03 Ocak 2019 01:00

Senarist Zehra Çelenk: Toplumun, kültürün hali ne ise TV’nin hali de o

Yazar, senarist Zehra Çelenk Evrensel'e konuştu. Zehra Çelenk: TV’nin malzemesi gökten düşmüyor, varolan desenleri görüyoruz.

Fotoğraf: Meltem Akyol / Evrensel

Paylaş

Meltem AKYOL
İstanbul

TV8 televizyonunda yayımlanan Yemekteyiz ve MasterChef programlarında ünlenen Murat Özdemir’in papağanına işkence ederken çektiği ve sosyal medyadan paylaştığı görüntüler, Türkiye’de televizyonu, reality şov programlarını ve şöhret kültürünü yeniden tartışmaya açtı. Aslında memleket, reality şov programlarına katılan ve sorunlu davranışlar gösteren bu kişilere alışkın... Kaynana Semra, Damat Caner, Survivor Turabi, İşte Benim Stilim Bahar... Ve burada sayamayacağımız onlarca başka karakter... Yarışma mı değil mi, kurmaca mı gerçek mi üzerine uzun tartışmalar yapılan bu programların çok izlendiği ise yadsınamaz bir gerçek. Nedenine ilişkin çeşitli tartışmalar yapılsa da yaygın kanılardan bir tanesi, ‘Sıradan insanlar da ünlü olabilir’ mesajını içermesi. Kısa sürede şöhret olan ve kısa sürede sönüp giden bu karakterler, son yıllarda Murat Özdemir olayında olduğu gibi, bu ünü sosyal medya üzerinden sürdürmeye çalışıyor.

Murat Özdemir vesilesi ile ‘Bu programların bu kadar çok izlenmesine neden olan şey nedir’ sorusunun peşine düştük. Yazar, Senarist Zehra Çelenk’e göre bu programların çok izlenmesinin birden fazla nedeni var: “Sıradan insan kendini orada görmekten hoşlanıyor.

‘Sana da çıkabilir, sen de ünlü olabilirsin.’ hali.  Bir de oyun ve dedikodu merakı...”

Çelenk zamanın ruhunun da bunda etkili olduğunun altını çizerek ekliyor:  Tüm dünyada etkili olan bireyselcilik, yırtma hali bunu tetikliyor. Toplumun, kültürün hali ne ise TV’nin hali de o.”

ZAMANIN RUHUNDAN BAĞIMSIZ DEĞİL

Kısaca genel bir çerçeve çizerek başlayalım mı reality şovlara dair? Nasıl ortaya çıktı, bugünkü durum ne…

Reality şov, reality TV programı dediğimiz tür dünyada ’80’lerde ortaya çıkıp ’90’larda yaygınlaşmaya başlamış. Bizde de özel TV yayıncılığıyla başlıyor ve yükseliş, düşüş dönemleri olsa da bugüne kadar popülerliğini koruyor.

Bunlar aslında melez yapımlar. Haberlerden belgesel ve dramatik belgesellere, bir türler harmanıyla biçimlenmiş. Gerçeklik iddiası var ama tasarımdan seçilen kişilere, montaja değin her düzeyde bir müdahalenin verdiği kurmaca yan da var. Suç, adliye, acil servis -türün ilk örnekleri  bunlar- bizde çok popüler olan ‘kadın programları’, yarışma ve yetenek şovları, izdivaç programları ki kaldırıldığında yerini cinayet, kayıp programları aldı biliyorsunuz,  o da ayrıca acayiptir… Alt türleri böyle uzuyor gidiyor.

DEDİKODU MERAKI, KENDİNİ ORADA GÖRME ARZUSU VS...

Steven Reiss ve James Wiltz, reality şov programlarının bu kadar çok izlenmesini, ‘Sıradan insanları önemli kılmasına’ bağlıyor. Sizce insanlar bu programları niye bu kadar seviyor, izliyor?

En belirgin neden galiba ‘sıradan insan’ın görünürlük arzusuna hitap etmesi. Herkes katılabilir, kendini gösterebilir, herkes ünlü olabilir bu programlar sayesinde. “Sen de özelsin. Sana da çıkabilir,” durumu. Bir nevi piyango.

Bir diğer sebep “oyun” duygusuna hitap etmeleri. Herkes oyunları sever. Koşulları zaman zaman zorlu olsa da, anlaşılır basit kuralları olan, rekabete dayalı bir tür oyun.

Önemli bir etken de başka hayatlara ilişkin merak, o ‘ dikizleme’ duygusu…  Komşu eve kulak kabartma, karşı apartmana bakma gibi hani, Arka Pencere olayı. Dikizleme sinemadan TV’ye her tür anlatıda izleyicinin temel motivasyonlarından biriyken bu türlerde daha da öne çıkıyor. Gizli kamerasıyla, kamerayı unutturmasıyla, oyunculara değil gerçek kişilere yer vermesiyle… Bir de bunlarla birleşen ‘dedikodu’ olgusu, onun suçlu hazzı var…

Murat Özdemir vakasında da çok tartışıldı, konuşuldu. Çeşitli programlarla bu tiplerin bizim önümüze atılmasının sebebi nedir?

Tuhaf, arsız; arıza karakterlerin bu programların gözdesi olmasının başlıca sebebi şu: Ortada baştan sona kurmaca bir hikaye yok. Böyle olunca kişiler doğrudan öne çıkıyor, çatışma unsuru onlar üzerinden yaratılıyor. Hem arıza karakterler mutlaka serpiştiriliyor hem de kişiler ararası rekabet, didişme kışkırtılıyor. Bir de bugün kültür ortamının, politika ortamının da etkisiyle şekillenen bir ruh var ortada; zamanın ruhu. Dünyada da artan bir tuhaf narsisizm var. Görünürlük, gösteri günlük hayatın ayrılmaz bir parçası. Görünürsen varsın, gösterdiğin kadar yaşıyorsun durumu var. Buna eşlik eden bir sertlik, karşındakini ezebilme olgusu. Dünyadaki lider tiplemelerine bakın, sonuçta sıradan insanın güce ilişkin arzusunu da yansıtıyor. Çok sert bir dünyada yaşıyoruz ve sen karşındakine dişini geçireceksin şiarı benimseniyor.  “Başkası sana yapmadan önce sen kötülük yap’; insanlar gerçekten bunlara inanıyor artık. İyilik, tevazu eziklik gibi görülüyor. Bu programlarda izlediğimiz karakterlerde de, sosyal medya fenomenlerinin büyük bölümünde de aynı özelliklere rastlıyoruz. Arızalık, kırıcı hazırcevaplık, gereğinde kötücülleşebilme, amaca giden yolda her şey mübah duygusu… Bir tür izleyicinin alter egosu gibi belki de, kendi yapamadığını en uç noktalarda o özdeşleştiği karakterin yapmasından hoşlanıyor. 

Özetlersek bu dehşet verici papağan olayının tabii bir TV geçmişi var. “Acun tipi programcılık” dediğimiz, daha çok Acun’un getirdiği formatlarla yaygınlaşan bir birikim var, öne çıkan karakterlerin de belli özellikleri var. Ama ‘bu kadar aşırı hale gelmesinin nedeni nedir?​’ derseniz onun cevabını sadece reality şovlarda ve Acun’da bulamayız.

TOPLUMSAL RİYAKARLIĞIN DA ETKİSİ YÜKSEK

Aslında bizde kime sorsanız, hatta bu şaka konusu da olur, ‘Sadece belgesel izliyorum’ der ya da ‘Bu programları izlemiyorum’ der... İzlenme oranları ile söylenen arasında bir çelişki var ama...

Evet o cepte… Pek kimse “Bayılarak izliyorum” demez en azından. Ne bileyim, “Gıcık oluyorum, sinirlene sinirlene izliyorum” diyorlar ve cidden yüksek oranda böyle izleniyor.Ve kızdırarak izletmek önemli bir şey aslında. Nefret, kızgınlık da aşk kadar güçlü, bağlayıcı duygular çünkü. Bir de bir nebze ekstra riyakar bir toplumuz biz. Her şeyin göründüğünden farklı olduğu… ‘Din’, ‘kültür’, ‘toplum’ denilerek çizilen ahlaki çerçevenin kapalı kapılar ardında devre dışı kalabildiği… Yakalanmadıkça sıkıntı yok gibi hatta örtbas mekanizmaları da sıkı işlediği için yakalanınca da olmayabiliyor… Çok ahlakçı geçinen ama kendi ahlaki kriterlerine göre sık sık ahlaksızlaşabilen bir yapı. Bunu suç oranları, kadına yönelik şiddet, ensest oranları söylüyor. İşte bu çifte standart izleme tercihlerinde de görülüyor. Konuşulduğunda insanlar ‘Güzel mahalle dizisi, aile dizisi izlemek istiyoruz, belgesel izlemek istiyoruz’ diyorlar ama aslında bu tür şovları, dizileri izliyorlar. Ama şu da var. Alternatifi de yaratılmıyor, sunulmuyor. Olsa belli bir izleyici kesimi izleyecek en azından…

TV’NİN MALZEMESİ GÖKTEN DÜŞMÜYOR

“Biri Bizi Gözetliyor” vardı, “Gelinim Olur musun?​”…  Şimdilerde ‘Yemekteyiz’, ‘Gelinim Mutfakta’, ‘Survivor’... Bu programları tartışırken iki temel fikir öne çıkıyor; kimileri bunlar toplumu yansıtıyor diyor, kimileri ise toplumu kurduğunu belirtiyor. Sizce peki?

Bu ‘yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan’ meselesi gibi. TV programları gökten zembille inmiyor. Bu tiplemeler, formatlar biraz günlük hayattan, onun yansımalarına bakılarak hazırlanıyor. Programcılar toplumun duygu desenlerine, neyi izlemeyi sevdiklerine ilişkin sezgilerle hareket ederek bu formatları yaratıyor ve tutuyor da.

Twitter’ı Instagram’ı gözleyerek bile aslında insanların neyi görmekten, neyi yapmaktan ya da -mış gibi yapmaktan hoşlandığını anlayabilirsiniz… Her televizyoncu, her hikayeci de insanlarda neyin merak ve ilgi uyandırdığını sezmek zorundadır; sezer de. Ama bunun nasıl yönlendirileceği konusunda bir alan var. Yani en çamur şekilde yönlendirmek zorunda değilsin, sorumluluklar, ilkeler var.

İZLEYİCİNİN DE PAYI VAR

Son olay program TV8’de yayımlandığı için; Acun Ilıcalı’yı eleştirenler de oldu, onun ne suçu var diyenler de... Acun’dan da çıkararak, eğlence dünyasının büyük aktörlerinin, yani tüm bu programlardan para kazananların buradaki sorumluluğu ne?

İki boyutu var. Bir adam var, sevilmiş, ün bulmuş, para bulmuş. Acun. Dönemin ruhunu her açıdan koklayarak sezgileriyle bunu ‘başarmış.’ Şimdi bu adamı tek başına suçlasan ne olacak? Burada bir boşluk bulmuş ve kendi imkanlarınca, yeteneğince büyük bir kitleye hitap ederek boşluğu kullanmış. Acun dememizin  sebebi onun öne çıkan bir figür oluşu, tek o da değil ki. Ama dediğim gibi dillere pelesenk arz talep meselesiyle de çıkılamaz işin içinden. Ticarilik, popülerlik hâlâ gözetilirken papağan katledecek bir caninin ünlü olmasına fırsat verilmeyebilir. O kadar uzun boylu değil yani.

Reyting başarısı, ticari bir başarı var. Buna da tek başına ulaşmıyor. İzleniyor programları, bu noktaya gelmesinde izleyicinin, kanalın, denetleme mekanizmalarının, genelde toplumun payı çok yüksek. Ortada bir dehşet varsa bunların hepsi birden çeşitli düzeylerde sorumlu diyebiliriz özetle.

KÜLTÜRÜN HALİ NE İSE TV’NİN HALİ DE O

Peki bunun bir sınırlaması, kriteri yok mu?

Bizde kültürün hali ne ise TV’nin hali de o açıkçası. En çok tutma, en çok para kazanma, tutan işin benzerini yapma biçiminde ilerliyor. O furya; işte yemek programı, dönem dizisi, gelin-kaynana programı vs... Tutan şeyin ikincisi de tutar algısı… O şekilde ilerliyor.

Kısa vadeli eğilimlere göre hareket edilerek planlamalar yapılıyor genelde. ‘İçeriklerde şu kadar şu olmalı, bu kadar bu olmalı’ gibi nitelikli düzenleme, farklı türleri teşvik etme yok. Dijital yayıncılıkla beraber yavaş yavaş ortaya çıkacak bunlar umarım… Yoksa bu programlar Batı’da da var. Ama tek tarzdan ibaret değil.  En kötüsü de var, çok kaliteli programlar da. Bunları belirleyen de yayın politikaları, uzun vadeli planlama, denetim mekanizmaları…

BİZDE 100 KİŞİNİN TARANMASI SORUN DEĞİL, AMA ÖPÜŞME SORUN

Denetim nasıl olmalı peki? Bizde denetim kısmı da sorunlu çünkü. RTÜK denetlesin desek dert, denetlemesin desek başka dert.

Bir sıkıntı da o zaten. Bizim TV içeriğiyle derdimiz cinsellik büyük oranda. Ahlak, değerler cinsellik üzerinden tanımlanıyor. Bir bölümde 100 kişinin taranması, 10 kişinin ölmesi sıkıntı değil, ama öpüşme sorun. Kadın bedeni, ilişkilerin yaşanma tarzı... Temel ilgi ve algı burada olduğundan, öbürleri boşlukta kalıyor ve bu boşluk şiddet içeren bir boşluk oluyor.

O yayına herkes ulaşabildiğine göre denetim olmalı, ama bu evrensel ölçeklere göre yapılmalı. Çocuğu düşünün, öpüşen bir çift görmesi mi daha sıkıntılı, birbirini tarayan insanlar görmesi mi? Ya da papağan boğabilecek insanların oraya çıkıp ünlü olabilecek şans bulabilmesi mi?

Hayvana şiddetin büyük ölçüde yaptırımsız, yaptırımların yetersiz kalması da etkili tabii mesela bu olayda… Bütün muğlak, sorunlu alanlar birleşiyor ve sonunda manyağın biri çıkıp hakikaten olayları bu noktaya kadar getirebiliyor

‘BEN OLDUM DUYGUSU’ CİDDİ TAHRİBATLARA YOL AÇIYOR

‘Bir anda meşhur olmuş, bir anda dibe vurmuşluk’ o karakterde neye yol açıyor, izleyicide neye yol açıyor?

Bir kere ani ünü idare etmek zordur. Başka türlü bir bilinç, olgunluk, şahsiyet, amaç  gerektirir. Önünüzde 20 kitap yazma, 10 film yönetme gibi bir amaç varsa, zamanınızı da ününüzü de yönetebilecek bilince sahip olmalısınız ideal olarak. Bizde kültür, sanat alanlarında bile bu beceri biraz eksikken kendini hop diye TV’de bulmuş insanda tabii o kaygı, bilinç hiç yok. Bunun yarattığı ‘Ben oldum’ duygusu, bir altyapı da olmayınca ciddi tahribatlara yol açabiliyor.

Bayılıyoruz ego deyip işin içinden çıkmaya da mesele o değil, yönetimi.  Bir alanda iddiası olan herkeste vardır ego. Ama sağlıklısı var, sağlıksızı var. Altyapısal, etik kriterler de her açıdan bu kadar belirsiz olduğunda, sırf yırtıklık-çamurluk, o anda insanları eğlendirmek üzerine yola çıkıldığında sonrasında çöküntü ve patlama gelir... İşte Murat olayında olduğu gibi. 

Bir de toplumda şöyle bir eğilim var, insanları kısa sürede fırlatıp, birden gömme. Eleştiriler bile her alanda böyle yapılıyor. Bu da çökme halinde etkili oluyor.

ÖNCEKİ HABER

Yargıtay: Hakaret yok, haber ve eleştiri hakkı var

SONRAKİ HABER

Nazilerin çaldığı "Vazoda çiçekler" tablosunun iadesi isteniyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...