31 Ocak 2020 00:00

Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u aldığı günün akşamı sofrasında ne vardı?

Ahmet Uhri bugünden itibaren her cuma , "Kimliksiz" isimli köşesiyle Evrensel Ege Sayfaları'nda olacak.

Fotoğraf: Pixabay

Ahmet Uhri
Ahmet Uhri

Bir soru tümcesiyle başlayan yazılardan genellikle hoşlanmam; zira ilgiyi çekmeye yöneliktir bu türden yazılar. Ancak, ne çare ki ben de böyle başlamak zorunda kaldım bu köşede yazacağım ilk yazıya. Sorunun çekiciliği beni de içine aldı. 1453 yılının 29 Mayıs gününe, yani Türkler için fetih Avrupalılar için vahşet ve korku anlamına gelen o güne geri dönecek olsak ve o akşamdan sonra ‘Fatih’ olarak anılacak II.Mehmet’in otağında ya da eğer İstanbul’un içinde kaldıysa, kaldığı yerde akşam yemeğinde mönüde ne vardı, diye soracak olsak ne yanıt gelirdi bu soruya?

Açıkça söylemek gerekirse sorunun yanıtını bilmiyorum. Belki tarihçiler biliyordur. Aslında Fatih Sultan Mehmet’in sadece tek kap yemek yediğini Babinger’e dayanarak belirtmek olası. Osmanlı’ya dünya imparatorluğu dönemini açan biri için oldukça alçak gönüllü ve örnek alınacak bir davranış. Saray sofralarından uzak ve mütevazı bir beslenme biçimi Fatih’inki. Zira gösterişe gerek duymayacak kadar kendine ve yaptıklarına güvenen biri olmalı. Zaten çoğu insan yaşamındaki eksik kalmış, tamamlanmamış ve olmamışlıkları örtmek ve itibar görmek için gösterişe önem verir.  Oysa Babinger mütevazı ve tasarruflu bir sofradan söz ediyor. Ayrıca Fatih’in Kanunname’sinde yemek ve mutfak protokolü konusunda bilgiler de vardır. Neyse bu konuyu tarihçilere bırakıp sofrada ya da mönüde ne olmadığını söylemek daha kolay olacak. Bu sorunun yanıtı büyük bir olasılıkla tahmin edilebilir. II.Mehmet o akşam ve öldüğü 1481 yılına kadar hiçbir zaman şimdi sayacağım besin maddelerini tanımadı, yemedi, bilmedi.

 II.Mehmet’in sofrasında hiçbir zaman hindi olmadı, patatesin herhangi bir yemeğini yemedi, patates kızartmasını tanımadı. Eğer yeşil salata ya da çoban salatası yediyse bu salatanın içinde domates kesinlikle yoktu, patlamış mısırı hiçbir zaman tanımadı ve bütün bu olmayan besinlerin üzerine ister zengin olsun ister fukara, bir çok Türk’ün şimdi yaptığı gibi bir sigara tellendiremedi. Peki neden? Fatih gençti, kolesterolü, damar sertliği, kalp ya da şeker hastalıkları ondan olasılıkla çok uzaktı. Doktorlar bu besin maddelerinden herhangi birini ona yasaklamamışlardı. Üstelik bunları ölümüne kadar hiçbir zaman yemedi, tanımadı ve bilmedi.

Sorunun yanıtı coğrafi yolculukların başladığı 15-16.yy’larda gizli. II.Mehmet bildiğiniz gibi 1481 yılında öldü. Onun ölümünden 11 yıl sonra ise Hindistan’a yeni bir ticaret yolu aramaya niyetlenen Avrupalılar batıya doğru deniz yolculuğuna çıktılar ve bu sayede Colombus tarafından Amerika kıtası bulundu. Doğunun baharat ve diğer ürünleri için yola çıkanlar yeni bir kıtayı buldular yolculuklarının sonunda. Buldular diyorum zira kıta oradaydı ve üzerinde son derece gelişkin uygarlıklar bulunuyordu. Beyaz adam için keşif ve fetih olan bu yolculuk Amerika kıtasının yerli halkları içinse bir yıkım ve yoksulluk çağının başlangıcıydı.

Baharat aramaya çıktılar altın buldular, gümüş ve diğer kıymetli metaller ile son derece değişik ve o güne kadar eski kıtanın tanımadığı bitki ve hayvanlarla geldiler geriye. Yolculuklar sıklaştı, denizcilerin yanında araştırmacılar, bilginler, din adamları ve soylular da katıldılar bu yolculuklara. Herkes eski kıta için yeni olan ne varsa getirdi döktü ortaya. İşte bu getirilenler arasında Fatih Sultan Mehmet’in yiyemedikleri de vardı. Şimdi gelelim bu besin maddelerine yani hindi, patates, domates, mısır ve besin maddesi olarak kabul etmesek de en azından benim yaşantımda önemli bir yeri olan tütüne. Ancak bunları açıklayacak yerim kalmadı. Dolayısıyla bundan sonra gelecek yazılarda Fatih Sultan Mehmet’in yiyemediklerini sırasıyla yazacağım. Bir diğer deyişle sırasıyla hindi, mısır, patates, domates ve tütünün tarihi bundan sonraki yazılarımın konusunu oluşturacak.

Evet, Fatih Sultan Mehmet’ten yola çıkarak Amerika kıtasının bulunması ve buradan eski kıtaya gelen bitki ve hayvanlar üzerinden 135 milyon yıl önce birbirinden ayrılan bu iki kıtayı birbirine tanıtan coğrafi yolculukların sonuçlarının nerelere ulaştığını bu kısa yazılarla ifade etmeye çalışacağım. Herkese sağlıklı, huzurlu, başarılı, mutlu bir yeni yıl dileğiyle yazıyı bitiriyorum. Bu yazıyı hazırladığımda daha yeni yıla girilmemişti ama sanırım 2020’de yayınlanacak bu nedenle siz bu yazıyı okuduğunuzda çoktan yeni yıla girmiş olacağız. Ben yılbaşı gecesi nerede olacağımı bilmiyorum. Ancak nerede olmayacağım belli, onu da söylemeyeceğim…
Hoş geldim, hoş buldum…

Reklam
YAZARIN DİĞER YAZILARI