07 Nisan 2020 00:40
Son Güncellenme Tarihi: 07 Nisan 2020 10:08

Cam işçileri: Güvenlik gerekçesiyle grevimizi yasaklayanlar güvenliğimizi umursamıyor

Şişecam işçisi yazdı: Sermaye sınıfı ve onların iş birlikçileri, bizlere çare üretmez. Bu sistem çürümüştür artık. Tek çare, kurması bizlerin elinde olan üretenlerin yönettiği bir ülke ve dünyadır.

Fotoğraf: Şişecam Basın Bülteni

Paylaş

Şişecam işçisi
Lüleburgaz

Merhaba değerli Evrensel okurları...

Bilindiği üzere dünyanın tamamına yayılmış ve ülkemizde de her geçen gün onlarca, yakın bir gelecekte belki de yüzlerce kişiyi öldüren ve binlerce kişiye bulaşıp hastalanmasına neden olan bir virüsle karşı karşıyayız.

Büyük bir hızla yayılan bu ölümcül virüs, beraberinde birçok yeni durumu da bütün çıplaklığı ile ortaya çıkarmıştır.

Duyduğumuz, okuduğumuz veya sosyal medyadan gördüğümüz kadarıyla fabrikalarda çalışan birçok işçi arkadaş, bu ‘veba’ya yakalanmış durumda... Ölüm haberleri giderek artıyor.

Devleti yöneten siyasi iktidarın aldığı önlemler, 20 yaş altı ve 65 yaş üstü kişilerin evde kalması. 20 ve 65 yaş arası olanlar ise (işçiler) üç adımlık fiziki mesafeyi koruyarak, maske takarak, kalabalıklar oluşturmayarak, dışarı çıkabilirler...

İşçiler, kapitalist sistemin devamı, sermaye sınıfının kârı için, dip dibe çalışmaya devam etsin, topluca yemek yesin, sıkışık bir şekilde servislere ya da toplu taşıma araçlarına binsin, virüsü kapsın, evde birlikte yaşadıkları yaşlılara, eşine, çocuklarına bulaştırsın... Sonra, “Eh ne yapalım, memleket meselesi, üretimin ve ihracatın sürmesi gerekiyordu” deyip hamaset söylemleriyle işin içinden sıyrıl!

Siyasi iktidarın yaptığı budur. Bu politika, “Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir” politikasıdır. “Nasıl olsa ölenin yerini alacak milyonlarca işsiz var ülkede, fabrikalar durmaz, çalışır” diyorlar.

İşçilere bunları yaparlarken, yıllardır bizlerden kesilerek işsizlik fonunda biriken paralar, biz işçilere değil patronlara aktarıldı. Patronların vergi borçları silindi.

Hükümetin her açıklamasından beklenen sokağa çıkma yasağı ve ücretli izin bir türlü yapılmıyor. Çünkü patronların istikbali bizlerin hayatlarından daha önemli hükümet için.

Bizim olan bu paranın patronlara peşkeş çekilmemesi için her platformda mücadele etmemiz gerekiyor.

“Milli güvenliği tehdit ettiğimiz” bahanesiyle, defalarca grevlerimizi yasaklayan AKP, bizlerin ve ailelerimizin güvenliğini umursamadığını bir kez daha ortaya koymuştur.

Çalıştığımız fabrika ve işletmelerde, makine başlarında alınan önlemlerin yetersizliği bir yana, virüsün yayılma hızına bakacak olursak, yan yana çalışmak zorunda olan biz ve bizim gibi binlerce işçi arkadaşın ve ailelerimizin hayatları gözden çıkarılmış durumda.

Bizler cam işçileri olarak, fabrika içinde soluduğumuz kirli havadan dolayı, maden ve diğer bazı sektörlerde çalışan işçilerle birlikte, en riskli grubu oluşturuyoruz. Çoğumuz 15 yıl ve üzeri cam işçisi. Bu kadar yıldır, canla başla çalışarak, Şişecam’ı dünya üçüncülüğüne taşıdık. Gösterdiğimiz fedakarlığın karşılığı, biraz daha fazla kâr uğruna, bizleri makine başında tutmak için birkaç saat içinde yüzlerce, binlerce işçiye çalışma izni çıkarmak olmamalıydı.

Bizler, Şişecam yönetimi için bilançolarda birer rakam olabiliriz, ama gerçek şudur ki bütün bu değeri üreten, bu şirketi dünya devi yapan bizleriz.

Şişecam yönetiminin acilen alması gereken tutum, zorunlu çalışılması (serum şişesi vb.) gereken fabrika ve bölümler dışında, bütün işletmelerdeki arkadaşların ücretli izne çıkarılması... Ve şirkete kazandırdığımız milyarlarca lira paradan bizlere, her şeyin fiyatının iki katına çıktığı bu günlerde, temel ihtiyaçlarımızı karşılamamız için maaşımız haricinde geri ödemesiz, koşulsuz maddi destekte bulunmasıdır.

Bugünlerde sendikacılarımız da maalesef, sürecin yönetimini büyük oranda patronun insafına bırakmış durumdadır.

Yıllardır sırtımızda taşıdığımız sendikacılarımız, sadece kendi önlemlerini alarak kendi çıkarlarını düşünmek yerine, biz üyelerinin daha sağlıklı çalışması ve bu dönemde ihtiyaç olmayan üretim alanlarında ücretli izin ve ek maddi destek sağlanması konusunda çaba harcamaları gerekiyor.

Kısa çalışma ödeneği şartlarına göre işe yeni başlayan arkadaşlarımızın tamamı bu uygulamadan faydalanamıyor, bunun yanı sıra esnek ve patronun keyfiyetine bırakılmış (İstediği zaman çağırıp ihtiyacı olmadığında hadi eve) bir uygulama bizim önceliğimiz değildir.

Salgın kontrol altına alınana kadar herkese ücretli izin ve maaş haricinde maddi destek öncelikli talebimizdir.

Patronlar ve zengin kesim lüks yaşam alanlarında, yedikleri önlerinde yemedikleri arkalarında ve her gün test yaparak yaşarken, biz işçilerden kendimizi feda etmemiz isteniyor.

Aksi takdirde Danone, Sarkuysan, Akar Tekstil, Nemak ve sayamadığımız birçok fabrikada virüse yakalanan arkadaşlarımız olmasına rağmen üretime devam edilmez, yayılmaması için önlem alınırdı.

Böyle bir yaşama sahip olan sermaye sınıfı ve onların iş birlikçileri, bizlere çare üretmez. Bu sistem çürümüştür artık. Tek çare, kurması bizlerin elinde olan üretenlerin yönettiği bir ülke ve dünyadır.

Bizlerin ve ailelerimizin hayatı söz konusu ise hiçbir kâr oranının önemi yoktur.

Sokağa çıkma yasağı tüm kesimleri kapsamalıdır ve herkese yaygın bir şekilde test yapılmalıdır.

Sermaye sınıfı ve hükümeti her koşul ve şartta kendi kârları için bizden fedakarlık istemeye devam edecektir.

Bizler hem virüse hem de sermaye sınıfı ve hükümetine karşı mücadele etmediğimiz sürece, yönetilmeye de ölmeye de mahkum olmaya devam edeceğiz.


BU DÜNYAYI BİRLİKTE ÜRETENLER OLARAK BİRLİKTE MÜCADELE ETMELİYİZ

Şişecam işçisi
Lüleburgaz

İşçi ve emekçiler geçinemiyor ve patronlar işçiye ücretsiz izin verip ya da hakkı olan yıllık izni önceden kullandırıp kendi tedbirlerini alıyorlar... Hükümet ise (Koronavirüsü sanki işçi sınıfı çıkarmış gibi) patron yanlısı tedbirler açıklıyor.

Panik yapmayın diyorlar da, tedbir olmayınca panik yapmamak elde değil sayın izole yetkililer! Sadece; elleri yıkayın, yüze, göze, buruna sürmeyin, evde kalın diyen ve şeffaf olmakla övünen, -ki ne kadar şeffaf, tartışılır- gözlerine uyku girmeyen bir sağlık bakanımızın söylemi var, sağ olsun!

Asgari ücretli bir işçi nasıl 2 bin 300 TL ile bu kadar yükün altından kalksın eyy koronavirüs? Sen de sınıfsal bakıyorsun herhalde! Yani öyle bakmasaydın, neden iyi beslenmeniz, evden çalışmanız, iyi şekilde izole olmanız, eviniz, suyunuz, elektriğiniz, doğal gazınız olması şart diyeceksin ki; değil mi? Sonuç olarak bunlardan biri olmadığında sen hemen buluyorsun besinsiz ve korunamayan ya da korunmak isteyip de korunamayan bedeni, yerleşiveriyorsun oraya, hem de sıçrayarak... Şimdi söyle bakalım eyy koronavirüs sen de onlardan mısın? Yani bizi her fırsatta sömüren, her fırsatta yoksulluğa daha çok sokan kişilerden misin? Yani dünyanın yüzde 10’undan az olanların yanında mısın? Eğer yanlışsa, af ola! Sonuçta insanlar ölmesin, yakılmasın diye mücadele etmeye çalışanlarız!

Biraz konumuza dönecek olursak... Tedbir yok ve biz tedbir istiyoruz... Sağlık Bakanı’nın her gün aynı saatte çıkıp ölüm haberlerini vermesini değil, işçi sınıfı olarak tedbir almasını bekliyoruz. Bize önerilen ‘sabır ve dua’ söyleminin, Erdoğan’ın 2014’de Soma Katliamı’nda dile getirdiği, “Ölüm bu işin fıtratında var” söyleminden hiçbir farkı yoktur. Siz sarayınızda, villa ve köşklerinizde bütün önlemlerinizi alıp bize de sabır ve dua ile atlatacağız diyorsunuz! Bu neyin sabrı, neyin duası?

Sendika başkanlarının büyük çoğunluğunun tutumu da bundan farklı değil maalesef. İşçi ücretsiz izne çıkarılıyor, ses çıkarmıyorlar, zorunlu yıllık izne çıkarılıyor, ses çıkarmıyorlar... Kimi de ülkemizin lideri ne dediyse o olur deyip ses çıkarmıyor. İyi de sayın başkanlar, sizin bizi dinlemeniz, bizim ağzımızdan çıkanı değerlendirmeniz, bizim haklarımızı korumanız gerekmiyor muydu? Ülke dört dörtlükken zaten bunlar olacaktır. Lakin bizleri yoksulluğa, ölüme iten bu sisteme karşı, asgari de olsa bizim haklarımızı savunmak zorunda değil misiniz?

Peki, bunlar olurken biz işçiler ne yapıyoruz, ne yapmalıyız?

Öncelikle, tepkiler veriyoruz ama bunu birlikte yap(a)mıyoruz. Böyle olunca başarısız oluyoruz ve öyle olunca umutsuzluğa kapılıyoruz... Tek vücut olup mücadele etmektir tek çare. Ücretli izin için mücadele etmemiz gerekmektedir. Ne zaman ülkede veya dünyada krizler çıksa, patronlar ve hükümetleri, hep biz işçilerin hakkını yiyip, hep bizden fedakarlık etmemizi istediler. Şimdi bu olayda da aynı böyle; işverenlerin zararlarını karşılayan ve işsizlik fonu dahil bütün teşvikleri işverene veren siyasi iktidar, sıra işçiye geldi mi; elleri yıkayın, göze, yüze, buruna dokunmayın, çalışın ve eğer çalışmak istemiyorsanız, tedbir olarak ücretsiz izin! Bunu gören işveren daha bir cesaretleniyor, patronların kuyruğundan ayrılmayan bürokrat sendikacılar da işi iyice azıya alıyorlar.

Haklarımızı almak için, birlikte ve tek ağız olup mücadele etmemiz gerekmektedir. Her koşulda kendilerini düşünenler, bizleri yoksulluğa itmeye devam ediyor. Dünya devi şirketlerin kasalarından, milyarlık döviz hesaplarından beş kuruş eksilmesin diye bizleri, acımasızca bu virüsün önüne atıyorlar. Birbirimizin dertlerini ancak bizler biliriz. Eğer çözmek için bir araya gelemezsek, dertler birikir, dağ gibi çıkar karşımıza. Derdimiz de aynı, mücadelemiz de! Unutmayalım, ‘Derdi veren, derman vermez’ demiş atalarımız.

Şu durumda acil taleplerimiz;

  • Ücretli izin,
  • Gıda ve sağlık yardımı,
  • Bu süreçte kira, su, elektrik ve doğal gaz giderlerinin ödenmesi,
  • Kesilen su, elektrik, internet, telefon vb. var ise açılması,
  • Tüm ülkede evde kal halinin uygulanması,
  • Testlerin herkese yapılması...

Sonrası; işimizi ve ekmeğimizi kaybetmediğimiz günler tabii ki! Ne zaman karamsar bir düşünce aklıma gelse, Nâzım’ın şu dizesi gelir aklıma:

“Bu dünya öküzün boynuzunda değil, bu dünya ellerinizin üstünde duruyor”.

Bu dünyayı üretiyor ve yaşatıyoruz. Bu kadar zor işi yapan bizler, birlikte mücadele edemeyecek miyiz?

ÖNCEKİ HABER

Gıda Mühendisleri Odası: Gıda kontrol görevlileri büyük risk altında

SONRAKİ HABER

İranlı mülteciler: Geçinemiyorken nasıl evde kalalım?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...