30 Ekim 2021 00:50

Hacer Foggo: Mamalara alarm takılması, bu dönemin fotoğrafı

Pandemiyle birlikte insanlar hayatlarını döndüren ücreti alamadığında birden bire yoksullukları açlığa dönüştü. Yoksulluğa insan hakları ihlali olduğu kabul edilerek bakmak gerekiyor.

Hacer Foggo | Fotoğraf: Kişisel arşiv

Paylaş

Serpil İLGÜN
İstanbul

Ekim ayı açlık ve yoksulluk araştırması sonuçlarını yayımlayan Türk-İş’in raporuna göre dört kişilik ailenin sağlıklı ve yeterli beslenmesi için yapması gereken gıda harcaması, yani açlık sınırı 3 bin 93 liraya ulaştı. Konut, ulaşım, eğitim, giyim gibi ihtiyaçlar için yapılması gereken harcamalar, yani yoksulluk sınırı ise 10 bin 76 liraya yükseldi. Bekar bir çalışanın “yaşama maliyeti” de aylık 3 bin 772 lira olarak hesaplandı.

Araştırmalar veya rakamlarla önümüze serilmese de, ekonomik kriz ve TL’nin her geçen gün biraz daha düşen değer kaybının sonuçlarını, hepimiz günlük hayatlarımızda deneyimliyoruz. AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, ekonominin iyi olduğunu, Türkiye’deki bolluk bereketin Almanya’da bile olmadığını savunadursun, kabaran faturalar, çarşı pazar manzaraları yoksulluğu da aşan bir tabloyla karşı karşıya olduğumuzu ortaya koyuyor.

Bu hafta Cumartesi Söyleşisinde, yoksulluğun derin yoksulluk olarak evrilmesini ele aldık. Derin yoksullaşma ne demek? Kavramın şemsiyesi altına hangi kesimler giriyor? “Sosyal yardımlar” çözüm mü? Yoksulluk, dünyada da en çok konu edilen meselelerden biri olmasına rağmen neden durum değişmiyor? Yoksulluk nasıl ele alınmalı?..

Derin Yoksulluk Ağı kurucularından Hacer Foggo yanıtladı.

Saha çalışmasında yüz yüze geldikleri çeşitli insan öykülerini, “Hikayenin Yok Hali” isimli kitapta toplayan Derin Yoksulluk Ağı, yoksulluğu verilerden, sayılardan çıkararak, yaşayanların ağzından anlatıyor. Kitaba ve ağa, Derin Yoksulluk Ağı web sitesinden ulaşılabilir.

YOKSULLUĞA HAK TEMELLİ BAKILMIYOR

Önce Derin Yoksulluk Ağı’nı anlatır mısınız? Hangi ihtiyaçtan doğdu ve ne yapıyor?

Uzun yıllar boyunca kent yoksulluğu ve insan hakları alanında gazetecilik ve aktivizm yaptım. 2005 sonunda İstanbul Sulukule ve Bakkalköy’deki kentsel dönüşüme karşı mücadele yürütürken kent yoksulluğu hayatıma girdi. Özellikle çocukların okul devamsızlığı, okul terki üzerinde çalıştım, bazı mahallelerde çocukların gidebileceği merkezler açılsın diye gönüllülerle birlikte girişimlerde bulunduk. 2016 yılında Harbiye İnönü Mahallesi’nde Çimenev diye bir merkez açtık aynı amaçta. Gönüllüler, üniversiteler, sivil toplum kuruluşları iş birliği ile sosyoekonomik olarak yoksul olan çocukların okul sonrası merkeze gelmeleri, orada yemek yemeleri, ardından Boğaziçi Üniversitesinden çok sayıda gönüllü öğrenciler eşliğinde ders çalışmaları, okuma yazması yoksa (anneler dahil) okuma yazma öğretme gibi faaliyetler yaptık. Çalışma sistemimiz şöyleydi, çocuğun dokunduğu yerlere muhataptık. Yani çocuğun okul öğretmenini de tanıyoruz, müdürünü de tanıyoruz, aileyi tanıyoruz, nasıl bir evde yaşadığını biliyoruz, yaptığımız etkinlikler de ona göre şekilleniyordu. Bu merkez, geçtiğimiz yıldan itibaren Şişli Belediyesi İnönü Mahalle Evi olarak faaliyetlerine devam ediyor. Sahadaki deneyim ve gözlemlerimiz neticesinde bir grup araştırmacı, sosyolog, psikolog ve gazeteciyle birlikte yoksulluğu araştırmak, boyutlarını ortaya koymak ve yoksulluğu bir insan hakları ihlali olarak tartışmaya açmak üzere 2019 yılında Derin Yoksulluk Ağı’nı kurduk. Çalışmalarımızı sürdürürken pandemi ortaya çıktı ve dışarı çıkamadığımız pandemi döneminde yoksulluk içinde yaşayan ailelerin, bireylerin acil ihtiyaçlarını karşılamak üzere Evden Değiştir Dayanışma Kampanyası başlattık.

Kampanya nasıl işledi?

Saha çalışmalarından tanıdığımız veya bize ulaşan ailelerle gönüllü destekçileri eşleştirmeye başladık. Ailelere direk gıda gönderilmesini sağladık. Dışarı çıkmadığımız üç ay boyunca İstanbul’un neredeyse 32 ilçesinde bunu yapmaya çalıştık. Giderek hem aileler komşularına, hem destekçiler birbirine söylemeye başladılar. Kampanya biraz daha genişledi. Sonra dışarı çıkınca ihtiyaçlar da değişmeye başladı. Yani gıda evet ama örneğin çocuklar uzaktan eğitime erişemiyor, tablet alalım, internet bağlayalım, faturayı ödeyelim, sobaya ihtiyacı var, soba alalım gibi ihtiyaçları da karşılamaya çalıştık.

Ekonomik göstergelerin emekçiler aleyhine bozulması ve pandemi etkisiyle birlikte, derin yoksulluk daha sık kullanılan bir kavrama dönüştü. Derin yoksulluğu nasıl tanımlıyorsunuz? En çok hangi kesimler derin yoksulluk yaşıyor?

Güvencesiz çalışan insanlar, hiçbir geliri, yatırımı olmayan, sistematik bir eşitsizlik yaşayan, pandemideki kapanma dönemlerinde de birdenbire yoksulluktan açlığa düşen aileler. Günlük çalışanlar, inşaatta çalışanlar, tekstilde çalışanlar, kağıt toplayanlar, gündelikçi kadınlar, sigortasız, sosyal güvencesi olmayan insanlar.

İBB’nin yaptığı araştırma da ortaya koydu ki pandemide 1 milyona yükseldi sigortasızların sayısı, bunların içinde işini tamamen kaybeden veya ücretsiz izne çıkarılanlar da vardı. Ayrıca sigortası olsa da gıdaya erişemeyenler oldu, hatta evi olup gıdaya erişemeyecek durumda olan insanlar da vardı. Kağıt toplayıcıları mesela, İstanbul Valiliği birdenbire yasak koyuyor ve günde 40-50 liraya çalışan bu insanlar aniden açlığa düşüyorlar. Derin yoksulluk dediğimiz, aslında hayatı boyunca temel ihtiyaçları gidermek için didinen, bütün gün akşam sofraya bir yiyecek koyabilme derdiyle uğraşan, sürekli öğün atlamak zorunda kalan, kirayı nasıl ödeyeceğim, çocuk için test kitabı istiyorlar onu nasıl alacağım, su faturasını ödeyebilecek miyim, temiz su alabilir miyim, mamayı nasıl alacağım gibi sürekli endişelerle yaşayan insanlar. Sık sık altını çiziyorum, mesela mamalara alarm takılması bu dönemin fotoğrafını sunmaya yetiyor. Nasıl bir ihtiyaç olduğunu gösteriyor. Neden, işte annelerin sütü kesildiği için, beslenemedikleri için. Ayrıca yaşlı yoksulluğu, kadın yoksulluğu, çocuk yoksulluğu boyutları da derinleşti. Pandemi süreci ruhsal olarak da bu grupları inanılmaz etkiledi. Yoksulluğu bu boyutlarıyla da tartışmak gerekiyor.

Derin yoksulluk dediğimiz şey aynı zamanda devreden yoksulluk. Anne babalardan çocuklarına kalan miras olması. Baba seyyar satıcıysa çocuk da o işi yapıyor, kağıt toplama işçisiyse, çocuk da o işi yapıyor.

Türkiye’deki yoksulluğun boyutlarıyla ilgili bilgilerimiz ne kadar?

Yoksullukla ilgili doğru düzgün bir veri yok. TÜİK’in rakamları da tartışmalı biliyorsunuz. Özel olarak kadın yoksulluğu, çocuk yoksulluğu ile ilgili çalışan bazı kurumlar dışında bir çalışma da yok. Birleşmiş Milletlerin (BM) Temmuz 2020’de Çok Boyutlu Yoksulluk raporu yayımlandı. Türkiye de bunun içine dahil. Ama Türkiye yoksullukla ilgili veri vermediği için, o raporda veri yer almadı. Veriler olsaydı “Bugün Türkiye’de yoksulluk boyutu şu” diyebilirdik. Raporda konuta, konutun durumuna, yetersiz beslenmeye bakılıyor, çocuk ölümlerine bakılıyor, 70 yaşından önce ölen insan var mı, bunun nedenleri ne? Mesela girdiğim her evde gelişimini tamamlayamamış çocuklarla karşılaşıyorum. Çocuk 6 yaşında ama üç yaşında gibi duruyor. Örneğin kanser hastaları beslenemedikleri sürece aldıkları kemoterapi zarar da vermeye başlıyor. Her evde neredeyse bir KOAH hastası var, kanser hastası var, verem hastalıkları var. Bunların yoksullukla, yetersiz beslenmeyle ilişkisini kuran derli toplu bir çalışma yok.

İHTİYAÇ SAHİBİ DEĞİL, HAK SAHİBİ

Yoksullukla ilgili hazırlanan BM raporuna atıfta bulundunuz. Evet, BM, Dünya Bankası (DB), uluslararası insan hakları örgütleri son zamanlarda daha fazla yoksullaşmaya ve bunun risklerine değinmeye başladılar. Ancak bu kadar çalışma yapılmasına, söz kuruluyor olmasına rağmen değişen bir şey olmuyor ve yoksulluk dünyada da artmaya devam ediyor. Neden?

Şöyle, bir kere partiler üstü bir politika olması gerekiyor. Yoksulluğun bir eşitsizlik, bir insan hakları ihlali olduğu kabul edilerek, insan hakkı temelli bakmak gerekiyor. İhtiyaç sahibi değil, hak sahibi olmaları üzerinden ele almak gerekiyor. İkincisi, o ülkede yoksulluk olduğunun kabul edilmesi gerekiyor. Mesela biz, “Yoksulluk yok” diyoruz. Cep telefonuna indirgiyoruz yoksulluğu. Böyle baktığınız zaman hiçbir zaman azalmaz. Üçüncüsü, yaptığınız projeler insan temelli olmalı. Bu insanlar ne diyor, ne istiyor? Siz onların dışında bir şey yaparsınız, örneğin 5 kilometre öteye toplum merkezi ya da istihdam merkezi kurarsanız zaten ulaşımı düşünmüyorsunuz anlamına gelir. Projeleri sahadaki insanların yaratması gerekiyor. Yine iyi bir takip sisteminin kurulması gerekiyor. Mesela İstanbul’da kağıt toplamak yasak denildi. Siz eğer kağıt toplayıcılarının nasıl yaşadığını bilmezseniz bu kararı çok rahat bir şekilde alırsınız.

Bilinmiyor olabilir mi? Ya da sorun bilmemek mi?

Değil tabii ki ama ideal olanı söylüyorum, bildiğiniz zaman bu kararı almazsınız. Diyelim, BM sıfır atık projesini destekliyor, ya da iklim değişikliği ile ilgili bütün dünya liderleri, biz de dahil konuşuyoruz, ama ne diyor DB, en yoksul şu kadar yüz milyon insan iklim değişikliğinde işini kaybedebilir, ölebilir vs. Özellikle güvencesizler için söylüyor. Siz eğer diyelim sıfır atık projesinde, aynı zamanda iklim krizinde ortaklaşıyorsanız, bu atıkları toplayan kim, bu insanlar. O zaman bu insanları istihdam edeceksiniz. Bu olmadığı zaman her şey ranta dönüşüyor. Projeler istediği kadar ödüller alsın benim için hiçbir anlamı yok, çünkü 1 milyon insanı açlığa mahkum ediyorsunuz.

ONUN CEP TELEFONU VAR DENİLMESİ UTANÇ VERİCİ

AKP, iktidarının ilk yıllarından itibaren uygulamaya koyduğu sosyal yardım mekanizmalarıyla övünüyor. AKP, yardımları alan ihtiyaç sahiplerinin de zaman zaman “makarnacılar”, “kömürcüler” olarak itham edildiği sosyal yardımlarla yoksulluğa müdahale mi ediyor yoksa sürdürülebilir mi kılıyor?

Bir kere bunların sosyal yardım değil, sosyal hak olması, böyle nitelenmesi gerekiyor. Bir partinin kasasından değil, hepimizin vergilerinden yapılan ödemeler bunlar. Kesildiği anda da açlık durumu yaşanıyor. Yoksulluğun azaltmasıyla ilgili ne iktidar, ne yerel yönetimler doğru dürüst bir proje yaptı. Bu insanlar pandemiyle birlikte kendi hayatlarını döndüren o ücreti alamadıkları zaman birdenbire yoksullukları açlığa dönüştü. Bu, o sosyal yardım denilen ödemelerin de yeterli olmadığını gösteriyor. Ama buradaki esas sorun, o sosyal yardımlarda bir muhtaçlık, bir itaat dilinin kurulması, hak temelli bir bakışın olmaması. Sosyal yardım olmasın değil, tam tersine iş bulduğu zaman da kendisini toparlayacak duruma gelmeden asla kesilmemesi hatta hiç kesilmemesi gereken bir temel gelirin olması gerekiyor. Temel bir gelirle bu insanlar aynı zamanda özgürleşebilir. Ancak o zaman çocuğuna ayakkabı alabilir, bir sinemaya gitmeyi düşünebilir, belki 2 gün tatil yapma hakkı elde edebilir. Çünkü bu insanların hayatlarında tatil yok, sinema yok, yani bir yaşama hakkı elde etmeleri gerekiyor diye düşünüyorum. Yoksa sürekli bu yardımı verenin elinde bir sopa, bir tehdit olacak. Böyle olunca dediğiniz gibi yönetilebilir olur ve yarı aç yarı tok yaşamaya devam eder. Yoksa açlık çeken bir insana hangi partiye oy verdiğinin söyletilmesi bana utanç verici geliyor. Bak işte onun cep telefonu var denilmesi de utanç verici geliyor. Çünkü aramızda çok derin bir eşitsizlik var. O eşitsizlik üzerinden sürekli parmak sallayan bir politika.

Ayrıca yardım meselesinde şu da var, diyelim A kişisi fabrikada bir iş buluyor, yardımı kesiliyor. Ama 2 ay sonra işten çıkartılıyor, zaten güvencesiz çalıştırılmış A kişisi sonra dönüp o yardımlara başvurduğunda tekrar yeniden alması en az 4-5 ay sürüyor.

DEVREDEN YOKSULLUK DEVAM EDİYOR

Belediyeler, kurumlar size nasıl yaklaşıyor, birlikte çalışıyor musunuz?

Evet, belediyelere raporlar yolluyoruz, toplantılar yapıyoruz. Takip sisteminin geliştirilmesi gerektiğini, sosyal hizmet mevzuatlarının yeniden tartışılması gerektiğini, sosyal hizmet uzmanlarının daha fazla olması gerektiğini konuşuyoruz. Çalıştığımız yerlerde hangi belediye, kurum varsa paylaşıyoruz. CHP’ye de anlatıyoruz, İYİ Partiye de anlatıyoruz, DEVA’ya da anlatıyoruz, yoksullukla ilgili kim bir şey yapmak isterse konuşuyoruz.

Kamu kurumlarıyla konuştuğumuz konulardan biri de takip sisteminin zayıf olması. Mesela bir ailede baba hastalandığında, işini kaybettiğinde, yaralandığında evdeki çocuk okuldan alınıp babanın yerine işe gönderiliyor. Siz o ailenin o anını yakalamadığınız zaman o aile bir basamak aşağıya düşüyor. Böylece devreden yoksulluk devam ediyor.

İşçi, işini kaybettiğinde, iş kazası geçirdiğinde hemen aşağıya inebilir. Evini kaybedebilir mesela. Çocuğu okuldan alabilir. Akrabasına taşınabilir. Bu, her kesin bir sınıf aşağıya düşmesi demek.

Görüşmeleriniz karşılık buluyor mu?

Evet. Örneğin sosyal inceleme yapılmış, ailenin gıda kartı kesilmiş, ya da verilmemiş. Onlara yeniden sosyal inceleme gönderiyorlar, ya da bir ailede sigortalı bir çalışan var ama o ailede engelli de var, hasta da var, yani o gelirle evin dönmesinin imkanı yok, onu söylüyoruz. Ama tabii bunlar yeterli değil. Sistemle ilgili. Yeni politikalar geliştirmeleri, daha fazla sosyal yatırım yapmaları lazım.

AİLELERİN YÜZDE 85’İ YETERLİ BESİNE ULAŞAMIYOR

Çocuk ve kadın yoksulluğunun altını çizdiniz. Temmuz-eylül 2020 ayları arasında 103 aileyle görüştünüz “Pandemi Döneminde Derin Yoksulluk ve Haklara Erişim” araştırmanızda özellikle bu iki grup için öne çıkan bulgular ne oldu?

Beni de çok etkileyen, mesela bu dönemde çocukların çalışmaya başlaması. Çocukların yüzde 6’sının ev geçindirme konumuna geçmesi. Kadınlarda da yüzde 82’sinin pede erişememesi mesela ekonomik nedenlerle. Yine görüştüğümüz ailelerin yüzde 85’i yeterli besine ulaşamıyor. Yüzde 74’ü bebek maması ve bezi almakta zorlanırken, yüzde 21’i hiç alamıyor. O yüzden yoksulluğun aynı zamanda bir insan hakları ihlali olduğunu söylüyoruz.

BİZİM GİBİ YAPILAR BİR ARAÇ

Sizin gibi ağların, derneklerin, vakıfların çalışmaları kıymetli kuşkusuz ancak doğal olarak çalışmalarınız oldukça sınırlı kalıyor. Bundan nasıl çıkılabilir?

Biz İstanbul odaklı çalışıyoruz, bütün bu hikayeleri anlatarak, araştırmalarımızın verilerini sunarak bütün partilere, ilgili kamu kurumlarına, yerel yönetimlere gönderiyoruz. Ya da akademisyenlere gönderiyoruz. Esas, bu masanın etrafında oturması gereken tarafların, siyasi partilerin, bu alanda çalışan sivil toplum örgütlerinin, kadın örgütlerinin, yani o masanın büyüyüp genişletilmesi gerekiyor. Bir de ‘Yoksulluk nasıl azalır’la ilgili bir politika oluşturulması gerekir. Derdimiz de bu. Bizim gibi kuruluşlar bir araç. Bu mahallelerde, bu şehirlerde, bu ülkede başka bir şey yapman gerekiyor. İhtiyaç sahibi değil hak sahibi bakışı gerekiyor. Bu dilin değişmesi gerekiyor. Kim iktidarda olursa olsun itaat, muhtaçlık ilişkisinden çıkarıp, hak temelli ve hak sahibi bir bakışla politikalar oluşturulması lazım.

ÖNCEKİ HABER

Hollanda Vergi Dairesi on binlerce kişinin veri gizliliğini ihlal etti

SONRAKİ HABER

Türkiye'de koronavirüs | 351 bin 373 yeni vaka, 209 can kaybı (29 ekim 2021)

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...