07 Ocak 2019 21:45

Umutsuzluk ve umut

Gazeteci Gökçer Tahincioğlu, katledilişinin 23. yılında Göktepe'yi yazdı: Umutsuzluğa kapılıp da vazgeçecek kim varsa anımsamalı Metin Göktepe'yi.

Evrensel Gazetesi Muhabiri Metin Göktepe (Fotoğraf: Evrensel)

Paylaş

Gökçer TAHİNCİOĞLU

Güneşin doğmasını ve batmasını bekleyerek geçirdiğin, bir sihirli değneğin yaşamını daha iyi kılmasını umduğun günler boyunca, umut, sırtını ikinci kez yaslayamayacağın bir yalancıya dönüşüyor.

Ve umutsuzluk, sadece giderek, vazgeçerek, terk ederek çözebileceğini sandığında daha büyük bir karabasan halini alıyor.

12 Eylül’ün insanların yaşamını ezip geçtiği yıllardan sonra ayağa kalkanlar, sadece kendilerinin değil, bütün toplumun yaşamını yaşanır kılmak için mücadeleye başladılar.

Yanlarına ne umutsuzluğu, ne de hamasi bir umudu almışlardı.

Yanlarında emekten, inşa etmekten, vazgeçmemekten doğan, ete kemiğe bürünebilen bir umut vardı.

* * *

Metin Göktepe, gençliğini, ’80’lerin sonu, ’90’ların başında, büyük bir kışın ardından kır çiçeklerinin bahara göz kırptığı zamanlarda geçirdi.

Dünyanın bahara selam durduğu 1968’de doğmuş bir genç, kır çiçeklerine ne kadar kayıtsız kalabilirdi ki?

Kır çiçekleri yüzlerini göstermişti ve belini kıramadığı için olsa gerek, daha büyük bir öfke duyuyordu darbe zihniyeti.

Göktepe, işte o yıllarda, adaletsizliğin, zulmün, işkencenin, cinayetlerin son bulması için koşuşturan gençlerden biriydi.

Sivas Gürün Çipil köyünden, 8 kardeşin en küçüğünün bir büyüğü.

11 yaşındaydı köyünü bırakıp İstanbul’a ailesiyle geldiğinde.

İstanbul, çalışmak demekti, hep çalıştı.

Sınava girdi, İstanbul Üniversitesi maliyeyi kazandı.

Ölen iki arkadaşı için yaptıkları boykottan sonra gözaltına alındı.

Ve yine emniyetin önündeydi o zaman da annesi.

* * *

Maliye kazanmıştı ama aklı hep gazetecilikteydi.

1992’de haberlerini yazmaya başladı, 1995’te ismiyle özdeşleşen Evrensel kurulduğunda oradaydı.

Faili meçhullerin, işkencenin, cinayetlerin rutin habere dönüştüğü, kimsenin hesap vermediği, ellerin serbest bırakıldığı o yıllarda Göktepe, alanda en zor çalışan muhabirlerdendi.

Zaten Evrensel’den olması sürekli baskı görmesi, rutin haberlere alınmaması, hedef gösterilmesi için yeterliydi ama Göktepe’nin haberleri kendi başına rahatsız ediciydi!

Gazi Mahallesi kana bulandığında, öldü sanılan genç kızla bulup konuşan oydu.

Barış isteyen Albay Rıdvan Özden’in şüpheli ölümünü anlatan eşi Tomris Özden’i uzun uzun konuşturan da.

* * *

Nasıl ki bugün haberleri nedeniyle tutuklanan gazetecilere önce örgüt suçları isnat edilip, sonra “Gazetecilikten tutuklanmadılar” deniyorsa, o yıllarda da öldürülen gazeteciler, gazete dağıtıcıları için “zaten teröristti” deniliyordu.

Bunu söylemek yeterliydi, ne sihirli kelime.

Elleri serbest bırakılanlar, yasalara aykırı ne yaparlarsa yapsınlar meşru sayılmasını sağlayan böyle kudretli bir uyarana sahipti.

Kasım 1995’te Taksim’de öğrenciler dövülürken, Metin, makinesiyle oradaydı.

3.5 yaşındaki yeğeni televizyonda dayısını görünce annesi Meryem Göktepe’yi çağırdı:

“Anne, Metin dayımı dövüyorlar.”

Bir başka seferinde, yine televizyon izlerken bu kez “Dayımı öldürüyorlar” diye bağırdı.

Göktepe, dayak yemiş olsa da o olaylarda sadece “tanıktı.”

Öyle bakıyordu kendisine, şiddete uğrayanların yanında lafı olmazdı bile.

* * *

8 Ocak’ta bir düş gördü ablası Meryem Göktepe.

Pırıl pırıl akan bir suda, dokunabildiği onlarca balığın arasında ellerinden kaçan küçük kara bir balık vardı.

“Hayırdır” dedi arkadaşları, “Ne güzel bir rüya?​”

Meryem Göktepe’nin göğsünde ise nedenini bilmediği kocaman bir ağrı.

8 Ocak 1996’da, Metin, Ümraniye Cezaevinde öldürülen mahkumların cenazesini izlemek için, “Mutlaka ben izlemeliyim arkadaşlar” diyerek yola çıktı.

Polis, bölgeyi barikatlarla kuşatmıştı.

Sarı basın kartı yoktu ama kurum kimliği vardı.

İki gazeteci arkadaşıyla birlikte gözaltına alındı.

Arkadaşları bırakıldı, Metin ise Eyüp Spor Salonu’ndaydı.

Gazeteci olduğunu defalarca anlattı.

Ayrı bir yere alındı.

Coplar inip kalkmaya başladı. Evrensel Muhabiri Göktepe’ye “özel muamele” vardı.

Birkaç saat sonra ölmüş bedeni, spor salonunun yanında bir yerlere atıldı.

Ölümünün birden fazla nedeni vardı; iç organ zedelenmesi, kırık kaburgalar, beyin kanaması.

Ama ertesi gün, daha 28 yaşındaki ölünün kimliği açığa çıktığında, “Duvardan düşmüş” diyen polisin bu en inanılmaz savunmasını büyük büyük adamlar utanmadan aylarca tekrarladı.

* * *

İşte hamasetle dolu olmayan, umutsuzluğa yer bırakmayan dirençli bir umut orada yeniden ortaya çıktı.

Gazeteciler, avukatlar, hak savunucuları, ailesi, kamuoyu Göktepe’nin dövülerek öldürüldüğünden emindi.

“Terörist” yalanlarına, sahte tanıklara, sahte tutanaklara karşılık, aşama aşama, gazeteci olduğu, duvara tırmanmadığı, dövülerek öldürüldüğü kanıtlandı.

Daha mücadelenin başlarında, bir gece ablası “yanlışlıkla” gözaltına alındı.

Meryem Göktepe’ye, tutulduğu emniyette, işkenceden geçirilen erkek sesleri eşliğinde fısıldandı:

“İyi dinle, kardeşini de böyle bağırta bağırta öldürdük.”

Ertesi gün özür dilenip de bırakıldığında, polisin el koymak istediği tek şey vardı:

Metin Göktepe anısına açılan, yanında taşıdığı iki defter.

Elektrik kesilince emniyetteki fotokopi işlemi yarım kalmıştı.

Meryem Göktepe, işkence görmek pahasına defterleri bırakmadı.

Dava İstanbul’dan Afyon’a alındı.

Her duruşmada tehdit ve dayak vardı.

Ama her duruşmaya giden 3 bini aşkın insan kararlıydı.

İlk kez bir gazetecinin devlet tarafından işkenceyle öldürüldüğü kanıtlanmıştı.

“Bari düşük ceza verelim” dediler.

Ceza alan 6 polis cezaevinde sadece 18 ay kaldı.

Sırtlarını sıvazlayanlar ise hiç yargılanmadı.

Ama bir arada duranların mücadelesiyle korkuya kapıldı elleri serbest bırakılanlar.

Uzun yıllar sonra ilk kez işkence yaptıklarında karşılarında nasıl bir dayanışma göreceklerini anladılar.

* * *

Fadime Göktepe, oğlu için binlerce kilometre yol yaptı.

Kıyafetlerini koklayıp ağladığı gecelerin sabahında aynı dirençle yola çıktı.

Metin’in davası bittikten sonra bile başka Metinler için, gazeteciler için, zulme uğrayanlar için oradan oraya koşuşturdu.

O günleri yaşayanlar ve bilenler, anlatmalı Göktepe’yi ve verilen o mücadeleyi.

Evrensel’i, Ahmet Şık’ı ve gazeteci arkadaşlarını, Fadime Ana’yı, hukukçuları, yılmayan o insanları.

Zira umutsuzluğa kapılıp da vazgeçecek kim varsa anımsamalı Metin Göktepe’yi.

ÖNCEKİ HABER

Sayıştay raporuna göre özelleştirmeyle kaçak ocakların sayısı arttı

SONRAKİ HABER

Birtürk Özkavak 'Başka Şiir Lazım’ isimli şiir kitabını imzaladı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...