04 Ekim 2020 00:28

"Tek millet iki devlet" olmasa da olur!...

Mustafa Yalçıner, Azerbaycan-Ermenistan arasındaki çatışmayı yazdı: "Oyun'un devamı, tavizlerin kimleri dengeleyerek kimlere verileceğinin kararlaştırılması süreciyle gelecek gibidir"

Fotoğraf: AA

Paylaş

Mustafa YALÇINER

Azerbaycan-Ermenistan savaşı başlayalı neredeyse on gün oluyor.

Minsk Grubu ve özel olarak birbirleriyle çatışmakla birlikte aynı zamanda birbirini gözeten Türkiye ile Rusya, tabii ki geçici olacak belirli bir anlaşmaya varılarak şimdilik savaşın durdurulması için inisiyatif alıyor görünüyor.

“Görünüyor” diyoruz, çünkü yalnızca çatışan tarafların değil, ama başta Türkiye olmak üzere, ilgili ilgisiz bütün ülkelerin “görünür” tutumlarının yanı sıra ya da ardında bir de gerçek çıkarlarının yön verdiği gelişmelerle esneyebilen asıl yönelim ve tutumları bulunuyor. Bu, yalnızca Azeri-Ermeni çatışması ile ilgili olarak böyle değil; kimsenin beyazlığına siyah diyemeyecekleri de içinde, akla gelebilecek tüm sorunlarda böyle. “Milli çıkarlar” denen şey, hele bir de “yerli”si de eklendiğinde, bunu gerektiriyor!

Hiçbir milli çıkar bir diğeriyle çakışmaz çünkü. Milli çıkarların savunulmasından başkasını bilmemek olan milliyetçilik, kendi milletinin, doğrusu şu ki, kendi milletinin sömürücü burjuvazisinin çıkarlarından başkasının tanınmaması olarak “milli” denen konularda tam bir tekelciliktir. O nedenle siyasal darbımeseldir, “Milletlerin kalıcı dost ve düşmanları yoktur ama çıkarları vardır” denir. Kendisinden daha çok ünlenmiş olan söz, 18. yüzyıl sonlarının ünlü başbakanı Lord Palmerston’undur: “İngiltere’nin ebedi dost ve düşmanları yoktur, değişmez çıkarları vardır.”

Söz, milliyetçi politika ve diplomasiye yön vermek üzere kural olmuş, her milletten politikacı ve diplomat tarafından benimsenmiştir. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu da, başkalarından geri kalmak istemeyerek yinelemiştir: “Uluslararası ilişkilerde sürekli dost ya da sürekli düşman yoktur. Ülkelerin menfaatleri her zaman ön plandadır. Türkiye olarak çok taraflı ve dengeli bir dış politika izlemeye çalışıyoruz.”

“Denge” müthiş, ama asıl olan şu: Milletlerin burjuvalarının “Şu toprak parçası, kayalık ya da denizler senin mi benim mi olacak”tan ibaret paylaşamadıkları için kapıştıkları ve savaşlara sürüklendikleri “çıkarları” her şeyden üstündür. Ve bu çıkarların gerçekleştirilmesini amaç edinmek demek olan milliyetçilik, bu çıkarlar karşısındaki tutumlarıyla dost ve düşmanlar değişmek üzere, tekelcidir.

Ama tabii ki, bu tekelcilik, günümüzde Türkiye özelinde görüldüğü gibi, dümdüz söylenip gereği yapıldığında, başka ülkelerin burjuvaları da aynı şekilde kendi çıkarlarını savunan milliyetçilikle malul olduklarından, tecride götürücüdür ve diplomaside “Doğrucu Davutluk”a yer yoktur. Genellikle gereği yapılır, ama farklı konuşulur.

SAVAŞI KİM BAŞLATTI -YANIT NET

Örneğin şimdiye kadar “Ben işgalciyim” ya da “Savaşı ben başlattım” diyen herhangi ülkeye tanık olan varsa beri gelsin! ABD, Irak’ı işgal etmemiş, “Demokrasi götürmeye” gitmiştir; Afganistan’a ise savaş açmamıştır, ama “Terörist aramaktadır”! Hiçbir ülke “ilk saldıran”ın kendisi olduğunu kabul etmez, suç olduğunun farkında olduğu savaşın başlatıcılığını -Türkiye’nin adı “Barış Harekatı” konan Kıbrıs çıkarması ve işgali türünden istisnalar dışında- daima karşı tarafın üzerine atar. Azerbaycan-Ermenistan savaşında olduğu gibi…

Oysa hem hazırlığının düzeyinden ve hem de savaşın seyrinden anlaşılan, Ermenistan’ın böyle bir savaşı başlatması için aptal olması gerektiğidir. Genel olarak savunmadadır, karşı saldırı teşebbüsünde bulunmuş ama başarılı olamamıştır, üstelik kayıplar vererek gerilemektedir. Açıklamalarına bakılırsa Azerbaycan bir dizi yerleşim yerini ele geçirmekte ve ilerlemektedir. Savaşı başlatıp yenilen yok değildir, ama başlatanın, hiç değilse savaşın ilk dönemlerinde bir-iki başarı kazanması öngörülür.

SAVAŞIN ÜÇÜNCÜ TARAFI

Bundan ibaret değildir ve savaşan iki tarafa ek bir faktör daha vardır ki görmezden gelinemez. Bu faktör Türkiye’dir ve bilindiği gibi, Rusya ile dışişleri bakanlarının telefonlaşmasında sözü geçen “savaşın durması” sözleri bir yana, tüm ülkeler taraflara itidal önerirken, “tek millet iki devlet” diyerek Azerbaycan’a tam destek açıklamıştır. Birkaç ay önceki Azerbaycan ile ortak askeri tatbikattan başlayarak, gereğini yaptığı da bilinmektedir. İnkar edilmez haldedir: Türkiye Azerbaycan’ı vurucu gücünü fark ettiren hava araçları ve özellikle SİHA’larla donatmış ve Suriye’den paralı milis takviyesinde bulunmuştur.

Bu açıdan, savaşın yalnızca bir Ermenistan-Azerbaycan savaşı olduğunu söylemek, en azından eksik bir değerlendirme olur ve gerçeği ifade etmez. Türkiye bu savaşın bir parçası ve tarafıdır.

“Tek millet iki devlet” sloganı, işin örtüsüdür. Bir anlamı yok değildir kuşkusuz; vardır ve asıl olarak ideolojiktir ve gerçek içeriği, Türkiye’nin Azeri-Ermeni savaşına müdahil olmasının da ötesinde, hep övünülerek ileri sürüldüğü gibi, bir “oyun kurucu” olarak, kışkırtmak eksik ifade eder, savaşı kurmasının açıklayıcısıdır.

Tabii ki, Azeri Ermeni halkları gerici burjuvazileri eliyle birbirlerine karşı kışkırtılmışlardır ve iki burjuvazinin bu açıdan yararlanacakları bir tarihsel arka plan mevcuttur. Sosyalizm koşullarında hiçbir alıp-veremedikleri olmamacasına kardeşçe yaşamış olan iki halk, Kruşçev, Brejnev ve ardından çöküşüne ve SSCB’nin dağılışına götüren noktayı koyan Gorbaçov yönetimindeki modern revizyonizm koşullarında yeniden palazlanan burjuvazi tarafından düşmanlaştırılmaya çalışılmıştır. 1988’de Ermeni burjuvazisinin Azerbaycan’a bağlı bir özerk bölge olan Dağlık Karabağ’ın ayrılıp Ermenistan’a bağlanmasını talep etmesi ve bunun Azeri burjuvazisince “olmaz”la yanıtlanmasıyla bu yolda hızla ilerlenmiştir.

1988-89 yıllarında, ayrılık talep eden Karabağ Ermeni milisleriyle Azeriler arasında çatışmalar yaşanmış ve Karabağ özerk yönetimi ayrılık kararı alıp sonunda Ermenistan’la birleşmiş, bu arada karşılıklı katliamlar ve göçler yaşanmıştır. 1991’de ise, Ermeni kontrolündeyken, Azerilerin boykot ettiği -1938’de TSK girdikten yaklaşık 1.5 ay sonra yapılan ve Meclis çoğunluğuyla tüm yönetim kademelerini Türklerin elde ettiği seçimler türünden- bir referandumda yüzde 99 çoğunlukla bağımsızlık kararı alınmıştır. Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki savaş SSCB’nin çöküş döneminden bu yana sürmektedir. 1993 kışında Azerbaycan başlattığı saldırıyla başlangıçta bir üstünlük sağlamış, ama sürdürememiş ve 1994 mayısında Bişkek Protokolü, ardından da Moskova Anlaşmasıyla sağlanan ateşkes zaman zaman bozularak sürerken son Azeri saldırısı gelmiştir.

Bu sonuncusu, tarihselliğin üzerine binen yine bir tarihsel sorun durumundaki Türk-Ermeni düşmanlığının da etkisiyle, ama asıl, Türkiye’nin yayılmasını, Irak ve Suriye ile Libya ve Doğu Akdeniz’in ardından petrol zengini Kafkasya’ya genişletmesinin yönlendirmesinde patlak vermiştir.

Türkiye, birkaç cephede Suriye ve Libya ile Akdeniz’de çıkarları çatışma halinde olan Rusya’yı güçlü olduğunu sandığı bir cephede daha sıkıştırmayı hesaplamış görünmektedir. Ancak dünyadan destek alamadığı, büyük emperyalist devletlerin, tek başına Türkiye’ye “yedirtmeyecekleri” türden “yağlı kuyruklar” durumundaki enerji bölgeleri olan Ortadoğu’nun kapısı durumundaki Suriye’yle Libya ve Doğu Akdeniz’in ardından Kafkasya’ya yayılmaya uğraşılan bir “oyun kuruculuk” herhalde sahip olduğu cüsseyle Türkiye’nin altından kalkabileceği kapsamı aşmakta ve oyun “blöf”ün bol olduğu bir “kumar”a dönüşmektedir!

Düşülen tecrit durumunun aşılabilmesi için en başta ABD, Rusya ve Avrupalılara verilecek önemli tavizler şart görünmektedir. “Oyun”un devamı, tavizlerin kimleri dengeleyerek kimlere verileceğinin kararlaştırılması süreciyle gelecek gibidir.

ÖNCEKİ HABER

HDP Buca İlçe Örgütü dayanışma çağrısı yaptı

SONRAKİ HABER

Eşini dövüp polise direnen erkek tutuklandı, kadın ise sığınma evine yerleştirildi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...