07 Temmuz 2019 00:07

1- Taşralı burjuvanın ayrıcalıklı gösterişliliğindeki hak edilmemiş büyüklüğü

Küçük kasaba, büyük sanayi şehri Aliağa'da para sahiplerinin gösterişi ve yoksulların sefaleti | Rüstem Karasu Evrensel Pazar için yazdı.

Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

Rüstem KARASU

İzmir’de hava ölçülebilir yönüyle ortalama 35 derece. Güneşin saat 11.00 ile 18.00 arasında çizdiği yayda en sıcak seviye, parabolün alçalmaya başladığı andan başlayarak batana kadar azalmadan sürüyor. Yay zemine inerken sanki güneş de dünyaya iniyor. Gölgeler sıradanlaşıyor, her şeyin beyaz bir ışık saçarak parladığı ve renklerini kaybettiği şehirde parklardaki ağaçların cılız gölgesi, koyu olma özelliğini de kaybedecek kadar etkisizleşiyor. Akşama doğru belki de insanların vücudunda kanın ısınması gibi ağaçlarda da gövdelerinin termostatı olan toprağın kılcallarından çıkan serin su ısınıyordu. Ağaçların sadece gölgesi değil gövdesi ve dalları da her zaman serin olur. Öyle ki cüssesinin yaydığı serinlik ile kimi zaman hava sıcaklığı arasında ark oluşturur ve esinti yapar. Şimdi ona dair bir ibare yok.

Her şey ama her şey gün boyu fazla gelen bütün ısıyı acımasızca emiyor, sıcaklığa çeviriyor ve geri veriyor.

Tek bir ağaç veya gölgelik olmayan yeryüzündeki sıcaklık, havadaki ısı ve atmosferdeki ışığa +5 birim katan güneş, en yüksek noktadayken direniş çadırının cılız gölgeliğinin tepesinde uzun süre duruyor.

Tepeden aşağı inene kadar beton ve bordür taşları, yüzeyi ince betonla sırlanmış ve mermerimsi görüntü verilmiş kiremit kırmızısı karo seramikler, çevresi tamamen siyah asfalttan oluşan yolun yoğun trafiği içindeki araçlar futbol sahası büyüklüğünde, yaklaşık 100 adım kenarlı kare meydanı o kadar ısıtıyor ki sıcaklık sanki bir jeotermal kuyunun üzerindeymişsiniz gibi vuruyor.

Güneşin geniş yay boyunca sürekli tepesinde şehir meydanında, kolundan tutulup bir köleymiş gibi 10, 20, 30 yılın verdiği birikmiş tüm hakları gasbedilerek, şimdiye kadar güler yüzle davranılıp bir anda hiçe sayılarak, bir kenar mahalle kabadayısı havasındaki yöneticiler tarafından sadece gurura ve kendi çıkarına önem veren bir horlanma ile dışarı atılan işçiler beyaz naylon bir gölgeliğin altında gün boyu bekliyor.

Güneş göz alıcı ihtişamıyla aşağı doğru inerken hem cam gibi davranan karo taşlarından hem de meydanın çevresini kaplayan binaların camlarından yansıyarak her yeri beyaz ışıkla parlatıyor.

40 aşkın gündür her gün, 100’den fazla işçi şehir meydanında kah kent insanından anlayış bekleyerek kah ileri gelenleri merhamete, yöneticileri ve sorumluları ise devlet hukukunu uygulamaya, insan ahlakına uymaya çağırarak direniyor.

40 gündür, 100’e yakın insan kapalı ve klimalı bir ofiste ya da evde, yazlıkta, yüksek platolarda yaşayan, çalışan, oyalanan insanları inandıramayacağı sıcaklıkta gün altında duruyor. Yürüyüş yapıyor, açıklama yapıyor, imza topluyor, ziyaret ediyor, dayanışmaya gelenleri karşılıyor, kendilerini konuşarak ne yapabileceklerini düşünüyor, belediye başkanının, yardımcılarının, partisinin ve o partiye gönül verenlerin neden, nasıl taş kalpli olduklarını değerlendiriyor.

Belediye başkanı bir sabah ansızın işten çıkardığı 179 işçinin ne iş yasalarında yazılı hakkı olan birikmiş paralarını ne de son ücretlerinin kalan kısmını vermedi. Seçimden önce birkaç kez teşekkür ettiği, her şeyi onların emekleriyle yaptıklarını söyleyen başkan bir sabah ansızın işçilerin çok para aldığını, belediye bütçesinin kaldırmadığını, belediyeyi kurtarmak için bir nevi kurban edilmeleri gerektiğini ifade etti.

İşçileri belediye meclis toplantısında “Millet bana yetkiyi verdi istersem hepsini atarım size ne” dedikten 8 saat sonra işten atan bu büyük sanayi şehri, küçük körfez kasabasının Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesinde hukuk eğitimi alan başkanı, kısa süren stajyerliğinden sonra endüstriyel geri dönüşüm işi yaparak sermaye biriktirme çabasına giren bir iş adamı olarak anılmayı yeğliyor. Varlığını kendinden önceki belediye başkanına borçlu olan 2. dönemine geçen, Erdoğan dönemine özgü genç başkan, parlayan yıldız imajını kullanmaya çalışıyor.

Genç ve parlak gelecekli belediye başkanı, insana değer vermez tavrı ile sendika üyesi tüm işçilerle beraber sendika temsilcilerini de işlerinden attı. Bu işten atma bir öç alma, muhalefetin kazandığı seçim zaferine misilleme olarak yapıldığı açıklandı, gayrı resmi yollarla. Başkanın etkilediği ve ona toz kondurmak istemeyen bir kısım Aliağa ahalisi ile bazı işçiler bu saldırının belediye başkanının çapını aşan bir saldırı olduğunu, Devlet Bahçeli ile görüşmesinden sonra belki de onun talimatı ile yapıldığını düşünüyor. Bunu söyleyenin ise başkanın en yakınında duranlar olduğu iddia ediliyor.

Şehirdeki patron ve yönetici ortaklığında idare edilen şirketlerin hepsi de sayısı ve kimliği bilinemeyen, işçilerin sakatlanmaları, işçi cinayetleriyle sonuçlanan rutinleşmiş kazalardan sabıkalı. Küçük bir körfeze sıkışmış 2000’lere kadar balıkçı kasabası özelliğini korumuş sanayi kentinde 5 büyük sabıkalı şirket şıp diye sayabilir. Bu şehre çok uzak bir yerdeyseniz, siz bunu Türkiye’nin ilk 10-20 işletmesine bakarak bulabilirsiniz.

Bunlardan birisi işçilerin her an parmaksız, kolsuz, bacaksız kalabileceği ve hiçbir şey olmamış gibi 5 dakika durmadan üretime devam edebilen Kocaer ya da HABAŞ olabilir. Özellikle HABAŞ yöneticileri bölgeye kendi karakterini verecek kadar otoriter ve hak tanımaz bir yöntemle yerleşmiş, şimdilerde ise iyice yayılmış durumda. HABAŞ patronu bu bölgede “İradesi her şeyin üstünde olan adam” olarak tanıtılıyor. Sabıkalı işletmeler içerisinde daha büyükleri de var. TÜPRAŞ’ta 4 işçi öldü yakın zamanda, SOCAR inşaatında ölenlerin sayısı bilinmiyor. İhalesini eski belediye başkanının oğlunun aldığı, 10 binden fazla işçinin çalıştığı inşaatın barınma alanında 3 bin 500 kişi bozuk ya da mikroplu üretilmiş gıdadan zehirlendi, kıvranarak 1 hafta - 15 gün geçirdi. Belediye başkanı çok meşgulmüş, hiç duymamış, görmemiş, hatta burada yokmuş gibi davrandı.

Balzac 1833 yılında yazdığı Eugénie Grandet romanında Napoleon’un işgal, yağma, talan, zorla el koyma döneminde, mazlum halkların ellerinden alınan ve gökten yağar gibi dökülen paraya dönüştürülen servete ve bunu imtiyaz kazanarak ilksel sermayesi yapan Fransa’nın hatta dünyanın büyük burjuvalarının yanında, taşralı, küçük hesapları olan, bütün erdemlerden vazgeçerek küçük mülkten büyük servet sahibi olmaya çabalayanları da anlatır.  Orada kasaba burjuvasının temel özelliğini cimrilik olarak yansıtarak, “Bütün cimriler gibi, başkalarının paralarını dürüst, yasal yollardan çekmek için kafasını sürekli çalıştırma gereksinimi duyardı. Başkalarından üstün gelmek, kendilerini yutulmaktan koruyamayan, bu dünyanın zayıflarını hor görme hakkını, her yeni kurbanla kendine yeniden vermek bir güç denemesi değil miydi? Oh, bu dünyadaki ve gelecekteki bütün kurbanların en dokunaklı simgesi olan, acı çekmeye ve zayıflığa övgünün simgesi olan; Tanrı’nın ayaklarının dibine huzur içinde uzanmış kuzuyu kim anlamıştır? Cimri, kuzuyu şişmanlatır, sonra kapatır, öldürür, pişirir, yer ve aşağılar. Cimriler para ve nefretle gelişirler” der. Hepsinde buna yakın bir büyüme söz konusu.

Yeni belediye başkanın ortağı olduğu söylenen eski belediye başkanı, başkanlık yaptığı zamanın aksine gençleşmiş ve dinamik görünse de belediye başkanlığı döneminde yürümeye mecali olmayan, batmış ya da iflasa yakın tüccarların duruşuyla meşhur, kasaba tüccarlarının orta büyüklerindendi. Eski belediye başkanının oğlu üzerinde görünen hafriyat ve atık depolama, yıkım ve bertaraf şirketi var. Şu anki başkanın ise şirketle avukatlığını yaptığı sırada dava karşılığında hisse sahibi olması ile gelişen ortaklıklarıyla Hilton’un karşında bulunan kendi arazisine daha büyük bir otel yapacak kadar gelişti.

Bu şirket SOCAR’a ait Star Rafinerinin, 50 milyon lira civarında olduğu söylenen hafriyatı ile sahiplerini zenginleştiren ilk büyük çalışmasında Aliağa’da küçük bir dağa yakın tepesini makinalar ve kamyonlarla körfezden alıp 10-15 km uzaktaki bir köye üç tepe haline getirerek taşıdı. Bu ayrıcalıklı ve izin gerektiren iş, belediye başkanı olmakla sağlandı. Şehirde sadece demografi değil inşaat izni almalarını sağlayan büyük yangınla coğrafya da değişti. SOCAR’ın Star Rafineriyi kurma kararı almasından sonra bir anda yangının nasıl çıktığı, mesul olanlar ve nasıl bu kadar çizgisel bir kontrol ile söndürüldüğü de bir nevi ilahi açıklamaya kaldı.

Şehirde bir elin parmağı kadar büyük işletmelerle, şirketlerle iş tutmuş yerel tüccarlar, rantiyeler var. Liman, denizcilik, gemicilik, lojistik işleri ile palazlanan ve nereden nasıl elde edildiği belli olmayan paralarla beraber bunlara sanki kutsal bir mabede adak adayan kör ve şaşıların yaptığı gibi arazi, ihale ve ayrıcalık bağışlanıyor. Bu beslendiği şirketlere göre küçük çaplı, şehir insanlarına göre hayli büyük serveti olan kasaba tüccarlarının, taşeronların görünümünü birbirinden ayırmak oldukça zor; bir zamanlar kalıbı olduğu anlaşılan vücutları sanki edindikleri servetle orantılı hormonlu karkas inekleri gibi yanlarından, bacaklarından tutam tutam et fışkırarak genişlemiş, yüzleri gezintiye çıkan ve dünyada eğlenmekten başka hiçbir işi olmayan, asla kendi işini bile kendi yapmayan, efendilik yapan insanlara özgü bir temizlik ve makyaja sahipler. Her zaman pırıl pırıl görünen bu insanlar kendi aralarında ve kapalı, sadece kendi istediği az sayıda insanın olduğu yerlerde yaşıyor.

Kalacak evi olmadan geldiği Aliağa’da başkan olan genç şirket avukatı için işçilerin söylediği kadarıyla “şimdi kasabanın yalılarının olduğu deniz kenarında ve sırtını tepeye vermiş mahallede 4 villadan oluşan kapalı bir sitede kalıyor, kendisi, ailesi, şirket ya da belediye işlerini idare eden birkaç yakın yardımcısı ile.”

Güneş hiç batmayacakmış gibi bir hisle yeryüzüne inmişken ancak saat akşam 9’unda bunun aslında sıradan bir yaz günü olduğuna inanıyorsunuz. Hissedilen sıcaklık, eğer işten atılmış ve içerde kalan maaşınıza bile el konmuş halde bu meydanda adalet bekleyen bir işçiyseniz, neredeyse güneşin uzak atmosferi kadar olabilir. Gün boyu dışarıda çalışan işçiler, akşam olduğunda hava ne kadar ferahlarsa ferahlasın vücutları bir süre daha ısı yaymaya devam eder, vücut ısısını dengeleyen kan bile ısınmıştır gün boyu çalışırken. İşten atılan işçilerin vücutları gün boyu biriken güneş enerjisinden değil de kendilerine bir mahkumuna uygulanan davranıştan dolayı oluşan öfke hararetiyle yanıyor. ‘Geceleri uyuyamıyorum’ diyor pek çoğu. Bunlardan birisi de Hatice.

ÖNCEKİ HABER

Polis saldırısına maruz kalan Aydın Aydoğan AYM’ye başvurdu

SONRAKİ HABER

Baraj yapımına karşı yol kapatan köylülere jandarma saldırısı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa