24 Eylül 2018 00:38

Ekonomik krize pijamayla yakalanmak

Sendika Uzmanı Onur Bakır, özelleştirmelerin ekonomiye etkilerini yazdı.

Özelleştirme sürecinde SEKA işçileri çocuklarıyla birlikte direnmişti. Fotoğraf: Selüloz-İş web sitesi - selulozis.org.tr

Paylaş

Onur BAKIR
Sendika Uzmanı

“Stratejik yer imiş. Ne stratejisi, önemli olan müşteri bulmak. Müşteri gece gelsin, pijamayla çıkarım karşılarına. Seviyorum bu işleri arkadaş.”

Yukarıdaki sözler, eski Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’a ait. Unakıtan, 2003 yılında SEKA özelleştirmesiyle ilgili gelen eleştiriler üzerine aynen böyle demişti. SEKA parça parça özelleştirildi, özelleştirilemeyen bazı fabrikalar ise kapatıldı. SEKA’ya hammadde temin eden Orman Ürünleri Sanayi AŞ, SEKA’dan önce zaten özelleştirilmişti.

Türkiye’nin artık hammadde ve kağıt üreten kamuya ait fabrikaları yok. Özelleştirilen bazı fabrikalar ile kapatılan fabrikalarda üretim yapılmıyor. Özelleştirmeler ile kamunun sektördeki payı sıfırlanırken, kâğıt ithalatının teşvik edilmesiyle birlikte Türkiye’nin kağıtta dışa bağımlılığı artıyor.

ÖZELLEŞTİRMENİN FATURASI

Türkiye sadece 2017 yılında ihraç ettiğinden yaklaşık 700 milyon dolar daha fazla kağıt ithal etti. Kağıt üretiminde kullanılan ithal girdilerin maliyeti de kur artışı ile birlikte yükseldi. İthalata bağımlı ihracat politikası kâğıt sektörünü de vurdu. Önümüzdeki dönemde kağıt sektöründe hem dolar cinsinden dış ticaret açığının büyümesi, hem de TL cinsinden bu açığın maliyetinin daha da yükselmesi kaçınılmaz gibi.

Bu kıskaçtan kurtulmak yakın vadede olanaklı gözükmüyor. Çünkü sadece kağıt değil kağıdın hammaddesi olan selülozu da üreten bir SEKA yok artık. Özel sektör ise kısa vadeli, tatlı karları uzun vadeli yatırımlara tercih etmesinin bedelini ödüyor. Çünkü SEKA’nın tasfiyesi hammadde üretiminde büyük bir boşluğa yol açtı; ancak bu boşluğu kapatmak için hammadde üretimine yatırım yapmak sermayedarların işine gelmedi.

Düşük kurdan ithal hammadde ile üretim yapıp kısa vadede yüksek kârlar elde etmek, uzun vadede çok daha yüksek ve sürdürülebilir getiri sağlayacak ancak kısa vadede getirisi düşük olan hammadde üretimine yatırım yapmaktan daha cazip geldi sermayedarlara. TL’nin dolar karşısında aşırı değerli olduğu dönemde her şey yolunda gözüküyordu. Ancak TL’nin dolar karşısında yaşadığı hızlı ve devasa değer kaybı bir anda hammadde fiyatlarını tavana çıkardı. Rüzgar tersine döndü…

ÖZELLEŞTİRME OLMASAYDI… 

Türkiye’de kâğıt tüketiminin yaklaşık yarısı ithalat ile karşılanıyor. Dolar ve avroya endekslenen kağıt fiyatları da dövizdeki artışla birlikte fırladı. Fabrikalar stoklarından harcamaya başlarken, stokları olmayan küçük ve orta ölçekli matbaalar kağıt bulmakta zorlanıyor. DİSK/Basın-İş Sendikasının verdiği bilgiye göre 2017 yılı Kasım ayında 45 kuruşa mal olan bir günlük gazetenin bugün maliyeti 80 kuruşa çıktı. Bazı gazeteler basımlarına ara verdi, gazete ve dergi fiyatları arttı.
Türkiye’de kâğıt üretenler, kullananlar, satanlar kendilerini kurtarma telaşında. Böyle bir keşmekeş içinde eğer SEKA yok edilmemiş olsaydı, yerli üretim daha güçlü, ithalata bağımlılık daha az olabilirdi. SEKA aracılığıyla sektöre müdahale edilerek, kur artışının yıkıcı etkisine karşı en azından önlem alınabilirdi.

Dr. Murat Özveri’nin 29 Ağustos’ta Evrensel’deki köşesinde dikkat çektiği üzere, 1994 krizinde dünya piyasalarında selüloz ve kağıt fiyatları 1000 doların üzerine çıkmış; SEKA 600 dolar civarında bir fiyatla iç piyasaya kâğıt vererek kriz karşısında takoz rolü üstlenmişti.

Ancak “müşteri gece gelsin pijamayla çıkarım karşılarına” diyen AKP iktidarı bir yandan SEKA’yı tasfiye ederek, bir yandan kağıt ve hammadde ithalatını serbestleştirerek bu olanağı ortadan kaldırdı. Özelleştirme, serbestleştirme ve piyasalaştırma politikalarının bedelini kağıttan okumak mümkün. Kağıda bakarak Türkiye’nin ekonomik krize pijama ile yakalandığını görmek de…

‘KÂR EDENİ DE SATACAĞIZ’

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın krize karşı önerdiği çözüm önerilerinden biri “yerli ve milli üretimin artırılması” ve “yerli malı kullanılması”. Oysa aynı Erdoğan ve Erdoğan’ın AKP’si, Türkiye’de yerli ve kamuya ait olan fabrika, işletme, liman ve taşınmazların büyük kısmını haraç mezat sattı...

“Satacağız tabii. Kâr edeni de satacağız. Zarar edeni de satacağız” demişti Unakıtan. Gerçekten de gözünün yaşına bakmadılar kamu varlıklarının. Fortune 500 listesine göre 2017 yılında en çok kar eden ilk 8 şirketin 5’i kamuya aitti. 1. Sıradaki TÜPRAŞ, 2. sıradaki ERDEMİR, 5. sıradaki TELEKOM ve 8. sıradaki Petrol Ofisi çoktan özelleştirildi. 3. sıradaki Türk Hava Yolları’nda özelleştirme ile kamunun payı yüzde 50’nin altına düşürüldü. Bu en karlı 8 şirketten 2’sinin ise (BOTAŞ ve TEİAŞ) özelleştirme süreci devam ediyor.

TÜPRAŞ’A BAK ÖZELLEŞTİRMEYİ GÖR

“Ama özelleştirmeden büyük gelir elde ettik” diye itiraz edenler olabilir. Türkiye’nin hem en büyük hem en kârlı şirketi olan TÜPRAŞ üzerinden daha yakından bakalım. TÜPRAŞ’ın yüzde 51 hissesi 2005 yılında Koç-Shell ortaklığına 5.6 milyar TL’ye satılmıştı Oysa TÜPRAŞ’ın borsaya bildirdiği verilere göre, TÜPRAŞ 2006 yılından 2018 yılı Temmuz ayına kadar toplam 18.9 milyar TL kâr elde etti. TÜPRAŞ 2006-2011 yılları arasında elde ettiği net kâr ile özelleştirme bedelini çıkardı. 2012 yılından bu yana Koç Grubu, özelleştirme olmasaydı Hazinenin kasasına girecek yaklaşık 13 milyar TL tutarında net kâr elde etti. Özelleştirmeyi takip eden yıllarda TÜPRAŞ’ın yüzde 51 hissesinin tamamını alan Koç ailesi TÜPRAŞ ile ihya oldu. Özelleştirme ortaklığı gereği ham petrolünün yüzde 40’ını Shell’den alan Koç ailesi de İngiltere merkezli petrol tekeli Shell’i ihya etti.

‘GELSİNLER İŞGAL ETSİNLER’

PETKİM’in özelleştirme sürecinde “Ülkenin işgal altına girdiğini söylüyorlar, gelsinler işgal etsinler” demişti Erdoğan’ın Maliye Bakanı Unakıtan. Türkiye’nin ilk ve tek bütünleşmiş petrokimya şirketini bugün Azerbaycan devlet petrol şirketi Socar işletiyor. Türkiye’nin en çok kâr eden 13’üncü şirketi PETKİM, doğal olarak karının büyük bölümünü evine götürüyor. “Ne banka bırakacağız, ne fabrika, ne de işletme. Liman da bırakmayacağız. Hepsini satacağız” demişti Unakıtan. Gerçekten de öyle oldu. Limanlar teker teker peşkeş çekildi. Örneğin bugün Türkiye’nin en büyük limanı olan Mersin Limanı’nı Singapur devlet şirketi ile Avustralyalı bir şirket ortaklaşa işletiyor. Mersin Limanı karlılıkta 64. sırada. Karın büyük kısmı Dünyanın öbür ucuna gidiyor. Türkiye’nin en karlı 5. şirketi olan TELEKOM ise kredi borçlarını ödeyemediği için bankalar el koyana kadar Suudi Oger Grubu’nun elindeydi.

YERLİ VE MİLLİ OYAK!

Erdemir Demir Çelik AŞ (Erdemir) 2017 yılı verilerine göre Türkiye’nin en kârlı ikinci şirketi. Erdemir, 2006 yılında Ordu Yardımlaşma Kurumu’na (OYAK) satılmıştı. Erdemir işçilerini temsil eden Türk Metal Sendikasının o dönem Genel Başkanı olan Mustafa Özbek, “OYAK'tan daha milli şirket var mı? Arkasında TSK var” demiş, özelleştirmeyi alkışladıklarını söylemişti. Oysa aynı OYAK’ın ilk işi Lüksemburg merkezli Arcelor şirketi ile ortaklığa soyunmak olmuş ancak bu ortaklık Rekabet Kurulu’na takılmıştı. Erdemir özelleştirilmesi nedeniyle ağır bir mali yükün altına giren ve yabancı ortak arayışlarından vazgeçmek zorunda kalan OYAK, 2007 yılında OYAK Bankı, Hollanda kökenli uluslararası bankacılık zinciri ING Bank’a satmıştı. Böylece “milli” olması ile övünülen OYAK, Türkiye’de bankacılık sektörünün uluslararası sermayenin hâkimiyetine geçmesinin önemli köşe taşlarından birini oluşturdu. Sermayenin yerlisi yabancısının, millisinin gayri-millisinin aslında olmadığını OYAK örneği bir kez daha gösterdi.

SORUMLU AKP’DİR!

Cumhurbaşkanı Erdoğan her konuşmasında, ekonomideki kötüye gidişin sorumluluğunu dış güçlere yüklüyor. Oysa bugün yaşananların baş sorumlusu Türkiye’nin yerli üretim yapan kamu işletmelerini yerli ve yabancı sermayeye altın tepsi içinde sunan, ekonomide dışa bağımlılığı artıran, ekonomiyi kur hareketleri karşısında kırılgan hale getiren yeni-liberal politikalardır. Ekonomik krize giden yolun taşları, yeni liberal politikaları “gece sermayenin karşısına pijamayla çıkacak”, “ülkenin işgal altına girmesini kabul edecek” kadar iştahla uygulayan AKP iktidarı tarafından döşenmiştir.

Krizden çıkış için önce krizin arka planında yatan politikalar ve bu politikaları uygulayanları doğru tespit etmekte büyük yarar var. Bu pijamayı çıkarmadan ekonomik krizden çıkmak da olanaklı değil çünkü…

‘BABALAR GİBİ SATARIZ’

TEKEL’in özelleştirilmesine karşı işçilerin büyüyen direnişi üzerine “Babalar gibi satarız” demişti Unakıtan. TEKEL’in sigara bölümü İngiltere merkezli British AmericanTobacco’ya satıldı. TEKEL’in alkol bölümü ise el değiştire değiştire İngiltere merkezli Diageo şirketinin eline geçti. AKP iktidara geldiğinde tütün ihracatçısı olan Türkiye bugün ithalatçı konumunda. Tütün üretici sayısı 400 binlerden 50 binlere, tütün üretimi 160 bin tondan 60 bin tona düşerken; ithal tütünün iç pazardaki payı yüzde 90’lara yaklaştı. Özelleştirme tütün üretimini vurdu, iç göçü artırdı, ithalat bağımlılığını tırmandırdı.

ÖZELLEŞTİRME ÜRETİCİLERİ VURDU

TEKEL ve diğer tarımsal KİT’lerin özelleştirilmesi üreticiyi de vurdu tüketiciyi de. Et ve Balık Kurumu, Türkiye Zirai Donatım Kurumu, Türkiye Gübre Sanayi A.Ş, Orman Ürünleri Sanayi A.Ş, SEK, Türk Motor ve Traktör Sanayi İşletmesi, TEKEL, Yem Sanayi A.Ş veTürkşeker’e bağlı şeker fabrikaları ya özelleştirildi ya da kapatıldı. Bu özelleştirmelerin büyük kısmı AKP iktidarı döneminde yaşandı. Gübre ve yem gibi en önemli tarımsal girdiler ile tarım aletlerinde üreticiler tüccarların ve büyük şirketlerin insafına terk edildi. Çiftçinin girdi fiyatları artarken, satış fiyatları düştü, milyonlarca çiftçi üretimden çekildi. Hem üretici sayısı hem tarımsal üretim azaldı.

ÖZELLEŞTİRME VE TÜKETİCİLER

Tarım ve hayvancılık sektöründeki özelleştirmeler ile tarıma müdahale olanakları zayıfladı, tarım sektörü piyasanın insafına bırakıldı. Bugün dolar kurundaki artış, ithal edilen tarımsal girdilerin fiyatlarını artırdığı ölçüde tarımı daha da vuracak. Tarımda ihracatçılıktan ithalatçılığa doğru yürüyen Türkiye’de tarımda özelleştirme ve piyasalaştırma politikalarının faturasını sadece üretici değil tüketici de ödüyor. Patates ve soğan fiyatlarının dahi kontrol edilemediği, temel gıda maddelerinin enflasyon rekorları kırdığı bir dönemi hep birlikte yaşıyoruz. Tarımda yerli üretime darbe vuran, ithalatı teşvik eden politikaların bedelini her geçen gün daha fazla ödüyoruz.

ABD’Lİ CARGILL İSTEDİ, ERDOĞAN YAPTI

2018 yılında ABD merkezli şeker devi Cargill, Türkiye’de şeker sektörü ile ilgili bir rapor yayınlayarak, henüz özelleştirilmemiş şeker fabrikalarının en kısa sürede özelleştirilmesini talep etti. Cargill’in taleplerini adeta emir telakki eden Erdoğan ve iktidarı, kısa sürede şeker fabrikalarının özelleştirilmesine hız verdi. AKP iktidarı, Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanun’da da değişikliğe giderek, özelleştirme gerekçelerini genişleterek özelleştirmeleri kolaylaştırdı, şeker fabrikalarını teker teker sattı.

ÖNCEKİ HABER

CHP'den Ömer Çelik'e: 4 milyarlık hediye uçak jest nerede görülmüş?

SONRAKİ HABER

Eskişehir’de 30 öğrenci bir haftadır okulsuz

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...