siyasi aracı bir arada tutabilecek mi?

Gördüğüm kadarıyla AKP ve Erdoğan arasında simbiyotik bir ilişki var. 2011’den itibaren bu daha görünür. Bu simbiyotik ilişkide Erdoğan’ın görevi AKP’ye ve adaylarına seçim kazandırmak, AKP’nin görevi de ona itaat etmek. Biliyorsunuz bütün AKP adayları adına Erdoğan kampanya yapıyor. Erdoğan CHS’de yetkiyi tek başına almış ve tek başına sorumlu iken olumlu bir performans üretemeyip seçim kazanamayacak görüntüsü verdiğinde bu simbiyotik ilişki bozulur. Yani Erdoğan bir anlamda AKP için kambur haline de gelebilir. O zaman bir daha yarışacak mı, yarışmayacak mı diye de düşünmek gerekir. Kastettiğim sadece kendisinin kaybedeceği bir yarışa girmek isteyebileceği değil, AKP de kendisine kaybettirecek bir liderle yarışa girmek istemeyebilir. Erdoğan’ın AKP üzerindeki müthiş gücüne, kontrolüne rağmen böyle düşünüyorum.

Hulusi Akar gibi isimlerin dillendiriliyor olmasına bu çerçevede mi bakmak lazım?

Ben onların bir seçim yarışıyla iktidara gelebilecek siyasi figürler olduğunu düşünmüyorum. Ama Türkiye’nin sığ siyaset ortamında var böyle insanların da fırsatları. Olabilir.

SEÇİMLERİN ADİL VE ÖZGÜR BİR ŞEKİLDE YAPILACAĞINDAN NE KADAR EMİNİZ?

İşaret ettiğiniz üzere, yüzde 50+1’in elde edilmesi için bu evlilik yetmiyor. Saadet Partisi lideri Temel Karamollaoğlu, Erdoğan’ın Cumhur İttifakına dahil olmaları teklifini kabul etmediklerini söyledi. Erdoğan 50+1’i sağlamaya dönük nasıl hamleler yapabilir?

Zor görünüyor ama sürprizlere de açık olmalıyız. Sürpriz dediğim şey illa SP’nin devşirilmesi veya Deva, Gelecek partilerine gitme, böyle şeyler değil. Normal demokratik siyaset içinde böyle ittifaklar kurulabilir ama tabi kutuplaşma ve partilerin yakın geçmişten gelen çizgileri buna izin vermiyor. Şunu söyleyeyim, mesela seçimlerin adil ve özgür bir şekilde yapılacağından ne kadar eminiz? Muhalefetin baskı altına alınmayacağından ne kadar eminiz? Bu tür enstrümanları düşünmek lazım, muhalefetin de demokratik geleceğimiz açısından düşünmesi lazım. Yoksa bu ülkede normal bir seçim olduğunda AKP’nin kaybedeceği konusunda bir tartışma yok galiba. Ve bu yeni bir durum değil, Haziran 2015’ten bu yanda değilse bile en az son iki yıldır böyle.

TL’nin saat başı erimeyi sürdürdüğü dakikalarda HDP’li 13 ismin fezlekelerinin Meclise getirilmesi ve Sabah Başyazarı Mehmet Barlas’ın sonradan fanteziydi dese de CHP’nin kapatılabileceği, milletvekillerinin tutuklanabileceğini söylemesi seçime hangi şartlarda gidileceğinin işaretleri içinde okunabilir mi?

Bu iktidarın siyaset anlayışı, -kaba ifadeyle- memlekete hizmet etmeden de iktidar olabilmek, halkın desteğini almadan da iktidar olabilmek anlayışı. Bunu bünyesi kaldırıyor. Bizim aklımıza gelmeyen şeyler onların aklına geliyor, bunları gördük. Birçok krizi abartarak ya da kriz üreterek fırsata çevirdi. Burada da öyle bir durum olabilir. Demokratik bir terbiyeye sahip olan Gezi olaylarını başka türlü değerlendirebilirdi, 15 Temmuz sonrasını başka türlü değerlendirebilirdi ama bunları görmedik.

HER TÜRLÜ EŞİTSİZLİĞİN ARTMASI SOL İÇİN FIRSAT SUNUYOR

Sol siyasete ihtiyacın arttığı yorumları genişliyor. Sol, sosyalist partiler cephesinde üçüncü seçenek, halk seçeneği yaratmak üzere yapılan girişimler kamuoyunda yankı buluyor. Bunu ne sağladı?

Bu dönemde harika solcu siyasetçiler var. Demirtaş cezaevinde olmasına rağmen büyük etki yapıyor. Mesela TİP dört kişi ama bence meclis platformunu iyi kullanıyorlar. Ses getiriyorlar. Yani aktör gibi düşünürsek eğer olumlu performans sergileyen aktörler var. Çekici kılıyor, dikkat etmenizi sağlıyor. İkincisi Türkiye’de yoksulluk, eşitsizlik her zaman vardı ama özellikle beş yılda müthiş artmış durumda. Her türlü eşitsizlik artıyor. Daha da önemlisi insanlar çaresizliğe sürükleniyor. Bu bence sol için çok önemli bir imkan sunuyor. Bir başka husus da merkez partiler biraz benzeşiyorlar. CHP, zaten geleneksel olarak solcu bir parti diyemeyiz ama hem ittifak siyasetinde hem de tabanındaki ikilik nedeniyle solculaşması biraz daha zor bir parti. Yapabilir bunu ama ittifak siyaseti ve en önemli problemlerinden biri de AKP tabanına seslenme gayreti, onun atmasını bekleyeceğimiz adımları atmaktan alıkoyuyor. Çünkü mevcut seçmeni olduğu gibi kabul edip, onu solculaştırmaya çalışmıyor. Belki buna zamanı da olmadığını düşünüyor, o da sol siyasetler için bir fırsat veriyor.

ÖNCEKİ HABER

İzmir’de sağlık emekçileri “Nefes alamıyoruz, geçinemiyoruz, artık yeter” dedi

SONRAKİ HABER

Prof. Dr. Konukman: Yurttaşa yıl bitmeden 156,7 milyar TL salgın desteği sağlanabilir

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...