21 Ağustos 2019 08:37

Eşitlik, kardeşlik ve barış üzerine

Savaştan kaçandan bize hayır gelmez” söylemini incelemeye çalışacağız, birlikte yorumlar yapacağız, çözüm yollarını tartışacağız…  

Paylaş

Ahmet AKARSU

Kayseri

Bir önceki sayımızda mültecilere yönelik, en çok konuşulan sorulara cevap aramıştık. Bu sayımızda ise “Savaştan kaçandan bize hayır gelmez” söylemini incelemeye çalışacağız, birlikte yorumlar yapacağız, çözüm yollarını tartışacağız…  

Elbette, iç ve dış politikanın birbiri üzerindeki etkisi, belirleyiciliği günümüz koşullarında emekçi kitlelerin var olan mülteci düşmanlığını, milliyetçi-şoven duygularını iyice körüklüyor. AKP’nin bugünlerde mültecilere yönelik “geri gönderme” söylemlerini de bu denli okumak, “göndermenin” neye hizmet edeceğini anlamakla paralel. Öte yandan savaşın ön koşullarını oluşturan politikaları ve kapitalist sistemin ihtiyaçlarını (olmazsa olmazlarını) göz ardı ederek mülteci sorununu değerlendirmek mümkün değil. 

EMPERYALİST-KAPİTALİST SİSTEMİN DOĞASINDA GÖÇ ETTİRMEK VAR

Mültecilere verilen “geçici koruma” statüsünün mültecilere dayatılan kölelik koşullarına kapı açtığını unutmayalım. Bunun yanında “geçici koruma” statüsünün aslında “geçici bir sömürü” ya da iç politikayı dizayn etmek için sahiplenilen “geçici bir çözüm” anlamına geldiğini de belirtelim. Bu açıdan aslında toplumda yaratılan “Bizden daha iyi yaşıyorlar” algısının, gerçeklikle uzaktan yakına bir ilgisi olmadığı açıktır. 

Uzunca bir süredir, iç ve dış politikada savaş tamtamları çalan kapitalistlerin, kendi iç sıkışmışlıklarını aşmak üzere, Ortadoğu’ya yönelik, emperyalist planları doğrultusunda hareket ettikleri bir gerçek. Emperyalist ülkelerin, başta Suriye olmak üzere Ortadoğu’da konumlanma isteği, yeraltı ve üstü kaynaklara göz dikme planlarını savaşın ön koşullarını oluşturuyor. Şu bir gerçek ki, emperyalist-kapitalist sistem devam ettiği sürece savaşlar da devam edecek. Yıkımlar, göçe zorlanan insanlarda var olmaya devam edecektir. 

BÖYLE “EMPATİ” OLMAMALI

Sıkça duyar hale geldiğimiz, “Biz Çanakkale Savaşı’nda ülkemizden kaçtık mı?​”, “Bunlar vatan haini korkaklar” vb. söylemlere “Niye anasını, bacısını, çocuğunu buraya bırakıp, savaşmak için geri dönmüyorlar?​” gibi yeni söylemler ekleniyor. Son söylem ise mülteci meselesini biraz tartıştığımız anda ortaya çıkıveriyor. Ya da “Çanakkale Savaşı’nda Suriyeliler de savaştı” diyerek savunanlar çıkıyor.

Peki “Çanakkale savaşında Suriyelilerde savaştı” anlamına gelen söylemleri, Suriyelilerin yiğit olduğunu mu gösterir? Yoksa “kaçıp” gelenlerin, korkak olduğu anlamına mı çıkar? Ya da toplumdaki algıyı kırmak üzere kullanılan bir dil midir? Şunu belirtelim ki Çanakkale de savaşan Suriyeliler de Suriye’de savaştan “kaçan”larda insani duyguyla hareket ediyorlar. İkisi de yapılabilir. Yapılmadığı durumda kimse yargılanmamalıdır. Ya da “empati” böyle kurulmamalıdır.

“HEPİMİZ MÜLTECİ ADAYIYIZ!”

Öte yandan mültecilik ve sığınmacılık, insani duyguları içinde barındırıyor. Geçtiğimiz günlerde Ekmek ve Gül sitesinde yayımlanan bir fotoğrafla süreç özetleniyor. İkinci Dünya Savaşı’nda Alman ve İtalyanların, Yunanistan işgali sırasında Yunan mültecilerin Ortadoğu’da kurulan mülteci kampına geldiğini anlatan bir fotoğraf yayımlandı. Buradan çıkarmamız gereken öz, emperyalist-kapitalist sistem devam ettikçe, bahsedilen yazıda da denildiği gibi “Hepimiz mülteci adayıyız!” Mültecilere ve göçmenlere yönelik dünya tarihinde başkaca süreçlere elbette göz atabiliriz. Ama bu sürecin psikolojik yansımaları farklılık gösterebiliyor. Savaşmak ya da savaşmamak, tercih meselesi bile olamayabiliyor bazen. Suriyeli bir çocuğun başını okşamaya çalıştığınızda korkudan ne yapacağını şaşırıyor örneğin. Uçağın ses çıkarması ya da ani bir gürültü koptuğunda bir yerlere saklanıyor mülteciler. Neden? Çünkü savaşın yıkıcı etkisi insanları hem psikolojik hem fiziksel ciddi derecede etkiliyor.

DÜMENİ HALKLAR LEHİNE ÇEVİRELİM!

Kuşkusuz, mültecileri sadece “insani”, “vicdani” bir mesele olarak ele almak da başlı başına doğru olmayacaktır. Sistemin halklara dayattığı, kapitalizmin en yüksek aşaması olan emperyalizm ve emperyalizmin sonucu olan paylaşım savaşları yok edilmedikçe emekçi halklar, Suriye’de başta IŞİD olmak üzere cihatçı örgütler eliyle katledilecek, bunun örneği Afrika’da başka olacaktır. Ama öz aynı kalacak, gemileri yürüsün diye dümeni tutmak isteyenler yine kapitalist-emperyalistler olacaktır. Bu dümeni halklar lehine çevirmek, toplamda eşitlik-kardeşlik ve barış talebinde tüm dünya halklarıyla mümkündür.

Hadi diyelim, Suriyeliler, “savaştı”. Kırk yılı aşkın süredir bitmeyen bir bataklığı savaşarak kurutmak mümkün mü? Dengeleri sarsmak için kendi iç bölgesini oluşturmak örgütlü bir süreç gerektiriyor -Rojava örneğinde olduğu gibi. Suriyeli mültecilerin örgütlü hareket edeceği bir partisi var mı? Bu sorular elbette hep beraber kafa yormamız gereken sorular. Yüzün üzerinde cihatçı terör örgütünün olduğu Suriye’de, Amerika ve Rusya gibi emperyalist ülkelerin planları, Türkiye’nin müdahaleleri derken karşımıza oldukça karmaşık bir savaş tablosu çıkıyor.

ÇÖZÜM: EŞİTLİK-KARDEŞLİK VE BARIŞ 

Eşitlik, barış ve kardeşlik talebi, bugün açısından işçi ve emekçi halkların çıkarını yansıtırken emperyalistlerin ve onların işbirlikçilerinin kâbusu olmaya devam ediyor. Bizlere düşen görev de budur. Hem içerde hem de Ortadoğu’da, Türk, Kürt, Ezidi, Türkmen, Arap ve diğer halkların eşit temelde barış ve kardeşlik talebini güçlendirmek, emperyalistlerin ve kapitalistlerin isteklerini boşa düşürmek anlamına gelir. Yazının ana konusuna, “Savaştan kaçanlardan ülkemize hayır gelmez” söylemine geri dönelim. Kapitalistler elbette mültecileri gerek iç ve dış politika açısından bir koz, gerekse emek sömürüsünü arttırma yolu olarak görüyor. Bu açıdan da mülteci sorununa bir çözüm bulunamaması ve en şiddetli haliyle devam etmesi, kapitalistler için bir hayır olarak görülüyor olabilir. Fakat işçi ve emekçiler için kardeşlik ve barış temelinde, emperyalistlere karşı bir örgütlenme bu cendereden, dünya halklarının mahkûm bırakıldığı şiddetten kurtulmanın tek yoludur. Ancak böylesi bir mücadele dünya halklarına hayır getirebilir.

SAVAŞTAN HALKA KALAN

Diğer bir konu, sosyalistlerin savaşları nasıl ele aldığına dair Lenin’in Sosyalizm ve Savaş kitabına göz atmakta yarar var. “Haklı-haksız savaş” tartışmalarından, anayurdun savunulması meselesine kadar, sosyalistlerin nasıl tutum alması gerektiği ele alınmıştır. Sözü çok uzatmayacağım. Bazı çevreler “Savaşı halk kendi lehine çevirebilir” diye tartışma sürdürüyor. Rusya’sı, Amerika’sı başkaca emperyalist ülkeleri Ortadoğu’ya dair emperyal planlar yapıyor. Paylaşımlarını gözden geçiriyorlar, yer yer çatışıp, yer yer anlaşıyorlar. Olan oradaki emekçi halka, çocuklara ve kadınlara oluyor. Ölüm ile yaşam arasında bir hayat sunuluyor. Cihatçı örgütleriyle kendi elini güçlendirmek isteyen bağımlı kapitalist ülkeler ise mültecileri kendi çıkarları için kullanmaktan geri durmuyor.  

ÖNCEKİ HABER

Peki şimdi nereye?

SONRAKİ HABER

Kütleçekim: Ağır bir konu üzerine kısa bir gezinti

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa