16 Eylül 2020 02:00

Bir kişi daha eksilmeyeceğiz

Her yaşanan cinayetin artırdığı sayılardan sonra sayıların bize yaklaştığını hissettik.Bir sonrakinin biz olmayacağının garantisi olmadığını bildiğimiz o anda tutunma ihtiyacı hissettik yanı başımızda

Fotoğraf: Thomas Wilmer'in Summer tablosu , 1890/Yale University Art Gallery

Paylaş

Berfin Ezgi TATLI

YTÜ

2014 yılı

İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlüğe girdiği yıl.

2443

2014’ten günümüze öldürülen kadınların sayısı.

İstanbul Sözleşmesi, asıl adıyla “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi”, kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddeti önlemek ve bununla mücadelede devletlere yükümlülükler getirmek adına oluşturulmuş uluslararası bir sözleşme.

2014 yılında kadına yönelik şiddete karşı mücadele kapsamında yürürlüğe giren sözleşmeye rağmen bugüne kadar 2443 kadın öldürüldü. Sözleşmenin yürürlükte olduğu 6 yılla birlikte son 10 yılda kadın cinayetleri 14 kat arttı.

Tüm bu yüksek sayılara baktığımızda genç kadınlar olarak “Sorma dünyam ne biçim”* nidaları yükseldi her birimizden. Her artış karşısında bir sonraki artışın biz olacağı endişesi doğdu içimize. Her gün artan şiddet karşısında umutsuzlukla doldu içimiz.

Korktuk, bugüne dek öldürülen her kadın gibi.

Hızlandı adımlarımız, kalp atışımız; bugüne kadar şiddetten, tacizden kaçmaya çalışan her kadın gibi.

Çekindik ardımıza bakmaya, Ceren Özdemir gibi.

“Ölmek istemiyoruz” dedik, Emine Bulut gibi.

Daha birçok “gibi” diyerek uzatabiliriz bu listeyi. Her türlü şiddeti, acıyı yaşadık, yaşandığına şahit olduk. Bu şahit oluşlar güvensiz kıldı bizi.

GÜVENİMİZ KALMADI HİÇBİR ŞEYE

Kendimizi güvende hissetmememizin de sebepleri var elbet. Tecrübe ettiğimiz olaylardan kaldı bu güvensizlik bize. İşlenen kadın cinayetlerinin ardından işle(me)yen adalet mekanizmasından kaldı. Her yaşanan şiddet, taciz olayında suçlanan ilk biz olduğumuzdan, ilk suçlanan şeyin gülüşümüz, kıyafetimiz, günün hangi saati dışarıda olduğumuz sorgulandığından kaldı bu güvensizlik.

Kampüsümüzde bir olay yaşadığımızda önümüze takılan bürokratik engeller oluşturdu bu güvensizliğimizi. Güvenliğinden öğretmenine, sekreterinden dekanına herkesi ikna etmek zorunda kalışlarımız oluşturdu bu güvensizliğimizi. Tüm bürokratik engelleri aştığımızda karşımıza gelen cezasızlık oluşturdu. Kendimizi güvende hissedebileceğimiz alanların olmayışı oluşturdu.

Mahallede yaşadığımızda “adımız çıkmasın” diye ailemizin bizi susturuşu oluşturdu bu güvensizliği. Komşularımızın yargılayıcı bakışları oluşturdu. Yaşadığımız olay bizim suçumuzmuş gibi bir daha yaşanmaması adına bizim hayatlarımızın kısıtlanmayı başlaması oluşturuldu. Kısıtlanmasın hayatımız diye sakladık kendimizi, güvenemedik.

İş yerinde maruz kaldığımızda da susmasak bile susmak zorunda bıraktılar bizi. İşten atılırız korkusuyla karşı karşıya kaldık. Çalışmaya ihtiyacımız olduğu için, işten atılmamak için sessizliğimizi koruduk. Bu sessiz kalışlar oluşturdu bu güvensizliği. Patronun gücünden korktuk kimi zaman. Kod-29 bahanesiyle üzerimize atılan ahlaksızlık iftiraları sonucu işten çıkarılıp bir daha iş bulamayız düşüncesi tüm hayatımızı ters yüz etti. Yapmadıklarımızdan ötürü yargılanmak ve çevremizdeki “Sana inanmazlar” deyişleri kırdı tüm gücümüzü.

Bu yaşadıklarımız, biriktirdiğimiz tecrübeler birlikteliklerimize yol gösterdi bizim. Her yaşanan cinayetin artırdığı sayılardan sonra arttı endişelerimiz. Bir sonrakinin biz olmayacağının garantisi olmadığını bildiğimiz o anda tutunma ihtiyacı hissettik yanı başımızdaki kadınlara. Hissettiğimiz korkuların azaldığını gördük bu tutunuşlarla. Her artan sayı sonrası “Bir kişi daha eksilmemek” adına çıktık sokağa. Bir kişi daha eksilmemek adına kurmaya çalıştık birlikteliklerimizi bulunduğumuz her alanda. Bir kişi daha eksilmemek adına temas etmeye çalıştık çevremizdeki kadınlara. Çoğaldıkça güçlendik. Güçlendikçe çoğaldık. Çoğalmaya, güçlenmeye devam ediyoruz, etmek zorundayız. Kendimizi güvende hissetmediğimiz her alanda; sınıfta, kampüste, sokakta, iş yerinde, mahkeme salonlarında birlikteliklerimiz dayanak oluyor bize.

HEP BİRLİKTEYİZ, GÜÇLÜYÜZ

“Artık susmayacağız” diye düştü yolumuz meydanlara çoğaldıkça gürleşen sesimizle.

“Vardık, Varız, Varolacağız” diyerek çıktık tüm varlığımızla.

“Susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz” diyerek tüm gücümüzle bizleri susturmaya, korkutmaya çalışanlara karşı birlik olduk.

Genç kadınlar olarak bugün maruz bırakıldığımız her türlü şiddet karşısında ne kadar yalnız olursak içimizin de bir o kadar kördüğüm olduğunu biliyoruz, çözmeye çalıştıkça iyice dolaştırdığımız bir kördüğüm. Kendi kendimize doladığımız bu düğümü kendi başımıza çözemeyeceğimizi anladığımız noktada, Şule Çet örneğinde olduğu gibi bir araya gelerek kazanım elde eden kadınları gördükçe hızla dağılıyor umutsuzluğumuz. O çözülmez düğümü çözüveriyoruz dört bir elden sarılarak. Bir araya gelmenin çözümümüz olduğuna dair inancımız artıyor. Ve bu inancı dağıtmak adına, çoğaltmak adına çıkıyoruz sokaklara. 

* Hümeyra’nın Kördüğüm adlı şarkısından

ÖNCEKİ HABER

Uzaktan eğitim kılıfı her şeye giydirilirse

SONRAKİ HABER

Virüsün değil mücadelenin yayılmasından korkanlar!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...