Afganistan’a giden yol kimin yoludur?
Soros bağlantısı demagojisiyle Gezi’yi hedefe koyanlar, Soros’un ‘En iyi ihracat ürününüz ordu’ tezine onlarca yıldır tutkuyla bağlı.
Fotoğraf: AA
Fatih POLAT
“İki bacağınızın ikisi de yerinde, Adnan Bey, / iki bacağınız taşır geniş kalçalarınızı, / iki bacağınızla çıkarsınız huzuruna Eisenhower’in, / ve bütün kaygınız / iki bacağınızın arkadan birleştiği yeri / halkın tekmesinden korumaktır. / Benim gözlerimin ikisi de yok. / Benim ellerimin ikisi de yok. / Benim bacaklarımın ikisi de yok. / Ben yokum. / Beni, Üniversiteli yedek subayı, / Kore’de harcadınız, Adnan Bey. Elleriniz itti beni ölüme, / vıcık vıcık terli, tombul elleriniz.”
Soğuk Savaş’ın ilk sıcak çatışması, 1950-1953 yılları arasında yaşanan Kuzey Kore ile Güney Kore arasındaki savaştır. ABD ve müttefiklerinin, ardından da Çin’in müdahalesiyle uluslararası bir boyut kazanan bu savaş, Türkiye’de o dönem iktidarda olan Adnan Menderes liderliğindeki Demokrat Parti (DP) tarafından da, NATO’ya girme politikası açısından bir fırsat olarak görüldü.
Türkiye’ye gelen Amerikalı Senatör Mc Cain, “General Mc Arthur’un karargahında BM bayrağının yanında dalgalanmakta olan Amerikan bayrağı ile Türk sancağının da yan yana dalgalanması, Türkiye’nin Kore savaşına fiilen yardımı Atlantik Paktına (NATO) girmesini sağlayacaktır” ifadelerini kullanmıştı. Aynı gün, 25 Temmuz 1950’de Menderes Hükümeti, Kore’ye asker gönderme kararı aldı. TBMM’nin 30 Haziran 1950 tarihli oturumunda verilen karar çerçevesinde Kore’ye asker gönderen Türkiye, savaşın başından temmuz 1953’teki ateşkese kadar geçen sürede, üç kez tugay gücünde değiştirme birliği gönderdi. Böylece toplamda 23 bine yakın Türk askeri Kore’de görev yapmış oldu.
721 ÖLÜ, 175 KAYIP, 234 ESİR, 2 BİN 147 YARALI
Türkiye, Kore’deki savaşa dahil olan dış güçler içinde ABD ve İngiltere’nin ardından en fazla kaybı veren üçüncü ülke oldu. Türkiye’nin gönderdiği askerlerden, 721’i yaşamını yitirdi, 175’i kayboldu, 234’ü esir düştü ve 2 bin 147’si yaralandı.
Nâzım Hikmet, bu yazının girişinde bir bölümü yer alan ‘Kore’de Ölen Bir Yedek Subayımızın Menderes’e Söyledikleri’ başlıklı şiirinde, Türkiye’nin NATO’ya girişinin bedelini, ülkesine uzak bir coğrafyada kendisiyle hiçbir ilgisi olmayan bir savaşta can vererek ödemek durumunda bırakılan askerler bakımından ele alarak eleştirdi.
Kuşkusuz ki bu, sosyalizmin varlığı ile belirlenen iki kutuplu dünyada, Menderes iktidarı ile birlikte Türkiye yöneten sınıflarının bir tercihiydi.
MENDERES’İN VE BİR SINIFIN POLİTİKASI
Türkiye’nin patron örgütleri ve daha sonraki iktidarları da Türkiye’nin dış politika hedeflerini NATO perspektifine bağlı olarak kurdular. Bu, ülkenin içerideki kurumsal yapısının da buna uygun şekillendirilmesinin zorlayıcı unsuru oldu. Detayına dair kitaplar yazıldı. Onlarca yıl boyunca yapılan her ‘eksen’ tartışmasında, Türkiye’nin NATO’ya bağlı olduğuna özel vurgular yapıldı.
Türkiye’nin Kore’ye asker göndermesi sonraki yıllarda filmlerin ve çeşitli söylencelerin konusu yapılarak, bir kahramanlık öyküsü olarak sürekli yeniden üretildi.
BAĞIMSIZLIK DİYENLER İÇİN İDAM SEHPASI
Bağımsızlığın mümkün ve gerekli olduğunu söyleyerek yola çıkanlar için Türkiye yönetenlerinin fermanı idamdan başlayarak çeşitli düzeylerdeki cezalar zinciri oldu.
Deniz Gezmiş ve arkadaşları idam edilirken, NATO’ya, ABD’ye bağımlı bir Türkiye politikasına karşı olma fikri, ordu içinde de karşılık bulmuştu.
"KIÇINIZDAKİ DONA KADAR HER ŞEY AMERİKAN MALI"
1962 yılında Kuleli Askeri Lisesine başlamış olan Atilla Özsever, son kitabında şöyle bir anekdot aktarıyor: “Kuleli’de tüm askeri giysilerimiz, çamaşırından ayakkabısına kadar okul yönetimi tarafından verilirdi. Kardeşim Olcay’ın anlattığına göre, kendilerinin sınıf amiri olan Topçu Pilot Yarbay Hidayet Ilgar, ‘Kıçınızdaki dona kadar her şey Amerikan malı’ diyerek ABD’ye olan karşıtlığını ifade edermiş.” (Atilla Özsever, Mesele Teslim Olmamakta, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 2021, sayfa 29)
‘Sol cunta’ fikrine de karşı çıkarak, bu görüşleri savunan ve göz ucuyla da işçi sınıfının mücadelesini izleyerek sıcak duygularla ona bağlanan TSK mensupları tasfiye edildiler. İçlerinde ağır işkenceler görenler oldu.
Aradan yıllar geçti ve köprülerin altından çok uluslu sular aktı.
ABD’de son seçimlerde kaybeden tarafa oynayan AKP iktidarı, ABD’deki Halk Bankası davasının uzandığı noktalardan da hep tedirgin olarak, kendisine pek yüz vermeyen Biden yönetimi ile ilişkileri iyileştirmenin yollarını aradı. Araya aracılar sokuldu. Kafaya ‘Çuval geçirme’ gibi vakalar da, zaten reel politikanın bir gereği olarak zihinlerin gerilerine itilmişti.
Ve akla, NATO’nun yeniden canlandırılması için adımlar atılırken, geçmişte de iş görmüş bir fikir geldi. ABD işgalinin ardından bir cehennem yerine dönen Afganistan’da, Kâbil Havalimanının koruması için asker göndermek. Sahanın uzmanları, gönderilecek askerlerin Taliban’ın hedefi olacağını söylese de, Suriye’nin ardından kitlesel Afgan göçüne dair uyarılar yapılsa da mühim değil. Mühim olan insanlık değil.
Şimdi buraya virgül koyarak bir hatırlatma yapalım.
"EN İYİ İHRACAT ÜRÜNÜNÜZ ORDU"
George Soros, 2002 yılının, yani AKP’nin iktidara geldiği yılın mart ayının başında, Sabancı Üniversitesinde yaptığı konuşmada, daha sonra çok tartışılacak bir laf etmişti: “Türkiye’nin stratejik konumu nedeniyle en iyi ihracat ürünü ordusudur.”
Soros, başka kimdir? Bağlama göre değişir. Türkiye iktidarları ve iktidar medyası için, ilişki kurulup para alınacağı zaman pozitif kavramlarla anılır. Düşman icat etme işlerine girişildiğinde ise, ‘Fitne sokan tehlikeli bir spekülatör’ oluverir.
Son Gezi davasının iddianamesi; Gezi eylemlerinin hükümeti devirmeye yönelik bir kalkışma olarak Macar asıllı ABD’li milyarder George Soros tarafından planlandığı, eylemlerin bu plan uyarınca Soros tarafında finanse edildiği, Osman Kavala’nın da bu planlama sürecine katıldığı ve Soros kaynaklı finansmanı Gezi eylemlerine aktardığı tezi üzerine kurulu. Kavala’nın da savunmasında ifade ettiği gibi iddianamede yer alan MASAK raporunda Gezi eylemlerine aktarılmış herhangi bir maddi kaynak olmadığı ortaya konmasına rağmen bu temelsiz iddiada ısrar ediliyor. Kavala, bu yazının yazıldığı 23 Haziran 2021 tarihi itibariyle 1331 gündür tutuklu.
İktidarın korkulu rüyası olmaya devam eden Gezi, asılsızlığı kanıtlanmış Soros bağı üzerinden itibarsızlaştırmaya çalışılırken, Osman Kavala bu gerekçe üzerinden suçlanırken, Afganistan’a asker gönderme hazırlığında tutulan yol kimin yoludur? Evet, kimin yolu?