09 Mayıs 2021 00:05

Faşizmin güncelliği: Baltaları gömüldüğü yerden çıkarmak

Kapitalizmin gerçek bir beka kaygısı hissettiği zamanlarda o silahların kazılı olduğu yerden çıkarılacağı ve kullanılacağı kesindir.

Kurtuluş için Mücadele, 1961, Tablo: David Alfaro Siqueiros

Paylaş

Fatih YAŞLI

İnsanlığın kapitalizmle imtihanının kovid-19 safhasını yaşadığımız günlerden geçiyoruz. Salgın, kapitalizmin üzerindeki o mistik tülü bir kez daha kaldırarak, sistemin irrasyonel ve tam da bu nedenle kıyıcı doğasını bütün çıplaklığıyla gözler önüne sermiş durumda. Bir yandan zenginlerle yoksullar arasındaki uçurumun giderek büyümesine, öte yandan kapitalizmin salgını yeni ve daha rafine disiplin ve tahakküm biçimleri geliştirmek için bir araç olarak kullanmasına tanıklık ediyoruz. Tüm bunlar ise hem kapitalizm hem de kapitalizmin üzerinde yükselen farklı siyasal rejimler üzerine daha fazla kafa yormamızı gerektiriyor.

Brezilya, Hindistan ve Türkiye’nin bir süredir salgınla mücadelede “negatif ayrışması”, bu üç ülkedeki siyasal rejimleri ve bu rejimlerin birbiriyle olan benzerlikleri üzerine yapılan değerlendirmeleri de artırmış durumda. Tarihsel bir perspektifle bakıldığında, bu üç ülke arasında siyasal, toplumsal ve ekonomik formasyon olarak çok ciddi farklar bulunmakla birlikte, işbaşında bulunan iktidarlar arasındaki benzerlikler ve ülkelerin uluslararası kapitalizme entegrasyon biçimleri, bu üç ülkenin günümüzdeki durumunu birlikte analiz etmemizi mümkün kılıyor.

Bu üç ülkedeki iktidarları “sağ popülizm” kategorisi üzerinden değerlendirdiğimizde, ortaklaştıkları noktaları ve benzerlikleri görebiliyoruz: Karizmatik lider, devletleşmeyi hedefleyen bir parti, milliyetçilik-din ikilisi üzerinden hegemonya tesisi arayışı, “elitler-halk” ikiliği üzerine kurulu bir siyasal söylem,  yürütme erki güçlendirilirken yasama erkinin zayıflatılması, otoriter bir devlet aygıtı, güvenlikçi politikalar, toplumsal muhalefetin baskılanması ve emek aleyhtarı neoliberal ajanda.

Sağ popülizmin yukarıda saydığımız özellikleri, popülizm üzerine son yıllarda ortaya çıkan devasa külliyatta sağ popülizmle faşizm arasındaki ilişkilerin incelenmesini ve sağ popülizmin faşizmin günümüzde aldığı biçim olup olmadığı yönündeki soruları da beraberinde getirmiş durumda.

SAĞ POPÜLİZM İLE FAŞİZMİN BENZERLİKLERİ

Evet, sağ popülizmin birçok özelliği faşizmle benzerlikler gösteriyor ve onun faşizme yakınsamasını sağlıyor. Ancak sağ popülizmin ve sağ popülist rejimlerin faşizmle benzerlik göstermeyen yanları da var ve bunlar azımsanmayacak ölçüde büyük farklılıklar. Örneğin sağ popülist rejimler parlamentoları, siyasi partileri ve sendikaları fiili olarak kapatma anlamına gelebilecek şekilde bastırabilseler ya da işlevsizleştirebilseler de resmi olarak kapatamıyorlar ya da seçimlere zor ve hileyle müdahale edebilseler de seçim mekanizmalarını bütünüyle ortadan kaldıramıyorlar ve seçimle iktidarı devredebiliyorlar. Aynı şekilde, yandaşları her zaman şiddete başvurabilecek olsalar da, bu partilerin sokağı kontrol eden paramiliter güçleri bulunmuyor, bu işlevi devletin güvenlik aygıtı üstleniyor.

Dolayısıyla, kanımca sağ popülist rejimlerin otoriter ve faşizan karakterleri açık olmakla birlikte, bu rejimleri -pejoratif olarak kullanılmasını ayrı tutarak söyleyelim- “faşist” olarak nitelendirmek doğru görünmüyor. Evet, bu rejimlerin faşizan karakterleri ortada, açık faşizme geçme potansiyelleri de yüksek ama bu rejimler “faşist” değiller. Bunun ise aslında çok basit bir nedeni var: Sınıfsal ilişkiler.

Sağ popülizmin iktidarda olduğu ülkelerin çoğunda sağ popülist partilerin iktidara geliş sürecinde hem sosyalist güçlerin hem emek hareketinin zayıflamış olduğunu ve dağınık bir görünüm sergilediğini gözlemliyoruz. Sağ popülist iktidarlara verilen tepkiler elbette ki var ama bunlar henüz bu rejimleri ve sermaye egemenliğini sarsacak boyutta değil. Dolayısıyla sağ popülist rejimlerin ve o rejimlerin iktidarda olduğu ülkelerin burjuvazileri açısından “devrim” güncel bir tehdit değil.

Bu nedenle de şu an için, bu rejimlerin üzerinde yükseldiği kapitalizmler ve o kapitalizmlerin burjuva sınıfları açısından “faşizm” öncelikli bir tercih olma niteliğini taşımıyor ve bu rejimler de kendi ülkelerinin burjuvazileri ile cepheden bir kapışmayı göze alma niyetinde değiller, siyasal karakterleri buna izin vermiyor.

KARŞI-DEVRİMİN BİR SİLAHI OLARAK FAŞİZM

Dolayısıyla “faşizmin güncelliği” üzerine yapılacak herhangi bir tartışmanın sınıflar mücadelesine ve devrim “tehlikesine” odaklanması gerekiyor. Devrim egemen sınıflar açısından bir “tehlike” olarak varlığını devam ettirdiği sürece faşizm de karşı-devrimin bir silahı olarak varlığını devam ettirecektir.

Bu noktada faşistlerin sıkça kullandıkları “Baltaları gömdük ama yerini unutmadık” sözünü hatırlayabiliriz. Sahiden de baltalar işçi sınıfının ve devrim tehdidinin zayıf olduğu zamanlarda gömülür, işçi sınıfı başını kaldırmaya başladığında ve devrim yeniden güncel bir mesele haline geldiğinde ise gömülü olduğu yerden tekrar çıkartılırlar.

Kapitalizmin gerçek bir beka kaygısı hissettiği zamanlarda o silahların kazılı olduğu yerden çıkarılacağı ve kullanılacağı kesindir. Sonsuza kadar gömülmelerini sağlayacak yegane şey ise işçi sınıfının ve devrimin galip gelmesi olacaktır.

 

ÖNCEKİ HABER

Faşizmin bağrında derinleşen sınıf çelişkileri

SONRAKİ HABER

Ege Denizi'nde 4 büyüklüğünde deprem meydana geldi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...