27 Şubat 2019 05:11

Yıkılmadık da ayakta mıyız arkadaşım?

Peki bunların hepsi biz gençler açısından neye işaret ediyor? Asıl soru bu.

Paylaş

Cansu CEYLAN

Boğaziçi Üniversitesi

Bir süredir sosyal medyada “yıkık” mizahının gelişmesine şahitlik ediyoruz. Sadece sosyal medyada değil; sınıfta, yolda, kafede, her yerde gençlerin dilinde. Biz gençlerin gündelik hayatlarından, umutsuzluklarından, mutsuzluklarından süzülüp gelen bir “yıkık”lık hali.

“Yıkık”lığın genel olarak depresif ve nihilist tınılar içerdiğini söyleyebiliriz sanırım. Hayata ve kendine değer vermeme, sosyal durumlara uyum sağlayamama, hiçbir şeyden zevk almama ya da hiçbir şey yapmak istememe, sorumlulukları boş verme, can sıkıntısı, umutsuzluk ve mutsuzluk…. Liste uzayıp gidiyor. Peki bunların hepsi biz gençler açısından neye işaret ediyor? Asıl soru bu.

“ACIMASIZ İYİMSERLİK”TEN “NEŞELİ KÖTÜMSERLİK”E

Lauren Berlant, modern dünyada önümüze sunulan, başarılmasının mümkün olmadığını ya da çok zor olduğunu bildiğimiz halde gelecek tahayyüllerine, “iyi bir hayat” hayallerine olan bağlılığımızı ya da inancımızı anlatmak için “acımasız iyimserlik” (cruel optimism) terimini kullanıyor. Amerikan rüyası, üniversitelerde (belki şu anda değil ama yakın bir geleceğe kadar) kol gezen “CEO olma” hayalleri, yurtdışına kapağı atıp refah ve zenginlik içinde bir yaşam sürme inancı bu acımasız iyimserliğe örnek gösterilebilir. M.D.Frederiksen ise Berlant’ın analizini “neşeli kötümserlik” (joyful pessimism) kavramıyla devam ettiriyor. Frederiksen, “neşeli kötümserlik” kavramını gelecek tahayyüllerinin bir anlam ifade etmediği durumda yaşanan can sıkıntısı, sosyal ilişkilerden kopuş ve hiçbir şey yapmama eğilimi olarak tanımlıyor.

Sonuç olarak, Berlant da Frederiksen de şu ana, şimdiye dair olan tavrımızın ve kendimizi toplumsal hayatta konumlandırma çabamızın, başarımızın (buna “yaşama sevinci” de diyebiliriz) önümüze koyduğumuz (aslında toplumsal olarak konulan) gelecek algısıyla çok bağlantılı olduğunu ortaya koyuyor. “Acımasız iyimserlik” yıkılan hayallere ve başarılması mümkün gözükmeyen gelecek planlarına yol açarken şu anda hiçbir şey yapmamak, şu ana dair hiçbir şeyin belirleyici olmaması ya da umurumuzda olmaması tam da bu durumda ortaya çıkıyor.

NELER GELDİ, NELER GEÇTİ

Bu kavramları tartışmak istemememin nedeni Türkiye gençliği olarak son dönemde başımıza gelenler. Öncelikle, hızla kötüye giden ekonomi emekçi sınıfların gençliğinin “acımasız iyimser” gelecek hayallerinin “acımasızlığını” yüzümüze vurmuş durumda. Dolgun bir maaşla iyi bir yaşam sağlanabileceği hayali bu ekonomik gidişatta gittikçe yerini ne olursa olsun bir iş bulma kaygısına bırakıyor. Öte yandan memur olup hayatını kurtarma planları ise tek bir KHK ile işsiz bırakılabilme gerçekliğinin yanında gittikçe sönüyor, buna KPSS mağdurlarını ekleyelim. Akademiyi bir gelecek planı olarak önüne koyan gençler içinse durum farksız değil. Akademiye karşı dur durak bilmeyen saldırılar, akademik bilgi üretimine katkı sağlamak isteyen gençleri tekrar düşünmeye itiyor. Yurtdışında yüksek lisans-doktora planları döviz kuru ve yurtdışında verilen bursların gittikçe azalmasıyla bir bir suya düşüyor. Eğitim bursu alınabilen durumlarda bile dolar ve euronun ne olacağı bilinmez hali önümüzde bir gerçeklik olarak duruyor, yurtdışında yaşam artık “iyi bir yaşam” olarak değil “zor ama iyi olması muhtemel” bir yaşam olarak nitelendiriliyor. Bütün bu bahsettiğimiz hayallerin gerçekleşmesi, sadece bugün açısından değil ama geçmişte de belli imkanları olmayan gençler için oldukça zordu. Öte yandan geçmişte de bu gelecek planları “iyi ve anlamlı bir hayat” sağlamaktan oldukça uzaktı. Bütün bunların yanında bugün, bu illüzyonun yıkılmaya başladığını görüyoruz. Gençlerin gelecek algısında “acımasız iyimser” hayaller artık o kadar da iyimser değil.

Bütün bunlara gençlik kitlelerinin siyasi umutsuzluğunu eklemek gerekir. Gezi ile birlikte neredeyse her karşı çıkışı, bir araya gelişi sert müdahalelerle ezilmiş gençler açısından artık kitlesel bir karşı çıkış “Bir şey değişmeyecek.” umutsuzluğuyla baştan yenik başlıyor. Gezi sonrasında yükselen örgütsüzlük övgüsünün de buna katkıda bulunduğunu söyleyebiliriz. Liselerde, üniversitelerde, iş yerlerinde, sokakta hak ve taleplerimize karşı yöneltilen onlarca saldırıya karşı örgütsüz bir karşı çıkışın kazanım elde edemeyeceği gerçeğiyle Gezi sonrası örgütsüzlük övgüsü gençlik açısından bir çelişki olarak duruyor. Bunu belki de en çok geride bıraktığımız seçim süreçlerinde gördük. Bir yandan “Bir şey değişmeyecek” umutsuzluğu, bir yandan da örgütsüz bir mücadelenin yenileceği görüşü bugün bu çelişkinin iki yanını oluşturuyor.

SONUÇ YERİNE

Sonuç olarak, bütün bu bahsettiğimiz gençliğin içinden geçtiği süreç gündelik hayatımızın içine yerleşmiş durumda. Bugünün ve geleceğinin umutlarının bir bir yok olduğu hissi benim görüşüme göre “yıkık”lığın temelini oluşturuyor. “Yıkıklık” söylemini biz gençler oluşturuyor ve yönlendiriyorken bu “yıkık”lığın nasıl bir şey olduğunu, toplumsal olarak nelere tekabül ettiğini de biz gençler anlamlandırmalıyız diye düşünüyorum. Hem politikacıların söylemlerinde hem de akademik tartışmalarda gençlik bir süredir büyük karşı çıkışlar, eylemler, birliktelikler örgütlediğinde ya da seçim gibi yumurtanın kapıya dayandığı zamanlarda gündem oluyor. Oysa durağanlığın kendisini, “hiçbir şey olmuyor”muş gibi görünen durumların iç ilişkilerini anlamak, bu süreçlerin hangi oluşlara gebe olduğunu fark etmek ve bu oluşları zorlamak için bir kapı aralıyor.

 

Kaynaklar

Berlant, Lauren G. Cruel Optimism. Duke University Press, Durham, 2011.

Frederiksen, Martin D. "Joyful Pessimism: Marginality, Disengagement, and the Doing of Nothing." Focaal, vol. 2017, no. 78, 2017, pp. 9.

 

 

ÖNCEKİ HABER

“Devlet”in tarihinden bugüne: Bu devlet kimin devleti?

SONRAKİ HABER

Montumuzun cebinde kuruş yok Cumhur ittifakına oy yok!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...