25 Eylül 2021 01:11

Prof. Dr. Veysel Ulusoy: Market denetlemeyle ekonomiyi düzeltmek imkansız

Komplo teorilerine kimse inanmıyor. Çünkü mutfak her şeyi hallediyor. Açlık, gelirsizlik ve istihdam yaratamama kapasitesinin gösterdiği resim, bize neyin ne olduğunu açıkça ortaya koyuyor.

Prof Dr Veysel Ulusoy | Fotoğraf: Kişisel arşiv

Paylaş

Serpil İLGÜN
İstanbul

Ne Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı kim olacak, ne Kürt sorununun çözümünde muhataplık sorunu geçim derdinin önüne çıkabiliyor. Her şey ateş pahası! Hiçbir şey alınmıyor” tespitleri, günlük sohbetlerin ana konusu. Pazarda meyve sebze ya ihtiyacın yarısı kadar alınabiliyor ya da pazara gidilemiyor. Market alışverişlerinden sonra “ne aldık ki bu kadar tuttu” diye herkes elindeki fişe bakıyor.

Üzerine gelen ev ve kira artışları, işsizinden öğrencisine emekçileri zorluyor.

Tablo karşısında AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, önce “yok öyle bir şey” savunmasına geçip, hemen ardından da “bakanlarım konuyla ilgileniyor, ben de bizzat ilgileneceğim” dedi. İktidar medyası pahalılığın kaynağı olarak yine “dış güçler ve içerdeki işbirlikçileri”ni gösterdi. 2019’da tanzim satış merkezlerinin kurulması sonucunu doğuran, market denetimleri yapılmaya, cezalar kesilmeye başlandı.

Peki pahalılık neden bu kadar artıyor? İktidarın komplo teorilerinin alıcısı var mı? Türkiye yüzde 21 büyüdüyse, neden halk kitleleri bunu hissetmiyor? Merkez Bankası faiz kararının etkileri ne olur? Market denetimi çözüm mü?

İktisatçı, Enflasyon Araştırma Grubu (ENAG) kurucularından Prof. Dr. Veysel Ulusoy yanıtladı.

Geçim derdi katlanarak büyüyor. Sebze meyveden, temel gıda ürünlerine, beyaz eşyadan mobilyaya her şey çok pahalı ve zamlar eksilmiyor. Pahalılığın kaynağı için nereye bakmalı?

Faizler, girdiler yüksek, bunlar teker teker bir etken. Enflasyonun Türkiye'de son dönemde en ağır hissedildiği zaman birimi 2010'la günümüze kadar gelen süreçtir. 2010'da küresel bazda emtia fiyatlarında bir pahalılık baş göstermeye başlamıştı. Oralarda, modern ekonomilerde pahalılık hissedilmedi fakat bizim gibi ticari açığa sahip, bütçe açığı veren hatta üçüz açık dediğimiz rezervler nedeniyle, aynı dönemde aynı bağlamda açık veren ülkeler katmanında enflasyonu derinden hissetmeye başladık. Temel olarak gıda bazında enflasyonu hissetmemiz akıl dışı Türkiye için.

Neden?

Çünkü hem tarlalarımız yeterli, hem bağ bahçe, hem de kendi ürettiğimiz. Ama burada da yapısal bir bozukluğa gidildi, özellikle 2005'te köylerde 15 yaşından 45 yaşına kadar olan genç grup kalmadı. Ama tabii ki gıdadaki enflasyonun temel sebebi gıdadaki üretici fiyat endeksi. Ne kadar yüzde 30'larda gösterilirse gösterilsin, şu andaki gıdadaki toplu maliyetin yapısı yüzde 100'leri aşıyor. Örneğin TÜİK'te gördüğümüz gübre fiyatı -ki çok önemli bir girdi maliyetidir hacim itibariyle-, yüzde 60 civarında bir üretici fiyat endeksi veriyor. Ama şunu biliyoruz, şu andaki gübrenin ortalama artışı yüzde 200'leri buluyor. Ta 2000'lerden beri ilaç sektörüyle beraber tamamen yurtdışına tekel gücü verilmiş bir vaziyette. Yani sadece tohum da değil ilacıyla beraber dışa bağımlı bir şekilde ithal ediyoruz. Bu sefer de orada finansal piyasalardaki maliyet unsuru devreye giriyor. Geçen yıl 5,5-5 olan dolar, şu anda 9 TL'ye kadar çıkabiliyor. Seviye olarak doların maliyeti çiftçiye biniyor. Çünkü alıcı çiftçi.

Dolayısıyla hem imalat sanayinde, hem döviz bazlı dışa bağımlılık, hem de makro dengelerdeki bozukluk ve gıda fiyatının hem küresel bazda, hem de bizde aşırı hızla yükselmesiyle kronik enflasyon geldi. Benim korkum orada şu; kronik enflasyon eğer yapışkan ve kalıcılığı orta vadede olursa hiperenflasyona doğru bir yola evrilmemiz olabilir. Bu olasılığın bugünlerde daha fazla olduğunu ölçümlerimizde görüyoruz. Hele de üçüz açığın (cari açık, ticaret açığı, rezevler açığı, dünyada görülmeyen maalesef bizde görülen bir şey) yaşandığı ortamda orta vadede bir umut ışığı görmüyorum. En azından bu hükümetin yaklaşımları ve ekonomi politikasıyla. Dolayısıyla çoklu nedenlerden dolayı kronik enflasyonun içindeyiz, ben aslında normal şartlarda yüzde 40 yüzde 45 olan TÜFE'yi tehlikeli de görmüyorum, tehlikeli gördüğüm olay şu; gelirimiz hissedilen enflasyona göre artmadığı için devamlı bir yoksulluk sarmalı içine girdik. Türkiye 45 yıldan beri o sarmalın içinde ama 2010'dan itibaren de hissedilir biçimde,(en yukarıdaki yüzde 10'nu bir kenara bırakalım) toplumun her kesimi her alanda alım gücündeki düşüklüğü hissetti ve alt gruplarda bu daha fazla.

Özellikle gıdada küresel bir pahalılık yaşanıyor dediniz. Bunun sebebi ne?

Şöyle, FAO'nun (Gıda ve Tarım Örgütü) gıda endeksi geçen yıldan bu zamana yüzde 35, yüzde 36 arttı. Dolayısıyla küresel anlamda bir gıda enflasyonu var. Fakat bizim gibi tarıma dayalı arazisi bol olan bir ülkede, tonlarca sebze meyve yetiştirebileceğimiz bir ortamda, arz eksikliği ya da talep fazlalığı bir bakıma fiyatları yine FAO kapsamında arttırdı. TÜİK'in bize verdiği bilgilere göre bizdeki gıda enflasyonu yıllık yüzde 29 ama biliyoruz ki bu yüzde 60, yüzde 70'lerin aşağısında değil. Dolayısıyla yüzde 60'ları yaşadığımız gıda enflasyonunda yüzde 30,35'i çıkardığımızda aradaki mesafe bir bakıma finansal piyasalardaki döviz oynaklığından kaynaklanan bir yaklaşım. Ama bundan öte, biraz önce söylediğim köylüsüzlüğün artması, ortalama yaşın ileri seviyelerde olması ve artık yavaş yavaş tarlalardan çekilen insan sermayesinin, tecrübesinin bizi bu safhalara taşıdığını unutmamak gerekir.

Dünyadaki gıda enflasyonunun bize yansıması sıfır olması beklenirdi. Ama öyle finansallaştık, finansal piyasalara öyle adapte olduk ki, en ufak bir girdiyi bile ister tarım, ister imalat sanayi olsun artık yurt dışından aldığımız için hem enflasyonu ithal ediyoruz, hem de içimizdeki enflasyonu 10'na katlıyoruz. Gıda enflasyonundaki artış bundan kaynaklanıyor.

Şunu söyleyeyim, dünya üstünde yaşanmayan bizde sadece yaşanan rezerv açığı en az 10 yıl, 15 yıl kronik bir yapısal bozuklukla ayarlama maliyetiyle karşı karşıya bırakacak. Bunun sonuncunda da enflasyon, faizler ve diğer fiyatlar yani ürün fiyatları vb. hep yukarılarda seyredecek. Makro dengeler bozulmaya görsün arkasından tarımın sosyolojik yapısı, antropolojik yapısı ve demografik yapısı değişir ve değişti de.

İktidar cephesi saydığınız bu yapısal meseleler yokmuş gibi bir savunma geliştiriyor ve bu konuda da sorumluluk almıyor. Erdoğan “abartılacak bir pahalılık yok, çiftçilerimiz memnun” dedi. Ancak diğer yandan da bir çelişki olarak “pahalılık meselesiyle sorumlu bakanlarım ilgileniyor ben de ABD’den dönüşte bizzat ilgileneceğim” açıklamasını yaptı. Hem bu çelişkiyi, hem de çözüm olarak yine market, hal baskınlarını ve denetimini devreye sokmayı nasıl değerlendirirsiniz?

Şöyle bir gelenek var bizim siyaset arenasında. Karar vericilerimiz yurt dışına çıkarken, “ben burada birkaç gün olmayacağım” deyip, sansasyon yaratacak birkaç cümleyi kullanıp “ben gelene kadar tartışın” diyerek bir alan yaratıyorlar. Bunu her zaman yaşadık. Bunu çok ciddiye almamak lazım. İstediğiniz kadar slogan veya benzeri yapıda cümleleri kullanın, ekonominin gerçekleri vardır. Bu gerçekler bir süre dışarıdan aldığınız borçla kapatılabilir ya da swap'la  (takas etmek) belirli bir süre örtülebilir fakat ortada mutfakta bir yangın var, o yangını zannedersem onlar da hissetmeseler bile görüyor. Bu tür ifadelerle, market denetlemekle ekonomi düzeltmek imkansız. Karar vericilerin manipülatif hareketlere gidebilecek ortamı piyasalarda yaratmaması lazım.

Onlar da biliyor, biz de biliyoruz ki cebe dokunan her şey zihinde sızı yaratır. İnanıyorum ki halk sorumlu kim biliyor, ben buna çok önem veriyorum. Marketlerde de üretim ve satın alma kuvvetiyle değişen fiyatlarla, manipülatif davranışların hükümetten bağımsız bir şekilde yapıldığı inancında değilim. Dolayısıyla raflara gidip de fiyatlar fahiş mi değil mi denetlemek en akıl dışı şeyler. Tüketici davranışlarında şu çok önemlidir, “bir şeyi devlet denetliyorsa eyvah!” stok yapayım mı, gelecek ayın ihtiyaçlarını alayım mı diye bir telaş başlar ve bu telaş oya yansır, tanzim satışları sonrası yerel seçimlere yansıdığı gibi.

İktidara yakın medyada manşetlere ve köşe yazılarına taşınan çok aşina olduğumuz “dış güçler, fırsatçılar iş başında. Hedef Erdoğan” söylemi üretiliyor ve Erdoğan uyarılıyor. Aynı gazeteler ve yazarlar bir süre önce de “en büyük muhalefet pahalılık” diyordu. Bu tür komplo teorileri tabanda nasıl karşılık buluyor?

Size bir şey söyleyeyim, bunlara gülüp geçin. Kimse okumuyor, kimse inanmıyor. Çünkü mutfak her şeyi hallediyor. Açlık, gelirsizlik ve istihdam yaratamama kapasitesinin gösterdiği resim bize neyin ne olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Hiç o öyle demiş, bu böyle demiş, oksijeni harcamaya gerek yok. Biz metodolojik bazda eleştirelim, metodolojinin ne kadar düzeltileceğini tartışalım.

ÇIKMAZA SÜRÜKLENİYORUZ

Piyasalar, Merkez Bankası’nın (MB) faiz kararına kitlenmiş görünüyor. Genel beklenti faizin aynı tutulacağı yönünde. Bu söyleşiyi karardan bir gün önce yapıyoruz ama öngörünüzü soralım. Yarın (perşembe) nasıl bir karar çıkması daha hayırlı olur ve bu enflasyona, pahalılığa nasıl etki eder?

Olması gereken faizlerin yükseltilmesi. Ben de çok nefret ederim faizlerin yükseltilmesinden ama işgücü piyasasını, ürün piyasasını, para ve sermaye piyasası dengesini düşündüğümde faizlerin bir tık yukarıya gelmesi gerekiyor. Bu olması gereken. Olacak olanı söyleyeyim, belki 0,25 ile 1 puan arasında bir düşüşe gidebileceklerdir. İktisat gözüyle baktığımda yükseltileceğini garantisini verebilirim size. Ama MB’yi siyasetten arındıramadığımız için bunu söylemem zor.

Enflasyonunuz belirli bir seviyede kararlı gidiyorsa, hele de kronik hale gelmişse faizler devamlı yükselir. Büyüme, Türkiye’de yıl bazında ortalama sıfıra yaklaştığı için büyümemenin getirdiği ekonomik soğukluğu hissediyorum. Bu soğukluk bize faizin en azından yerinde kalması için bir baskı aracı gibi gözüküyor. Dolayısıyla hem büyüme, hem enflasyon, faizi yukarıya taşıyacak nitelikte. Ama siyasetten arındıramadığımız için büyük ihtimalle değişmeyecek. Ya da küçük puanlarla aşağıya inecek.

Bu nasıl yansıyacak?

Hemen dövizlere yansıyacaktır, gerçi çoğunlukla yansıdı. Bir de bizim bu günlerde swap ödemelerimiz var, tam miktarını bilmiyorum ama dövizdeki kıtlığın bir nedeni de o olabilir. Ama temelde dövizde yukarı maliyet enflasyonunun tekrar gündeme geldiği bir çıkmaza sürüklendiğimizi söyleyebiliriz.

İSTİHDAM YARATILMADI

Büyümemenin getirdiği ekonomik soğukluktan bahsettiniz ama ikinci çeyrek büyüme oranına göre Türkiye ekonomisi rekor kırarak yüzde 21,7 büyüdü. Bu rekor büyüme nasıl oldu ve neden olumlu hiçbir etkisini görmüyoruz?

Biz büyümedik. Büyüme biliyorsunuz bir yıl öncesine göre nereden nereye geldiğimizi belirtir. Son beş, altı yıla baktığımızda büyümenin etkilerini şuralarda görürüz, istihdamda büyüme olmuş mu, sanayide olmuş mu, tarımda olmuş mu, sermaye birikiminde bir farklılık var mı, bir de teknoloji. Bunlara baktığımızda teknolojiyi sadece savaş ürünlerinde görüyoruz, askeri ürünlerde, teçhizatta vb. bunun büyümeye katkısı hiç yok. Diğer taraftan ben en çok yaratılan istihdama bakarım, beş yıldan beri istihdam 28 milyonu geçmedi, istihdam yaratamadı Türkiye. İş gücümüz yani çalışan çalışmayanın, işsizin ortak olduğu iş gücü yedi sekiz yıldan beri 36 milyonda. Bunları büyümenin girdisi olarak aldığımızda tablo değişmiyorsa çıktı nasıl değişecek? Onu sorgulamamız lazım. Çıktı değişmiyor, sadece inişli çıkışlarda özellikle çıkışlarda iştahlı bir şekilde halka arz ediyoruz, yüzde 21 büyüdük! Neye göre? Geçen yılın yüzde 10 düşmesine göre.

Şuna benzetiyorum, at çukura düştü yukarı çıkmak istiyor üzerinde de siz varsınız. Arka ayakları çukurda, üst ayakları yeni yüzeye gelmiş ve çırpınıyor. Ata baktığınızda şaha kalkmış gibi ama geriye baktığınızda çukuru da gördüğünüzde nereden şaha kalktığını görürsünüz. Büyümeyi buna benzetiyorum. Başkaları büyüyor bizim alım gücümüz düşüyor. Enflasyondan dolayı yaratılan bir belirsizlik var, bunları önce yerine koymamız gerekiyor büyümeden bahsetmek için. Biz onları daha yerine koyamadık.

DOĞALGAZ VE PETROL ÜRÜNLERİNDE SIKINTI OLABİLİR

Geçim derdini zorlayan etkenlerden biri de elektrik ve doğalgaz zamları. ENAG olarak Avrupa’daki enerji krizine dikkat çekerek, bunun Türkiye’yi de etkileyeceğini söylüyorsunuz. Elektrik ve doğalgaza zaten sistematik olarak zam geliyor ama daha büyük oranlar mı bizi bekliyor?

Zaten dikkat edin yaz aylarında doğalgaza yüzde 15 yüzde 20 civarında bir iki defa zam geldi. Her ay yüzde 1 zam zaten geliyor. Bu inanılmaz bir şekilde bize yansıyacak. Bir de fiyat olarak yansıyacak ayrıca. Zannedersem AB’nin temel enerji kaynağı olan Rusya’da sıkıntılar var. Bu üç-dört yılda bir olur, Ukrayna’dan geçen boru hatlarından kaynaklı olabilir veya siyasi arenadaki huzursuzluktan dolayı olabilir, bazen de Rusya’nın ders verme niteliğinden olabilir. Ama bu sefer ayarlama maliyetini yeniden dizayn etme, üretme gücünü kullanması ve stokların eritilmesi gibi faktörlerin de etkili olduğu bir yaklaşım var, o yaklaşım hem doğalgazda, hem petrol ürünlerinde sıkıntıya yol açabilir. Bu da doğal olarak enflasyon transferi yoluyla bize gelebilir.

AÇLIĞIN HİSSEDİLDİĞİ BİR DÖNEMDE DİNSEL YAKLAŞIMLAR ETKİLİ OLMAZ

Diyanet İşleri Başkan’ı Ali Erbaş’ın son dönemde daha fazla günlük hayat ve siyaset içine girmesi tartışılmaya devam ediliyor. Erbaş hutbelerde ve konuşmalarında halka kanaatkar olma, elindekiyle yetinme, tamah etme üzerine mesajlar veriyor. Din ve Diyanetin bu kadar ön planda olmasında, pahalılık, geçim derdiyle boğuşan halkı yatıştırma amacı da söz konusu mu?

Beni ilgilendiren tarafı özellikle tasarrufa dayalı yetinme, geleceğinizi iyi ayarlayın gibi yöntemlerle cuma hutbelerinde ve konuşmalarda bunların dillendirilmesi. “Ayağınızı yorganıza göre uzatın” gibi ifadeler normal zamanlarda daha etkili olur. Ama açlığın hissedildiği, enflasyonun da kronik hale geldiği bir dönemde dinsel yaklaşımların etkisinin sonuç alıcı olacağını zannetmiyorum. Bunu herkes biliyor, bırakınız konuşsunlar, bırakınız yapsınlar diyelim. Hiçbir şey tartışmayalım bu yöntemi kullananlarla.

IMF İLE GÖRÜŞÜLDÜĞÜNÜ DÜŞÜNÜYORUM

Dış politikada Birleşik Arap Emirlikleri’nden AB’ye sıcak mesajlar verilmeye başlandı. AKP iktidarının dış politikadaki bu U dönüşlerinin temel saiklerinden biri de para bulma çabası mı?

Esas itibariyle bir ülkenin komşularıyla ekonomik bağlamda çok yakın olması gerekir. Siyasi anlamda o kadar da iyi geçinmek zorunda değilsiniz. Ama ekonomik bağlamda piyasanın temel göstergesi uluslararası ticaret. Bu da en temel sınırlarla yapılır çünkü lojistik maliyetlerin ve teknolojik geçişlerinin ucuz olmasından dolayı inanılmaz derecede aktivite olur. Ama bize baktığımızda bizim sınırımızda dostumuz kalmadı ekonomik olarak, belki bir Irak. Ama temel olarak ekonomik politiğin siyasetten arındırılması, ekonomik dostluğun pekiştirilmesi gerekiyor. Bu bağlamda ne yaptıklarını bilmiyorum ama benim bir şüphem var, sanki IMF ile bir görüşme oluyor. Başka çare kalmadı sanki. Siyasi olarak da diğer taraf çıkmaz sokak olduğu için halka hissettirmeden oy potansiyelini en azından IMF haberiyle değiştirmeyecek bir yapıyı sabit tutması kapsamında IMF ile görüşüldüğü kanısı var bende.

Halka hissettirilmemesi nasıl olur? Ek olarak Erdoğan, çok pragmatik bir siyasetçi olmakla birlikte IMF’ye başvurma, para alma bahsini muhalefete bir suçlama aracı olarak kullanırken, keza IMF dış güçler içinde tanımlanırken, seçmen kitlesine IMF’ye başvurmayı nasıl izah eder?

IMF’ye gitme zikredilmeden IMF’ye gidilecek. IMF’ye gitmenin birkaç yöntemi vardır. Bir tanesi 6 milyar dolar olarak geçen ay SDR ile (IMF üyelerine tanınan, koşulsuz özel para çekme hakkı) kasamıza girdi. Bir de çeşitli kurumlar aracılığıyla IMF ile dolaylı bir bağ kurulabilir. Bu yöntemler kullanılabilir ama şu bir gerçek ki artık mutfağa dokunan her şey, IMF’yle konuşuldu konuşulmadı vb. kapsamından daha fazla etki eder oylara. Dolayısıyla IMF haberi nokta kadar önemi olmayacaktır, temel şey tencerenin kaynamasıdır.

MİLLET İTTİFAKI UMUT VERİCİ ÇALIŞMALAR YAPIYOR

Bu bağlamda Millet İttifakı’nın konuya yaklaşımını, tutumunu nasıl izliyorsunuz?

Gözlemlediğim kadarıyla söylediğiniz grupların ayrı ayrı ve toplu bir şekilde çok verimli şekilde çalıştıklarını zannediyorum. Hem ekonomik yaklaşımlar, hem de orta uzun vadede yapılacakları istişare yaparak veya birbirlerine bilgi transferleriyle kurguladıklarını zannediyorum. CHP’de olsun, İYİ Parti’de olsun, Deva’da, Gelecek’te buna Demokrat Parti’yi de katıyorum çünkü çok değerli bilim insanlar var, neler konuştuklarını biliyorum. O programlar, krizden çıkma yöntemlerini belirleyen, devletin özellikle kalkınma planlarının yeniden yapılandırması konusunda neler yapılacağını belirten yaklaşımlara sahip. Belki halk bunu görmüyor ama akademik hayatta bunları görebiliyorum, umut verici şeyler.

ÖNCEKİ HABER

Diyarbakır’da yurttaşlar: Sorunu reddetmek beni reddetmektir

SONRAKİ HABER

HDP İstanbul İl Örgütü'nden eylem: Yoksulluk kader değildir

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa