29 Eylül 2021 22:50

Kaybolan kentin eskicisinin hikayesi

"Kaybolan Kentin Eskicisi’ni '91 yılında yazdım. Aslında insanı şiir yazmaya, öykü yazmaya daha çok şartlar yönlendiriyor. '91 yılı önemli bir yıl. Türkiye’de birçok insanın hapishaneden çıktığı yıl."

Hüseyin Eroğlu | Fotoğraf: Fatih Polat/Evrensel

Paylaş

Fatih POLAT
İstanbul

“Kaybolmuş bir kentin eskicisiydi/ Makineleşmeye karşı duyguları topluyordu/ Kaybolmuş bu kentin sokaklarında/ Torbasında umut torbasında insana dair ne varsa” diye başlar ve devam eder: “Yalnız değilsin eskici/ Bir sabah güneş doğar/ Sevgiden tuğlalarla/ Yeniden kurarız bu kenti.”

Türkiye’de 12 Eylül askeri darbesinin yıkıcı etkisi sürerken, büyük kentin yabancılaştırıcı atmosferiyle birleşen o bezdirici iklimin içinde kendini koyvermeden, yeni bir yol aramak… Tam 30 yıl önce, öylesi bir dönemde ve öyle bir ruh halinin içinde yazılmıştı bu dizeler.

Metin Kahraman’ın ‘Kaybolan Kentin Eskicisi’ şarkısı dillere en çok dolanan şarkılardandır. 1990’ları yaşamış kuşaklara çok şey anlatır. Sonraki kuşakların da bu şarkıya karşı boş olmadığı görülmüştür.

Şarkının sözleri Hüseyin Eroğlu ve Metin Kahraman’ın imzasını taşıyor. İlk dörtlüğü yazmış olan Hüseyin Eroğlu ile bu dizeleri yazmasından 30 yıl sonra konuşuyoruz.

Hüseyin Eroğlu sahilde engelli moturun üzerinde arka fonda kaybolan bir kent görüntüsü.

TAM 30 YIL ÖNCESİ…

“Kaybolan Kentin Eskicisi’ni 1991 yılında yazdım. Aslında insanı şiir yazmaya, öykü yazmaya daha çok şartlar yönlendiriyor. 1991 yılı önemli bir yıl. Türkiye’de birçok insanın hapishaneden çıktığı yıl. O yıllarda insanlar yeni bir yol arayışına girdiler. Ben Devrimci Sol ana davasından yargılandım. Çıktıktan sonra çok düşündün. Herkes cezaevinde, sen dışarıdasın. Toplumun üzerine ölü toprağı serpilmiş, sen ve senin gibi insanlar yeniden bu toprağı yeşertmeye çalışıyor. Benim içinde olduğum yapı da 1991’de başka bir yola girince ben içinde kalamayacağımı, yollarımızın ruhen ayrıldığını hissettim. Fakat tabii doğup büyüdüğün bir yapının içinden çıkmak çok kolay bir iş değil. Sudan çıkmış balık gibi oluyorsun. Müthiş bir yalnızlık hissi. Bundan sonra ne yapacağım diye düşünüyorsun. Başka bir şey bilmiyorsun ki!”

Hüseyin Eroğlu, bu duyguları yaşarken de örgütlü faaliyetten uzak değildir: “Türkiye Sakatlar Derneğinde faaliyet yürütüyordum. 1977-78’de çocuk üyeydim. Ama çeşitli dönemlerde gittim geldim. Çocukluk arkadaşlarım hep yönetici oldular. Ben de çok idarecilik yapmıştım. Oradaki faaliyetler beni çok besleyen faaliyetlerdi. Sendikal çalışmalar içerisinde de bulundum. Şarkımıza gelecek olursak tam böyle bir ruh hali. Koskocaman yeni, eşitlikçi bir dünya hayal ediyorsun. Bunu da bir örgütle, bir partiyle yapabileceğine inanıyorsun. Birden o partinin senin ruh halinle örtüşmeyecek şekilde davrandığını görünce müthiş bir hayal kırıklığı yaşanıyor. İşte bu hayal kırıklığını yaşarken abimin bir ofisi vardı, oraya giderdim. Abim işe giderdi, ben ofiste oturur kitap okurdum. Şiir, öykü okumaya başladım. Sonra Nâzım Hikmet’i okurken; Nâzım’ın buradan çıkıp Moskova’ya gittiğinde büyük bir hayal kırıklığına uğradığını gördüm. Çünkü hayalinde kurduğu eşitlikçi rejim orada yoktur. O rejim içerisinde insanlar hiç de mutlu değillerdir. Sonra kendisini okumaya verir. Okumalar sonrasında tekrar ustalara döndüm der. Ve mücadelesine yeniden başlar.”

"BU ŞARKIYI DİNLEYİP SOLCU OLAN ÇOCUKLAR BİLİYORUM"

O da ‘Sınıf mücadelesi 200 yıldır var’ diye düşünerek, tek başına da kalsa mücadeleyi sürdürmeye karar vermiş. Sakatlar Derneğinde daha çok faaliyetlere katılmış. Hapisten çıktıktan sonra Eyüp’e, annesinin babasının yanına dönmüş. “Bir ağabeyim, ‘Devrimci insan ağlayanlar içerisinde güleni bulandır’ demişti” diyor ve bu sözü hiç unutmadığını anlatıyor. O bunları anlatırken, şarkının ilk bölümünün şekillendiği ruh halinin izleri içindeki konuşmamıza bir yandan devam ediyoruz: “O arada çıktı kent, yalnız ve tek başına kalmak… Ama sosyalist faaliyet de bu şehir üzerinden yükselir, işçi sınıfı üzerinden yükselir. Modern şehirlerde işçi sınıfı vardır çünkü. Bu duygular içindeyken bu sözler çıktı ama şiirin ikinci bölümünde Metin Kahraman’ın da çok katkıları vardır. Çok sevildi bu şarkı. Hâlâ bu şarkıyı dinleyip de solcu olan çocuklar biliyorum. Metin de çok güzel yorumladı. Çok güzel çaldı arkadaşlar.”

ARTIK HERKESİN ŞARKISI…

Yıllar sonra SHP belediyesinde işe girer. Hamidiye kaynak sularının Pendik şubesine su satıcısı olarak: “Bir arkadaş ile oturuyoruz, küçük bir radyo var. Genç bir kızdı, birlikte su satıyoruz. Radyoda ‘Eskici’ çalmaya başladı. Ben o kadar çok şaşırdım ki, kıza, ‘Bu şarkının sözleri bana ait’ dedim. ‘Hadi abi ya’ dedi (Gülüyor). Hakikaten böyle. Sonra şöyle düşündüm, bu artık benim değil, herkesin şarkısı.”

İKİ BELGESEL

Halen yaşadığı Büyükada’ya ise 2008 yılında gelir. Orada da boş durmaz, Adalar Demokrasi Meclisinin oluşumunda yer alır ve birçok etkinlikte de onu görürüz.

“Yine yalnız yaşıyorum. Arada bir evlilik yaşadım. Tabii bastonlarla yaşamanın birtakım maliyetleri var. Bir süre sonra kollarımın beni taşıyamayacağını fark edince, küçük bir sahil kasabası, zeytinyağlı yiyecekler tribine girmeden (gülüyor) böyle bir yerde yaşamaya karar verdim. Hem bir İstanbul çocuğu olarak İstanbul’dan ayrılmamış olacaktım. Buraya geldim, iki belgesel film yaptım. İşte ufak tefek hikayeler yazıyorum şimdi.”

Belgesellerden birisi, arkadaşı ressam Aydın Erkuş’un sepetli motosikleti ile Bodrum Yatağan’a kadar gittikleri yolculukta başlarından geçenleri anlatan ‘800 Kilometre Engelli’. TRT ödülünü alan bu belgesel TRT’de 2 yıl yayımlanır. Sonrasını yine kendisinden dinleyelim: “Yaptık, film bitti, gösterimleri oldu. Heybeliada’ya gelmiştim bir gün. 14-15 yaşında, iki bastonlu bir çocuk gördüm. Beni görünce tanıdı ve şöyle bir içini çekti, ‘Aaa’ yaptı, çok şaşırdı. İşte o zaman dedim ki, ‘Bu amacına ulaşmış bir film’. Ajitasyon yapmayan bir filmdi bu. Film gibi filmdi aslında. Engellilerin kamera önünde olması risklidir. Çünkü üzülür insanlar. Üzülmeden, eğlenerek seyretti insanlar filmi.”

İkinci belgesel ise, Adalar Vakfının bir filmi. “Ben Ada’ya ziyarete gelen bir genç kıza Troçki’yi anlattım. Onu Büyükada’da gezdirdim, sonra Troçki’nin evine götürdüm. Orada Troçki’yi anlattım.”

‘HERKES YOLUNU BULUR’…

O bunları anlatırken aslında 30 yıl önce yazdığı dizelerin içinde bir yerlerde dolaşmaya devam ediyoruz. Hüseyin, evine komşu olan Heybeliada sahilinde gerçekleştirdiğimiz bu sohbette, bugünden o dizelere bakarak şöyle bağlıyor sözlerini: “O zor koşullarda bile umudu anlatan dizeleri yazmış olduğum için gururlanıyorum. Bu dönem için de böyle. Buradan da bir umut çıkarmak gerekiyor. İnsanlar bunun için çok seviyorlar belki de. Çünkü herkes çok yalnız yaşıyor. Birçok hayal kırıklığı yaşıyor. O yüzden bir yol arayışı içinde herkes. Herkes kendi yolunu bulacak, buna eminim. Ben bulduğum için söylüyorum. Bunu da yazdığım için söylüyorum. Bulunabilir yani.”

ÖNCEKİ HABER

TÜİK verilerine göre ekonomik güven endeksi eylülde yüzde 1,6 arttı

SONRAKİ HABER

Prof. Dr. Fincancı: "Hekimler, çalışma sağlığı ve hakları için mücadeleye hazır"

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...