08 Aralık 2018 01:56

Prof. Onur Hamzaoğlu: Vatandaşın gerçek dertlerini gündem yapmalıyız

31 Mart, sadece belediye başkan seçimleri ile sınırlı ele alınmamalı, belediye ve il genel meclisleriyle muhtarlık seçimlerinin de önemi unutulmamalı.

HDK Eş Sözcüsü, Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu | Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

Serpil İLGÜN

Yerel seçim, iç siyasetin ana gündemi olmayı sürdürüyor. AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, önceki gün partisinin 14 il belediye başkan adayını açıklasa da, AKP-MHP ittifakının hangi illerde vücut bulacağı, CHP ve İyi Parti arasında Ankara gibi kentlerde düğümün nasıl çözüleceği konularında “kulis kazanları” kaynamaya devam ediyor.

5 yıl sonra raftan indirilen Gezi soruşturmaları, Selahattin Demirtaş ve Sırrı Süreyya Önder’in cezalarının onanması, ekonomik krizin emekçiler üzerinde artmaya devam eden maliyeti, hız kesmeyen işten atmalar ve asgari ücret tartışmaları...

Türkiye’nin ilerici, demokrat, sol, sosyalist güçleri bu tabloyla girilen yerel seçimleri nasıl karşılıyor? Neden beklentilere karşılık gelecek bir muhalefet üretilemiyor? İktidarın, ekonomik krizden sağlığa, eğitimden dış politikaya pek çok icraatından hoşnut olmayan kesimlerin beklentilerine nasıl yanıt üretilecek?

HDK (Halkların Demokratik Kongresi) Eş Sözcüsü, Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu ile konuştuk.

Barış İçin Akademisyenler bildirisini imzaladığı için Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesindeki görevinden 2016’da ihraç edilen Türkiye’nin önemli bilim insanlarından Hamzaoğlu, HDK ve HDP bileşenlerine yönelik 9 Şubat’ta yapılan operasyonda gözaltına alınmış, beş ay tutuklu kalmıştı.

AKP ve MHP’nin yerel seçime ayrı girme kararından geri dönmesini nasıl değerlendirdiğinizle başlayalım. Sizce Erdoğan ve Bahçeli neden bir ay sonra pozisyon değiştirdi?

Öncelikle AKP diye bir parti yok, sadece Tayyip Erdoğan var. MHP diye bir parti zaten yoktu, Devlet Bahçeli vardı. Buna AKP de benzemiş oldu. Bence aralarını bozmamaya mahkumlar. Biliyorsunuz, her ikisi de bu durumu ülkenin, milletin bekasıyla gerekçelendiriyor. Ancak dertleri ülkenin, halkın -adına her ne diyorlarsa- o değildir. Bütün dertleri kişisel muratlarının ne olacağı. Her ikisi de bu konuda deneyimlidir. Erdoğan’ın son büyük bir deneyim olarak Gülen Cemaati deneyimi var. Bahçeli’yi de yıllardır izliyoruz, ittifaklar, koalisyonlar kurma konusunda o da su götürmez tecrübelere sahip. Bu ortaklığın bir zorunluluk olduğunu 24 Haziran’da da gördük. AKP ve hatta Erdoğan’ın önemli bir oy kaybı var. Bunu MHP ile tamamlıyor. Dolayısıyla, bu tür totaliterleşmiş iktidarlar bu süreçlere mahkumlar. Öte yandan yerel seçime birlikte girmeleri, muhalefeti umutsuzluğa sevk edecek bir durum değil. Çünkü Erdoğan ve Bahçeli’nin bu mecbur olma hali, ekonomik ve siyasal alandaki bu sıkışmışlık, muhalefetin alanını daraltmıyor, tersine alan açıyor.

Peki, muhalefet bundan yararlanabiliyor mu?

Maalesef. 15 Temmuz darbe girişiminin hemen ardından ilan edilen OHAL ve KHK’lerle fiili olarak uygulamaya başladıkları Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi modeli, ana muhalefet partisinin zaman zaman sürece katılımıyla hayata geçti ve bugüne gelindi. Muhalefetin diğer unsurlarını katmak mümkün olmakla beraber, herkes kendi yerinden razı gibi bir izlenim ediniyoruz. Güçleri, enerjileri, perspektifleri, pek çok gerekçe değerlendirilebilir ama ben en azından Türkiye halklarının, işçi sınıfının, yaşamak için çalışmak zorunda olan emekçilerin bu gerekçeleri sorguladıklarını ve değişim taleplerinin sürdüğünü görüyorum. İşte bu nedenle, mart 2019’da yapılacak yerel seçimler önemli bir olanak sunuyor. Ama tabii, muhalefet bu durumuna devam ederse bir kayıp olarak duruyor.

31 Mart yerel seçimlerinin kayıp hanesine eklenmemesi için ilk elden neler yapılmalı?

İktidara seçimleri 18 ay öncesine aldıran ekonomik krizin konuşulması adeta yasaklandı. Ve yerel seçim, eylül ayından bu yana bütün gündemi kapladı. Bu iktidarın başarısı. Bunun alternatifini yaratamamak, vatandaşın gerçek gündemini gündem yapamamak maalesef bizim gibi toplumsal yapılar da dahil olmak üzere, muhalefetteki siyasi partilerin olumsuzluğu, eksikliği. O nedenle özellikle ekonomik kriz, gündemimizin ilk sıralarında yer almalı. Bir yandan iktidarın halkı hızla yoksullaştıran krizdeki sorumluluğunu, bir yandan da çözüm önerilerimizi anlatmamız gerekiyor. Bununla ilişkili olarak demokrasi ve özgürlükler sorunu, yine kentlerimizin nasıl rant alanlarına dönüştürüldüğü de üzerinde durmamız gereken temel meseleler.

Bunun için izlenecek yol ne olmalı?

2017 referandum dönemindeki hayır meclisleri deneyimimizi geliştirerek geri çağırmamızın etkili olacağını söylemek isterim. Yerel seçimler sadece belediye başkan seçimleri ile sınırlı ele alınmamalı, belediye ve il genel meclisleri ile muhtarlık seçimlerinin de önemi unutulmamalı. AKP-MHP iktidarına kaybettirme temel hedefiyle, yerellerde belediye meclislerine aday olmamız gerektiğini düşünüyorum. İl ve ilçe meclisleri esas belediyeleri yöneteceğimiz alanlardır. Halk bu hedefe kazanılabilirse başarmanın önünde hiçbir engel olmadığına inanıyorum. Hayır meclislerinin nüveleri var zaten, yeniden filizlenebilir ve pek çok yerelde bu örgütlülükler geliştirilebilir. O açıdan, 2019 mart yerel seçiminin meclisler dönemi olması gerektiğini ve muhalefetin bütünüyle meclislere yönelmesi gerektiğinin altını çizmek istiyorum. AKP ve MHP iktidarına kaybettirmenin yolunun buradan geçtiğini düşünüyorum.

Somutlaşması için; hayır meclisleri nasıl geliştirilecek?

Hayır meclislerinde hemen herkes yer almıştı. En azından yaşadığım İstanbul Üsküdar’dan örnek vereyim. Biliyorsunuz Cumhurbaşkanı olduğunda Erdoğan’ın helallik istediği bir ilçeydi Üsküdar. Helallik verdiği Erdoğan’a referandumda “evet” vermedi Üsküdar halkı. Bu önemli. Bunu organize eden, muhalefeti orada güçlü kılan Üsküdar hayır meclisleridir. Boğaz’ı doldurup kentin denizle irtibatını kesmekten tutun, camilerin restorasyonunda yapılan yolsuzluklara, kamu binalarının yıkılıp yerlerinin ranta açılmasına muhalefeti o süreçte örgütlediler ve referandumda hayır vermeye çağırdılar. Bu deneyim hafızalarda var. Elbette muhalefetin önemli bir kısmı bu anlamda boş durmuyor, yerellerde eylülden bu yana sürdürülen demokrasi buluşmaları meclislere evrilebilir. Meclisler büyütülüp, buradan da belediye meclislerine yürüyebiliriz.

Kasım ayı HDK Genel Meclis toplantısı sonuç bildirgesinde ‘tüm ilişki ve ittifak politikalarımıza AKP-MHP ittifakını geriletme hedefli politik esneklikle yaklaşılmalıdır’ vurgusu yapılıyor. Politik esnekliği açar mısınız? Örneğin A kentinde HDK dışındaki bileşenlerinde yer aldığı meclisler oluşturuldu ve A partisinin adayı meclis tarafından önerildi. Seçimlere A partisi olarak mı girilecek?

Bütün bunlara yereller karar verecek. En azından bizim genel meclisteki delegelerimizle tartıştığımız boyut bu. Politik esnekliğin altında da bu yatıyor. Çünkü önümüzdeki sandık yerel yönetimler sandığı. Dolayısıyla, HDK’nin aday gösterme ya da aday olma alanı değil, ama biraz önce söylemiş olduğum meclis faaliyetlerini bu perspektifle kurmak, geliştirmek, çoğaltmak ve onun yerelde birlikte olunabilecek herkesi içermesine çaba göstermek; kararın da merkezlerden yerellere doğru değil, tam da yıllardan beri söylemiş olduğumuz yerelin kararına uymak... Bir ilçenin aldığı karar başka bir ilçeye benzemeyebilir, bizler en azından bu tür yapıların merkezinde oturuyormuş gibi görünenler, buna engel olmamalıyız. Bu süreci muhalefetin iktidara yürümesinin ayak sesleri olarak görmeliyiz. Halkların örgütlülüğü, sınıfın örgütlülüğü buralardan geçiyor. Evet, bugünlerde fabrikalarda meclisler kurma şansımız çok zayıf, çalışma ve istihdam biçimleri itibarıyla da bunun önünde engeller var ama mahallelerimiz var. Yaşıyoruz oralarda. Bunu yapabiliriz. Dolayısıyla politik esnekliği, her bir yerel kendi dinamiği, kendi özgünlüğü ile AKP-MHP iktidarına kaybettirmek ve ilini, ilçesini kendi yönetebilmek için her türlü kararı alır şeklinde algılamak uygun olur.

İKTİDARDAN BEZMİŞ HALKIN BİZİM BİR ARADA OLDUĞUMUZU BİLMESİ GEREKİYOR

HDK dışında, kitle örgütleri içinde uzun yıllar yer almış biri olarak şu soruyu da yöneltelim: Yerel seçim sathı mailine girilmesine karşın emek ve meslek örgütlerinin, siyasi partilerin bir araya gelerek birlikte hareket etme, örneğin seçimde ortak adaylar belirleme tutumu neden ortaya çıkmıyor?

İktidar uzun bir zamandan beri sistemli olarak, sol, sosyalist ve Kürt yapıların üzerine gidiyor. Nitekim Kürt siyasetçilerin, sosyalist siyasetçilerin önemli bir bölümü hukuk dışı gerekçelerle hapishanelerde. Özellikle yerellerde muhalefet olarak çalışabilecek kadrolar yok. Hapishaneler muhalefet odağı haline gelmiş durumda. Ve süreç gayrihukuki olmaya devam ediyor. Çok uzun zamandan beri muhalefetin eylemleri de daraldı. Meydanlar, sokaklar kapalı, Cumartesi Annelerine bile tahammülleri kalmadı... Muhalefetin bütünüyle bu olanaklardan yoksun olduğu bir dönemdeyiz. Diğer yandan muhalefeti sosyal medyaya daraltmış durumdayız. Sosyal medya deniyor da, medyalık bir şey yok, çünkü bütün ağlar tanışıklıklar üzerinden yürüyor. Sosyal medya diye şişirilen balonun bizler tarafından patlatılması lazım. Gezi’de olduğu gibi bir eylem zamanında hızla haberleşmek için sosyal ağlar gerekli, ancak bizim bizle temas etmeyene ulaşabilen araçlara sahip olmamız gerekir. İşte bütün bunlar kamuoyunda ciddi bir korku, gerilim, çekiniklik yaratmış durumda.

Emek ve demokrasi güçleri bu daralmayı nasıl aşabilir?

Tabii ki sokaklar ve meydanlardan vazgeçemeyiz ama türlü kaygılar nedeniyle oralarda birlikte olacağımız insan sayısı çok sınırlı. Hedefimiz kitleselleşmekse eğer, sosyal ağları, interneti reddetmemekle birlikte, “2018 Türkiyesi’nde hangi araçları kullanarak kendi ‘mahallemden’ olmayanlara, üyem olamayanlara ulaşabilirim? Hedef kitleme nasıl ulaşabilirim? Bunun yöntemlerine kafa yormalıyız. Bizim mağdur olmadığımızı, taraf olduğumuzu kamuoyuyla paylaşmamız, anlatmamız lazım. Türkiye’de hiçbir siyasal tutsak mağdur değildir, taraftır. Taraf olduğu için hapishanededir. Yalnız olmadığımızı, dayanışma halinde olduğumuzu paylaşmamız gerekir. Ben bunu kendi hapishane sürecimde yaşadım. Bu dayanışmanın görünür hale getirilmesi önemli. Bizim bir arada olduğumuzu iktidar politikalarından bezmiş halkın da bilmesi, inanması gerekiyor ki, kendi yaşadıkları olumsuzluklara karşı, işte cezaevi tehdidini ya da işten atılma korkusunu daha az duyumsasın, bunlar mücadelenin önüne geçmesin.

CHP KENDİNCE RENK BİRLEŞTİRME YAPMAYA ÇALIŞIYOR

‘HDP ile ittifak yapacak mısınız?​’ sorusuna genel geçer yanıtlar veren CHP’nin açıktan tutum almamasını nasıl değerlendirirsiniz? CHP, HDP ile iş birliğine iktidar blokunun tepkisini göğüsleyemediği için mi, yoksa kendi ‘bagajları’ nedeniyle mi net bir pozisyon belirleyemiyor?

Memleketimizdeki pek çok ilişki gibi siyasi yapılar arasındaki ilişkiler de maalesef sağlıklı ilerlemiyor. Ancak bir şekilde geç de olsa, seçim süreçlerinde taşlar yerine oturuyor. Başta belirttiğim AKP-MHP iktidarına kaybettirme ve meclislerle belediyeleri yönetme perspektifi, tüm bu spekülasyonları ortadan kaldırma adına da bir öneridir. Bu bakımdan mesele aynı zamanda, parti ayırımı yapmaksızın muhalefetin tümünün iktidarın hedefinde olduğu, ortadan kaldırmaya, susturmaya yönelik girişimlerin aşama aşama herkesi kapsayacağının anlaşılması meselesidir. Ben merkezi yapıları hiç konuşmuyorum, daha çok CHP tabanından bahsederek değerlendirmeler yapıyorum. Meseleyi, bu boyutuyla bu şekilde ele almak daha doğru.

Ama belirleyici olan yönetimin aldığı kararlar...

Doğru. Bakın CHP bu ülkenin tarihsel bir parçası olmakla beraber, seçmen profiline baktığımızda çok çeşitli bir yelpazenin olduğunu görebilirsiniz. O nedenle CHP yönetimi bu yelpaze içinde kendince bir renk birleştirme yapmaya çalışacaktır.

Kemal Kılıçdaroğlu-Ahmet Türk görüşmesi, renk birleştirme görüşmesi miydi?

Neden olmasın?! Bu tür dönemler herkesin bir araya geldiği, sohbet ettiği, birbirini anlamaya çalıştığı olumlu yönleri de olan süreçler olarak önümüzde olabilir diye düşünüyorum.

BİR TOPLUMSAL HAREKETTEN ÇEKİNİYORLAR

Gezi soruşturmasının şu günlerde yeniden raflardan indirilerek Gezi’nin kriminalleştiriliyor olmasına sizin okumanız nasıl? İktidar ne elde etmeyi umuyor?

Bu, iktidar cenahında işlerin iyi gitmediğinin bir başka göstergesi. Muhafazakar kesim de dahil olmak üzere, toplumun bütün katmanlarından Gezi’ye katılımın olduğu unutulmuş değil. Ekonomik krizi, iflasları, işten atmaları yeterince işleyemesek de işler iyi değil, toplumun her kesiminde huzursuzluk, öfke artıyor. Artan işsizlik, yoksulluk ve açlığın vesile olacağı bir toplumsal hareketten çekiniyorlar. O nedenle de mütedeyyin alana yönelik olarak da Gezi’yi kriminalize etmek, toplumsal hareket sürecine bir tür tedbir olarak kurgulanıyor. Korku yumağı bu nedenle büyütülüyor.

CEZANIN NEDENİ TAHAMMÜLSÜZLÜK VE KORKU

HDP Eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ile Sırrı Süreyya Önder hakkında silahlı terör örgütü propagandası yapmak suçu kapsamında verilen hapis cezaları onandı. AİHM’nin Demirtaş kararının uygulanmamasının yanı sıra, seçimde aday olmasının önünü kesen kararı nasıl değerlendirirsiniz?

Öncelikle her iki yoldaşımı da sevgiyle selamlıyorum. Her ikisi de yaptıklarının, söylediklerinin hep arkasında oldu. Dönemimizin kitlelere mal olmuş, umut veren, sözü dinlenen, yalnızca kendi seçmenleri tarafından değil partilerine mesafeli insanlarca da dinlenip izlenen iki önemli siyaset insanı. Toplumdaki genel kanıya ben de katılıyorum; iktidarın yalnızca tahammülü yok değil, aynı zamanda sandıkta karşı karşıya geldiklerinde kaybedecek taraf olmaktan korktukları için bu uygulamaları gerçekleştirdi.

NİCEL DURUM DEĞİL, İŞİN NASIL YAPILACAĞI ÖNE ÇIKTI

Muhalefetin kazanç hanesini büyütememe veya pozisyonunu korumaya razı olma tablosunun ortaya çıkmasında, HDK olarak nasıl bir özeleştiri yapıyorsunuz? 

HDK sürecinin en başından beri içinde olan biriyim. Hemen hemen bütün evreleri yaşamış oldum. Başlangıçta HDK meclislerinin HDK’lilerden oluşması gerektiği yaklaşımı çok başattı. Geldiğimiz noktada “artık meclisler olmalı, bunun içinde HDK’lilerde olmalı, diğer sosyalist partilerden insanlar da olmalı, CHP’lilerde olmalı, hiçbir yerde örgütlü olmayanlar da olmalı”ya kadar gelmiş durumdayız. Ben bunun bu dönemin temel ve önemli bir yaklaşımı olduğunu düşünüyorum. Çalışmalarımızı da bu bağlamda yürütüyoruz. Örneğin HDK’nin yereldeki çalışmalarını HDK’nin herhangi bir bileşeninde olanlarla ya da HDK dışındakileri HDK’lileştirme potansiyelini öne çıkartarak, insanlarla bu temelde temas ederek değil, aksine yerellerdeki sorunların ne olduğunu ve nasıl çözüleceğini tartışabilen, bunu mahallelerde ya da başka yerlerdeki çalışmalarda önceleyen hale getirmiş durumda. Hayır Meclisleri’nin başlangıçtaki handikapı da buydu. Her bir yapı güçlü olduğu yerlerde oranın meclisini kendileştirmek istemişti. “Ben burada çoğunluğum, benim sözüm geçer!” Fakat ne güzel ki buralardaki iradeler kısa sürede şunu fark etti; “eğer ben bu mecliste bunu yaparsam, azınlıkta olduğum yerdeki meclislerde sözüm olmayacak.” Bu görüldü ve gerçekten meclislerde niceliksel anlamdaki durum değil, yapılacak işlerin nasıl yapılacağı öne çıktı. Ve herkesin hem kişisel olarak, hem aidiyetleri itibariyle tüm meclislerde sözü oldu. Bunu meclisler kendileri deneyimlediler.

KÜRT HALKININ KAFASI ÇOK NET

İçinde bulunduğumuz günlerin bir diğer kriminalleştirme başlığı da Kürt sorununun demokratik ve barışçı çözümü. Son olarak Demokratik Gelişim Enstitüsü (DPI) toplantısına katılanlar hedef gösterildi. Bir uçta bu tepkiler, diğer uçta Erdoğan’ın Andımız kararıyla ilgili yaptığı açıklamayı seçim sonrası masasının yeniden kurulabileceği şeklinde okuyan yorumlar… İkisi nasıl bir arada olabiliyor?

Bu spekülasyonlar her seçim döneminde doğrudan doğruya iktidar tarafından beslenip yaygınlaştırılıyor. Operasyonlar, çatışmalar, baskılar, şiddet ortadayken yeni bir sürecin başlayabileceğini düşünmüyorum. Bunun böyle olmayacağıyla ilgili olarak hem ülke içi siyaset, hem de Ortadoğu ve Suriye’de yaşananlar açık bir gösterge. Bu nedenle, seçim süreci yaklaşırken kamuoyunu kafasını karıştırma, muhalefeti birbirinden ayrıştırma, muhalefetin daha büyümesi, çok daha farklı alanlarda kendine mecralar açmasının önüne geçmek adına bunların yapıldığını düşünüyorum.

Erdoğan’ın Ant kararıyla ilgili sözlerini, HDP Eş Başkanı Sezai Temelli’nin “gelin masaya oturalım” çağrısıyla karşılamasının, Kürt halkının kafasının karıştırma bağlamında AKP’ye yaradığı yönündeki değerlendirmelere katılır mısınız?

Çeşitli toplantılar nedeniyle bölgeye gidiyorum. Yaptığım ziyaretlerde protokol faaliyetlerinden çok yerel halkla buluşuyorum. Gittiğim kentin mahallesinde, kahvehanelerinde insanlarla sohbet etmeyi arzu ediyorum. Gözlemlerinden şunu ifade edebilirim ki, Kürt halkının kafası karışık değil, çok net. Hele kayyım süreciyle birlikte netlik o kadar artmış durumda ki, “kayyum çalışıyor mu çalışmıyor mu, nasıl görüyorsunuz şu belediyecilik işlerini” sorusuna, “Kayyım, bizim belediyelerin planlayıp yapamadıklarını yapıyor ama fark etmez Hoca, biz kayyımın buraya niye atandığını biliyoruz. Bunlar ellerinden gelse hepimizi yok edecekler, onun için asla buna müsaade etmeyiz. Bizim oyumuzun yeri bellidir” yanıtını veriyorlar. Ve bu Diyarbakır’da, Mardin’de, Urfa’da, Van’da çok yaygın dile getiriliyor. Bu gelişmelerin anlamını Kürt halkı çok biliyor, ona göre nasıl tutum alacağını, kendi iç hesaplaşmasını ne zaman önceleyeceğini, ne zaman geri bırakılacağını iyi tahlil ediyor.

ÖNCEKİ HABER

İstanbul Tiyatro Festivali perdelerini kapattı

SONRAKİ HABER

Boğaçay Projesi tehlikeye davetiye çıkarıyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa