20 Şubat 2020 09:38

İhtimalleri kabul etmek ya da etmemek işte bütün mesele bu

Hükümete yapılan “Neden önlem almadınız? Önlem için toplanan paraları nereye harcadınız?” sorularına verilen “şu an buna cevap vermekle uğraşamayız” yanıtı kabul edilemez.

WikimediaCommons

Paylaş

Murat DOĞU

İTÜ

Uğrunda emek harcamaya değer şeylerin bütünü olarak nitelendirebiliriz yaşamı. Bundan dolayı onu “daha güzel” veya “daha çekilmez” skalasında bir yere koyan temel unsur uğrunda ne kadar terlendiği oluyor. Her zaman yaşamı savunmak, tersini kutsallaştırmak veya sıradanlaştırmaktan daha ön planda olmalıdır. Herkesin bir gün ölecek olması bu durumu değiştirmiyor. Hepimiz için ölüm, aynı koşullara geldiğinde sıradanlaştırabileceğimiz bir konu olabilir. Fakat sayabileceğimiz onlarca eşitsizlik durumu, nasıl yaşadığımızdan ve nasıl öldüğümüzden çok açık bir şekilde anlaşılabilir durumda. Giderek genişleyen “doğal afetlerin değil ihmallerin öldürdüğü” düşüncesi de bunu gösteriyor. Bu yazıda da daha çok bahsedilmek istenilen ihmaller tablosun değil, neden bu ihmalkârlık durumunda ısrar edildiği ve bir yandan yaşam hakkının elimizden alınması anlamına gelen “kasıtlı ihmalkârlık” halinden nasıl çıkılacağı.

İSTANBUL DEPREMİ GELİYOR

“İhmal” ve “doğal afet” kelimeleri yan yana düşünülünce ilk akla gelenin deprem olması yaşanma sıklığı bakımından normal bir durum. Fakat geçtiğimiz günlerde yaşanan çığ düşmesi, fırtınalı hava koşulları gibi durumların da ihmallerle birleştiğinde nasıl bir felaket senaryosuna dönüştüğü görüldü.

Bu konu tartışılırken deprem üzerinden verilen bir örnek daha etkili olacaktır. Marmara Denizi’nde meydana gelecek bir depremin sadece bu bölgeyi etkileyeceğini düşünmek bir yanılgı olur. Türkiye’den daha ön plana çıkan bir merkez olarak İstanbul’un hazırlıksız olarak yakalanacağı bir deprem felaketinin etkilerini düşünmek zor olmasa gerek. Bu etkilerden kaçış ise İstanbul’da güvenli bir yerde oturmakla veya şehir dışına yerleşmekle çözülebilecek cinsten değil. Elazığ’da yıkık veya ağır hasarlı bina sayısının 3 bin 200’e ulaştığı ve müdahalenin günler sürdüğü bir tabloda hasar ölçeğinin İstanbul’a uyarlanmasıyla felaket tablosu daha rahat anlaşılır.

SORULARDAN KAÇAMAZLAR

Fakat tüm doğal afetler gibi depremler de onlarla yaşanamaz durumlar değildir. Günümüz teknolojik gelişmişliği ile uçak pistlerini güvenli inşa etmek, çığ tehlikesi olan yere tünel yapabilmek veya depreme hazır kentler ve toplumlar yaratmak yani önlem alabilmek mümkün.

Doğal afetlere karşı alınabilecek bireysel tedbirler veya bu tür durumlara karşı bilinçli olunması azımsanamaz fakat doğal afetlerin bir “felaket” olarak yaşanma sebebi alınmayan bireysel önlemlerde değildir. Kapsamlı bir çözümü, projeyi ancak elinde geniş imkânları bulunan bir güç yapabilir. Fakat yaşadığımız felaketlerden sonraki duruma bakacak olursak bu durumlara karşı önlem alması gereken kurumların takındıkları tutum halkın bu durumu sorgulamasına ve sorular sormasına izin vermemeye çalışan bir noktada. Elazığ depreminden sonra bakanlığın “deprem vergileri nereye gitti” diye soranlara soruşturma başlatması, Kızılay’ın olası bir deprem durumunda hazır halde olması gerekirken depremin ilk anında bağış isteyen bir kurum olarak ön plana çıkması halkın kafasında birçok soru işareti oluşturdu. Hükümet ise kendi döneminde deprem ve afetlerle mücadele etmesi adına önlemler alması gereken bu kurumların yapılarını sorgulanamaz hale getirmek için epey çaba harcıyor. Hükümetin bu yönlendirmesinin nedenini anlamak için bu meseleye hükümetin bu kurumları ne hale getirdiği ve nasıl kullandığı üzerinden bakmak gerekir.

Özellikle Kızılay ile ilgili haberlere de düşen yolsuzluk haberlerinden öğrendiğimiz kadarıyla bile bu kurumun afetler için çalışması gereken bir kurumdan çok daha öte bir yerde durduğunu görebiliyoruz. Hükümet kendi siyasi devamlılığı açısından devletin tüm kurumlarını kendi siyasi odağı ve rant merkezi haline getirme uğraşında Kızılay’ı ve bu gibi diğer kurumları da birer ihale-devir-satış merkezi haline getirmiş durumda.* Böyle bir konjonktürde de hükümetin bu kurumlara kalkan olması ve sorgulamak isteyen vatandaşlara hesap sormak istemesi gayet doğal çünkü bugün sorgulanmak istenen kurumlar AKP’nin 17 senedir afetler için önlem alınması yerine nasıl yolsuzluk ve rantı tüm kurumların odağı haline getirdiğini ve halkın cebinden çıkan paranın nasıl lüks, şatafat ve sermaye gruplarının karlılığı için harcandığını gözler önüne seriyor. Bu yüzden hükümete yapılan “Neden önlem almadınız? Önlem için toplanan paraları nereye harcadınız?​” sorularına verilen “şu an buna cevap vermekle uğraşamayız” yanıtı kabul edilemez.

DEPREM HERKESİN, PEKİ YA SONUÇLARI?

İnsanı başlı başına bir insan olarak ele almayıp onu bazı değerlendirme yöntemlerine sokarsanız ve değer yargılarınız sonucunda yitip gidenin yerine yenisi konuyorsa, o insanın değeri düşüyorsa, cevaplar “ne yazık ki” ile başlayan cinsten olacaklardır. Olası İstanbul depremi üzerinden devam edelim. İstanbul’da sağlıksız konutları tercih etmek zorunda kalanlar mülteciler, emekçiler, gençlerdir diyebiliriz. Emekçileri, gençleri sadece üretime bir araç olarak sokup, yorulduğunda veya “kullanılmaz” hale geldiğinde de yenisinin yerine konması nerdeyse garanti altına alınmış durumda iken depremden etkilenmemeleri için çaba içinde bulunmalarını beklemek en hafifinden naiflik olacaktır. Sahip olduğu bütçeyi kentin yenilenmesine aktaran bir yönetimden bahsetmek veya bunu kendiliğinden oluşacak bir durum gibi düşünüp, halk için yeniden yapılanmış kentlerin oluşmasını sadece beklemek yine kendi zararımıza olur.

Alınmayan önlemlerin her geçen gün arttırdığı tedirginlik ortamı, yaşanan her olayın arkasından pekişiyor. Üstelik depreme dair duyulan endişe genel atmosferin sadece bir bölümünü oluşturuyor. Gerici bu sistemin beraberinde taşıdığı kaygıların kaynağını anlayıp bunların çözümlerine yönelik adım atan her bir bireyin ise en başta bahsedilen skalada konumlandığı yer hep daha güzel bir hayat oluyor. Bir araya geldikçe umutların büyüdüğünü ve bunun karşısında duranın, halkın elindekinde gözü olanın korkusunun giderek arttığını görmek zor değil. Bundan dolayı daha güzel bir hayat isteyenlere düşen görev, birlikte sesimizi daha gür çıkartmaktır. Somut adımlar atarak mücadele deneyimimizi geliştirmemizdir, Dünya’nın nasıl “döndüğünü” anlayıp, anlatıp tersine “döndürmektir”.

*https://www.evrensel.net/haber/396302/ensar-vakfina-kizilay-uzerinden-7-milyon-925-bin-dolarlik-bagis

ÖNCEKİ HABER

Mühendis olamayacakmışız, hadi canım bilmiyorduk

SONRAKİ HABER

Diyarbakır’da sağlık emekçileri ödenmeyen ücretleri için iş bıraktı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...