“Kutsal” ailenin içinde kadın ve Anneler Günü
Kadın olmak anne olmaya indirgenemeyeceği gibi anne olmak da “uygun” kocadan yapılan çocuğa, temiz tutulan eve, lezzetli ve sıcak yemeğe sıkıştırılamaz.

Paul Cézanne, Young Italian Woman at a Table (Kaynak:Pixabay)
Büşra ÇELİK
Avcılar Evrim Atölyesi
Anneler Günü’nün en güçlü dayanağı bugünün kutsal sayılmasında. Ama yanlış anlaşılmasın; kutsal olan Havva değil, Meryem… Havva da anne ama kimse Havva'dan kutsal anne diye bahsetmez, hem de ilk anne olmasına rağmen. Ne de olsa ilk günahı işledi; şeytan kadın, günahsız Adem’in aklını çeldi. Ama Meryem öyle mi? El değmeden hamile kaldı, bir de üstüne temizliğini, yemeğini yaptı. Anne dediğin böyle olur(!)
Kadın olmak başlı başına ayıp bir şeyken, hele bir de kadının cinselliğinin bahsi bile geç(e)mez. Cinselliğinden arındırılmış kadın olarak karşımıza “anne” figürü çıkıyor, kutsallığı da oradan geliyor olsa gerek. Bu yüzden kadın şiddetinden bahsedilirken, koruma altında olma hakkı, kadının “insan” oluşundan değil de bir erkeğin anası ya da bacısı olmasından geçiyor. Çünkü ancak ana olursan, -ve potansiyel ana olarak- bacı olursan birtakım hakların olabiliyor. Ama önemli olan şu; bir erkeğin anası ya da bacısı olmak gerek, bizim kız kardeşlerimizin önemi yok!
BİZE SUNULAN ANNELER GÜNÜNÜN ARDINDAKİLER
Kapitalist sistemin bize dayattıkları bunlarken bu seneki Anneler Günü’nde bahsi geçen annenin kim olduğunu konuşmak çok önemli. Sevgi, barış, mutluluk, paylaşım günü gibi sunulan bütün bu cılkı çıkmış, sistemin çarkını yağlaya yağlaya döndüren günlerin üzerine düşünmemiz, konuşmamız, tartışmamız ve tartışmanın medyumunu yeniden üretmemiz gerekiyor. Günün kendisi temelde sorunluyken bir de üzerine yalnızca temizlik ve yemek yapmaya yarayacak araçların reklamının yapılması, (hadi arada takı, kozmetik, çiçek gibi ürünlerin reklamları da var, zaten bir kadın başka ne ister ki?) onlar için anneliğin ne olduğunu anlattığı gibi bunların aslında bir öneminin olmadığını, toplumun değerleri ne olursa olsun sömürmek için kendilerinin de değer paydaşı gibi gözükeceklerini artık saklamaya dahi gerek duymadan alelade gözümüze sokuyor. Her ne olursa olsun annelerimizi sevmeliyiz, sevdiğimizi de hediye satın alarak göstermeliyiz! Üst sınıfsan pahalı bir kolye al, alt sınıfsan tabak çanak! Anne dediğin üretmez; çocuğuna, kocasına bakar bir de mümkünse güzel gözükür… Başka türlü şirketler nasıl kazanacak, maazallah kadınlar üretmeye kalkarlar, eşit haklara sahip olurlar da başımıza iş alırız!
Kadın olmak anne olmaya indirgenemeyeceği gibi anne olmak da “uygun” kocadan yapılan çocuğa, temiz tutulan eve, lezzetli ve sıcak yemeğe, cefakarlığa, saçı süpürge etmeye, kocaya güzel gözükmeye, cinselliği kocanın istediği gibi yaşamaya sıkıştırılamaz. Anne kadın da anne olmayan kadın da birdir, bireydir. Kutsal diye yüceltilip altı boşaltılan annelik ne bunlarla sınırlıdır ne de bu şartlarda kutsaldır. Kadının birey sayılması için başlara örülen “Kutsal Meryem Ana” mitini tarihte bırakıp, ancak kişinin tercihi olabilecek ve bir kutsallık, toplumsal ayrıcalık sağlamayacak yeni bir annelik anlayışının gerekliliğini savunuyorum. Anneler Günü’nü de kutlayacaksak, şirketlerin günü değil, kendini anne olarak tanımlayanların günü olarak kutluyorum. Peki kim bu anneler?
Trans kadınlar kadındır! Anne olmanın ilk şartı doğurmak değil, anne olduğunu hissetmektir ve beyan etmektir. Homo-bi-trans bireylerin, çiftlerin toplumsal cinsiyet rolleri gözetilmeksizin çocuk sahibi olmak ve bir aile kurabilme özgürlüğü, eşitliğin sağlandığı bir toplum için olmazsa olmazlardandır. Heteronormatif aile algısının terk edilmesi ve eşit şartlar altında her bireyin aile kurabilmesi temel insan haklarındandır. Benzer şekilde anne olmak için bir babanın gerekli olduğu düşüncesi de ataerkil sistemin, kendini zorunlu ve güçlü göstermek için dayattığı diktelerden sadece biridir. Kendini kadın olarak tanımlayan her birey cinsel yönelimi, kimliği ne olduğu fark etmeksizin tek başına yeterlidir, bireydir. Kadın olmanın da anneliğin de tek şartı da kişinin beyanıdır.
Antroposantrist düşünce sisteminin kendi türümüzle birlikte tüm türlere ne denli zarar verdiğini bu günlerde daha acı bir şekilde deneyimliyoruz. Gezegeni kapsayan bir problem olan iklim krizinden, aile içi şiddete; nesli tükenen hayvanlardan, çocuk işçilere kadar her problemin insanı merkeze alan, hatta bunu yaparken de yalnızca “bazı insanları” merkezde tutan düşüncenin tutarsızlığını özellikle kesişimsel alanlarda görüyoruz. Bu anlamda anneliğin yalnızca insan türüne ait olmadığının altını çizmeyi oldukça önemli buluyorum. Belgesellerde ayıla bayıla izlediğimiz insan dışı hayvanların, anne-yavru ilişkilerini görüp içimizi yumuşacık hissederken aynı zamanda sürekli süt vermesi için -lafı hiç dolandırmadan söylemek gerekirse- tecavüze uğrayan ineklerin yavrularının, erkek buzağıysa direkt kesimhaneye yollandığını ve dişiyse damızlık olarak bir süre annesinin sütünden tüketmesine “izin verildiğini” biliyoruz ve buna göz yumuyoruz. Yeni doğum yapmış kedilerin kimseyi yanlarına yaklaştırmadıklarını -ve sosyal medya sağ olsun kedilere dair her şeyi- biliyorken, keçi sütlü sabunun nereden ve nasıl geldiğini durup düşünmek, annelik kavramını cinsel yönelim ve kimlik ayrımı yapmadığımız gibi tür ayrımını da gözetmeksizin yeniden üretmemiz gerek. Hatta öyle ki, anne olmak için türdaş olmaya bile gerek yok! Çok kişiden kedi/köpek annesi olduklarını duyuyoruz. Yardıma muhtaç dostlarımızın yanında olanlar neden anne sayılmasın, gayet tabii öyle hissediyorlarsa annedirler.
Anneliği sınıflara, normlara, patriarkaya, heteronormativiteye, kapitalizme, türcülüğe sıkıştırmadığımız, sınırlamadığımız, alet etmediğimiz günlerimiz kutlu olsun.
Evrensel'i Takip Et