25 Aralık 2018 00:05

Muhammet Uzuner: Bu yalnızlık ikliminde tiyatroyla buluşmak şans

Evrensel'e konuşan sinema ve tiyatro sanatçısı Muhammet Uzuner, sanatın kendisinin muhalif olduğunu söylüyor.

Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

İsmail AFACAN
İstanbul

Muhammet Uzuner’i daha çok dizilerden ve sinema filmlerinden tanıyoruz. Geçen sezon sona eren Siyah Beyaz Aşk dizisinde “Namık Emirhan” karakterine can veren Uzuner, bu yılın dikkat çeken yapımları arasında bulunan “Halef”  filminde canlandırdığı “Mahir” karakteriyle 6. Boğaziçi Film Festivali’nde “En İyi Erkek Oyuncu” ödülünü kazandı.

Sanatsal olarak verimli bir dönem geçiren Uzuner, dizi ve sinema filmlerinin yanı sıra Arzu Gamze Kılınç ile birlikte kurdukları Cihangir Atölye Sahnesinde iki yıldır oyunculuk eğitimleri veriyor, genç sanatçılarla deneyimlerini paylaşıyor. Kolektif bir yaşam anlayışıyla kurdukları Cihangir Atölye Sahnesinde ayrıca yetenek sınavıyla seçilen öğrencilere ücretsiz konservatuvar imkanı sunuyorlar.

Usta Sanatçı Muhammet Uzuner ile sinema, tiyatro ve Cihangir Atölye Sahnesi üzerine bir sohbet gerçekleştirdik. Sanatın kendisinin muhalif olduğunu dile getiren Uzuner, yalnızlık ikliminde tiyatroyla buluşmanın şans olduğunu söyledi.

Son dönemde sizi hem televizyonda hem de sinemada izleme fırsatı bulduk. Bu sırada bir de tiyatro atölyesi açtınız. Tiyatro sizin için ne ifade ediyor?

Bu durum aslında bir varoluş meselesi. Şimdiye kadar hep kolektif yaşam arayışında oldum. Yalnız kaldığım zamanlarda bunun ihtiyacını hissettim. Bu ihtiyacı tiyatro ve sahne oyunculuğunda karşıladım. Çünkü tiyatroda bir ekip oluyorsunuz ve bu ekiple paylaşımlarda bulunuyorsunuz.

Sinemayı tiyatro kadar kolektif görmüyorum, aynı şekilde diziler de öyle. Oralarda çok kolektif bir yapı olmadığı için insanı çok tatmin etmiyor. Bu nedenle Arzu Gamze Kılınç ile birlikte Cihangir Atölye Sahnesini kurduk. Burası bizim evimiz gibi, olmazsa olmazımız gibi.

Peki, atölyede kolektif yaşam nasıl işliyor?

Cihangir Atölye Sahnesi bir yapının adı aslında. Bir konservatuvarımız, bir de oyunculuk okulumuz var. Oyunculuk okulu atölye şeklinde gerçekleşiyor. Burada sadece oyunculuk eğitimi veriyoruz. Konservatif bir eğitim alma imkanı bulamayan ama oyunculuk öğrenmek isteyen insanlar için ücretli atölyelerimiz bulunuyor. İlk girişte temel oyunculuk, kamera ve oyun atölyelerimiz var; bunların kimisi 4 aylık, kimisi 8 aylık.

Bir de sınavlı ve ücretsiz konservatuvarımız var. Eğitimi 3 yıl sürüyor. Buradaki amacımız eğitimle yetenek arasına mümkün mertebe parayı sokmamak. Çünkü bunu karşılayamayacak yetenekli insanların bu eğitimden faydalanmasını istiyoruz.

Eğitime başladıkları andan itibaren her aşamada yanlarındayız. Biz ekip tiyatrosuna inanıyoruz, dolayısıyla kendi ekibimizi de oluşturmak istiyoruz. Burada yetişen insanlarla aynı sahneye çıkmayı umut ediyoruz.

Atölye olarak oyunlar da çıkarıyorsunuz değil mi?

Evet. Oyun atölyeleri yeni oyunlar çıkarıyor. Bu yaklaşık 8 ay sürüyor. Önce bir altyapı çalışması oluyor. Kadın erkek sayısına göre uygun olan bir oyun seçiliyor ve provalar başlıyor. Prova sonuçlarına göre çıkan oyun en az bir kez seyirci karşısına çıkıyor. Seyirci karşısına çıkınca öğrenilen şeyler çok daha kalıcı hale geliyor.

Yaz başında dört atölyemiz yeni oyun çıkartacak. Kendi içinde bir festival havası yaratacak. Bir atölye ‘Asiye Nasıl Kurtulur’, bir atölye ‘Memleketimden İnsan Manzaraları’, bir atölye ‘Üç Kuruşluk Opera’ çalışıyor. Diğeri yeni açıldığı için henüz oyun belirlenmedi.

ÇOK UMUTLUYUM GELECEKTEN

Geleceğin sanatçı adaylarında neler gözlemliyorsunuz? Kendi gençliğinizle kıyasladığınızda yeni nesli nasıl buluyorsunuz?

12 Eylül’den önce insanlar daha politik bir durumdaydı. Doğru ya da yanlış düşüncelerini ifade edebiliyorlardı. 12 Eylül buldozer gibi geçti insanların üzerinden. Dolayısıyla şimdi insanlar biraz daha yalnız ve içine kapanık. Fakat hayattan bağını koparmamış, yaşama motivasyonunu koruyan, ileriye dair umut besleyen birçok insanla tanışıyoruz. Bunları tiyatro potasının içinde eritmek daha olumlu sonuçlara, daha güzel üretimlere yol açıyor. Bu anlamda çok umutluyum gelecekten. Gençlerin zekasına ve becerilerine baktığımızda umutsuz olacak bir durum yok. Sadece hayata bakış açılarını ve ideolojilerini sağlam tutup beslemeliler.

Besleyebiliyorlar mı?

Tiyatro eğitimine bulaşanlar bu konuda daha şanslı. Bir karakteri incelediğinizde; oyun hakkında, oyunun yazarı hakkında düşünmek zorundasınız. O dönemi okumak zorundasınız. Burada hem teorik hem pratik bilgi akışı olduğu için hayata bakış açılarını beslemek için daha şanslılar. Sonuçta kişisel bir çaba... Biz burada sadece öğretiyoruz, ama gençlerin kendi hayatlarında bunları içselleştirmeleri gerekir.

Umut veren, yetenekli bir kuşak geliyor diyorsunuz...

Bence öyle. Her şey zıttı ile vardır. Tamam gençler çok yalnızlar, içlerine kapanıklar ama çok yetenekli, çok zeki bir genç kuşak var önümüzde. Karamsarlığa kapıldığım konulardan biri bu ülkenin iklimi. Ülkenin iklimi o kadar karamsar ki, bu ülkeden bu gençler nasıl çıkacak bilmiyorum. Eğitim berbat, ekonomi berbat, siyaset yapmak için diyalog kültürü berbat. Bu yüzden tiyatroyu çok önemsiyorum. Tiyatro insanları birleştiren, hayatı sorgulatan bir alan... Bu nedenle tiyatroya bulaşmış insanları çok şanslı buluyorum.

2019’DA İKİ YENİ OYUN

Önümüzdeki dönem yeni projeler var mı?

Kamera karşısında yeni bir proje yok. Bu dönem önceliğimiz Cihangir Atölye Sahnesi. İki oyun çalışıyoruz şu anda. Birini ben sahneliyorum, Kıvanç Kılınç’ın yazdığı ‘Raif ile Letafet’ diye bir komedi. Ocak ayında çıkarmayı düşünüyoruz. Diğeri de Arzu Gamze Kılınç yönetmenliğinde Dario Fo’nun ‘Ödenmeyecek Ödemiyoruz’ oyunu. Bu oyunu da şubat ayı içinde sahnelemeyi planlıyoruz.

SANATIN GÖREVİ BASKILARI AŞIP İŞİNE DEVAM ETMEKTİR

Tiyatronun tabiatı politik gibi geliyor bana. Şu koşullarda tiyatro yapmak için insanların bir derdi olması lazım. Yoksa ekran karşısında milyonlara seslenen sanatçıyı, küçük bir sahnede 50 kişiye oyun oynamak neden tatmin etsin?

Sanatın kendisi muhaliftir. Sürekli soru sorar, nasıl daha iyi olabiliriz diye... Bütün sanat dalları özünde muhaliftir ama tiyatronun şöyle bir farkı var: Birden çok insan bir araya gelip bir oyunu ele alıyor ve o oyun üzerinden bütün hayatı sorguluyor. Dolayısıyla hem tarihsel hem düşünsel olarak geleceğe ilişkin bütün kaygılarınızı oyunlar üzerinden tartışmak durumunda kalıyorsunuz.

Enteresan bir şey anlatayım. Annem 65 yaşında, bizden de etkilenerek tiyatroya başladı. Bir gün bana telefon açtı, “Oyunculuk çok zormuş yavrum yüzleşmek gerekiyormuş, ben bu saatten sonra bunu yapamam” dedi. Bunu söylemesi bile meslekle ilgili çok kıymetli bir bilgi. İşte bu yüzleşmek dediğimiz şey hepimizin ihtiyacı. Sanıldığının aksine bizi yıpratacak, zayıflatacak değil, güçlü kılacak şey yüzleşme. Tiyatro bunu bize altın tepside sunuyor.

Tiyatroya yönelik sürekli engelleme girişimleri de tabiatındaki bu karşı duruştan mı kaynaklı?

Sinema ve tiyatro diğer sanatlara göre daha kitlesel etkisi olan alanlar. Bir oyunu 20 kişi bile izlese, onun etkisi çok yüksektir. Bu etkiyi ve gücü hissedenler tarih boyunca tiyatroyu engellemek istemiştir. Korkaklar için korkulacak bir alandır. Sanata baskı, demokratik olmayan ülkelerde her zaman olmuştur, olacaktır da. Sanatın görevi zaten bu baskıları aşıp işine devam etmektir. Sanatçı cıva gibidir kontrol altına alamazsın. Tamamen baskılamak mümkün değil. Diktatoryal rejimlerde yok sayabilirsiniz ama potansiyeli yok edemezsiniz. İllaki bir yerden çıkacaktır.

ÖĞRETİRKEN ÇOK ŞEY ÖĞRENİYORUM

25 yıldır eğitimcilik yapıyorsunuz. Oyunculuk ve eğitmenlik farklı şeyler. Eğitmenlik neler hissettiriyor size?

O kadar çok boyutu var ki... Bir kere oyuncu olduğum için, oyunculukla ilgili bir şeyler anlatırken kendimi tazelemiş oluyorum. Her yeni öğrenci yeni bir soru demek, bu yüzden öğretirken çok şey öğreniyorum. Soruların çözümlerini basma kalıp formüllerle geçiştirmediğimizden her bir soru için orijinal cevaplar vermeyi önemsiyoruz. Her bir öğrenci yeni bir sorudur bizim için. Onun dışında insanın bildiğini, düşündüğünü bir başkasına aktarması bence çok büyük bir rehabilitasyon. Yalnızlığı da giderici... Karşılıklı enerji alışverişi içerisinde yaşamak insanı üretken kılıyor. Üretim duygusu içinde bu eğitim hayati bir şey benim için.

HALEF, BENİM İÇİN İLGİNÇ BİR DENEYİM OLDU

Geçtiğimiz aylarda vizyona giren, sizin de başrolü paylaştığınız Halef filmi, aldığı ödüllerle de dikkatleri topladı. Filmde reenkarnasyon meselesi vardı, varoluşsal bir filmdi aslında. Size neler hissettirdi?

İçerdiği konular ve ele alınış biçimi olarak değişik bir film oldu. Yönetmen Murat Düzgünoğlu ile çok verimli bir çalışma yaptığımızı düşünüyorum. Halef’i oynayan Baran Şükrü Babacan ile çok eskiden tanışıklığımız var. Dolayısıyla onun da çok faydasını gördük. Kanlı canlı bir şey çıktı ortaya... Kendi rolümü işlemekten çok zevk aldım. Şehirli bir adamın köye gidip farklı şeylerle karşılaşması, kentli fikrini ve kibrini sorgulaması benim çok ilgimi çekti.

Adana’ya çekime gittiğimizde reenkarnasyon meselesinin Arap Alevileri arasında yaygın olduğunu gördüm. Bu bir inanış meselesi orada. Bu şekilde yaşayan çok insan var. Orada yaşlı bir kadın küçük kızın elini annem diye öpebiliyor ve normal karşılanıyor bu. Benim için de ilginç bir deneyim oldu. Film reenkarnasyonu biraz malzeme olarak kullanıyor. Benim oynadığım karakter, Mahir, ölüm korkusuyla yaşadığı için yeniden doğmak fikri kafasını karıştırıyor. Bu da iki karakter arasındaki çatışmayı derinleştiriyor. Esas olarak bizim varoluşsal sorunları ve bakış açımızı tartışmaya açıyor.

İzleyicilerden nasıl tepki aldı?

Yurt dışındaki festivale ben gidemedim, ama bundan sonra da farklı festivallere katılacak. Katıldığım festivallerde seyircinin ilgisi çok dinamikti. Gösterimden sonraki söyleşilerde konuya dair çok fazla tartıştık. Hatta seyirciler arasında tartışmalar çıktı. Film seyirciye geçti ve onları bir noktada kışkırttı. Çok beğenildi ve birkaç festivalden de ödül aldı.

ÖNCEKİ HABER

Sabiha Gökçen'in ikinci pistinde çatlak olduğu iddiası

SONRAKİ HABER

72 yaşındaki Naciye'den parkinsona sağ kroşe

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...