21 Eylül 2018 00:29

İran’ın sessiz karşı devrimi

'İran’da özgürleştirici herhangi bir siyaset biçimi ortaya çıkması olasılığı sıfıra yakındır'

Fotoğraf: Wikimedia Commons

Paylaş

Saira RAIFFE
Jacobinmag.com

Amerikalı devlet adamları için İran’daki ekonomik koşulların kötüleşmesi Tahran’daki İslami rejimin çöküşünü hızlandıracak bir fırsat ya da Birleşik Devletlerle doğrudan müzakerelere girişilebilmesine olanak sağlayacak bir baskı aracı olarak görünüyor. Son yaptırımlardan beri sıradan İranlılar açısından ekonomik koşullar her geçen gün daha da istikrarsızlaşmaya devam ediyor. Hakikatte İran halkının geniş kesimleri uzun yıllardan beri yokluk içerisinde yaşamakta ve protestolar gündelik rutinleri haline gelmiş bulunuyor.

Sert Amerikan yaptırımları, İranlıların yaşam koşullarının gittikçe kötüleşmesinde kilit bir rol oynamıştır ve uygulanacak yeni yaptırımlar halkın sorunlarını daha da arttıracaktır. Bununla birlikte İran hükümeti de halkın çektiği sıkıntılardan sorumludur. İran’daki duruma yabancı olanları şaşırtmış olsa da yıllardan beri İslam Cumhuriyeti’nin ekonomi politikalarını izleyen ve eleştirenlerin öngördüğü üzere bu senenin başından itibaren gerçekleşen geniş çaplı ayaklanmaların sebebi tam da hükümetin taşıdığı bu sorumluluğa işaret etmektedir.

AYAKLANMALAR BEKLENMEDİK DEĞİLDİ

Aralık 2017-ocak 2018’deki ayaklanmaların gerçekleşeceğini tahmin etmek için kahin olmak gerekmiyordu. İranlı sosyologlar, iktisatçılar, entelektüeller son yıllarda büyük çaplı protestolar gerçekleşebileceğine dair uyarılarda bulunmuşlardı. Resmi işsizlik oranı 2017 baharında yüzde 12.6’ya ulaşırken genç işsizliği yüzde 26.4’ü bulmuştu. Asgari ücret, ekonomistler tarafından olması gerektiği yerden çok düşük hesaplanan yoksulluk sınırının yüzde 40’ından daha düşük bir noktada bulunuyor. Resmi rakamlara göre İran’da 12 milyon kişi mutlak yoksulluk içinde. İktisatçılar halkın yüzde 6’sının açlık sınırında olduğunu tahmin ediyor.

İran, buna ek olarak, su kaynaklarının kötü yönetilmesi sebebiyle korkunç bir çevre kriziyle karşı karşıya. Her beş kişiden birinin tarımda istihdam edildiği İran’da toprak erozyonu dünya ortalamasının 2.5 katı ve belli bölgelerde toprak ve su kaynaklarının yetersizliği sebebiyle tarımın yasaklanması tartışılıyor. Sermaye kaçışının da yıllık petrol gelirlerinin yarısı kadar olduğu tahmin ediliyor. Birleşik Devletlerin çekilmesinin ardından geçersiz kılınmış nükleer anlaşmanın sonra yaptırımların geçici olarak kaldırılması, ilaç ithalatı gibi konularda kolaylık sağlasa da gelişmeler birçok sıradan İranlının yaşam koşullarında gözle görülür bir iyileşme sağlamamakla beraber daha fazla dış yatırıma da kapı aralanamamıştır. İran ekonomisindeki durgunluk sürmektedir. Bir yıldan kısa sürede Amerikan doları İran para birimi karşısında üç kattan fazla değer kazandı ve görünen o ki Birleşik Devletlerin nükleer anlaşmadan çekilmesiyle durum daha da kötüleşecek.

NEOLİBERAL POLİTİKALARIN ETKİSİ

Yaptırımların etkisine ek olarak bahsettiğimiz problemlerden bazıları inkar edilemez biçimde İran’ın 1990’lı yıllardan beri takip ettiği neoliberal politikalardan kaynaklanmaktadır. 2005’te ‘ruhani önder’ tarafından yapılan anayasal değişikliğin ardından birçok kamu kuruluşu özelleştirildi. İran-Irak savaşının sonunu takip eden yıllarda hükümet işçilerin maaş ve çalışma koşulları üzerinde müzakere edebilme gücünü sistematik bir biçimde zayıflattı. Sonuç olarak iş sözleşmelerinin yüzde 90’ından fazlasının geçici olduğunu ve dört milyondan fazla işçinin sigortasız çalıştığını görüyoruz. Devletin “ülkenin kendi kendine yeterliliğe ulaşması için gereken ölçüde ücretsiz yükseköğrenim” sağlayacağını ifade eden anayasal taahhüdüne rağmen yükseköğrenimde artan özelleştirmeyle birlikte öğrencilerin yüzde 87’sinin eğitim için para ödemek durumunda kalmıştır. Sosyal sigortaların bütün yurttaşları kapsaması üzerine yapılan konuşmalara rağmen Başkan Hasan Ruhani yönetimi pahalı ilaçları sigorta kapsamından çıkarmaya devam etmekle birlikte başkanın bütün bir sağlık güvencesi sistemini tamamen ortadan kaldırabileceğine dair söylentiler de sürmektedir.

ABD VE İRAN REJİMİNİN ORTAKLAŞTIĞI POLİTİKALAR

Bu noktada, İran’ın “yüzde 99”unun başına gelen, diğer birçok ülkenin “yüzde 99”larından farksızdır. Gerçekte İranlıların yaşadığı ekonomik sıkıntıların sebebi kısmen Birleşik Devletler yönetiminin kendi ülkesinde zorla uyguladığı politikalarla aynı sebeptendir. İslam Cumhuriyeti ve Birleşik Devletler elitleri, işçi sınıfını fakirleştiren politikalar konusunda ortaklaşmaktadır. Bütün farklılıklara rağmen İran örneği; devletin sosyal hizmetlerden çekilmesi, emeğin sermaye karşısında sistematik bir biçimde zayıflatılması ve ekonominin finansallaşması açısından diğer neoliberalizm örnekleriyle ortaklaşmaktadır.

İran aylardan beri emeklilik fonlarının özelleştirilmesinden dolayı emekli maaşlarını kaybeden İranlı emeklilerin, işverenler tarafından ücret hırsızlığına maruz kalan işçilerin ve fabrikaların özelleştirilmesine karşı çıkanların barışçıl protestolarına sahne oldu. Protestolar neredeyse her seferinde şiddetli müdahaleye maruz kaldı. Örneğin, ocak ayında gerçekleşen ülke çapındaki protestolar öncesinde aralık 2017’de emekliler, işçiler ve öğrenciler; cezaevinde sağlık problemleriyle mücadele eden ancak hastaneye sevk edilmeyen liderleri Reza Şahabi’nin bırakılmasını talep eden otobüs şoförleri sendikasının çağrısıyla barışçıl gösterilerde bulunmuşlardı. Tahmin edileceği üzere protesto şiddetle bastırıldı ve göstericiler darbedilerek gözaltına alındı. Ulusal bir krizin ortasında dahi rejim, bir kısmı gösterilere dahi katılmamış olan solcu öğrencilerin tutuklanmasından başka bir şey önermemektedir.

İSLAMİ KARAKTERLİ BİR NEOLİBERALİZM

İran neoliberalizmi, neoliberal politikalarla bir tür İslami ideolojinin iç içe geçmesiyle örüldü. Toplumsal huzursuzluğa sebep olup son protestoları tetikleyen yalnızca ileri sürülen kemer sıkma paketi değil aynı zamanda -yukarda değindiğimiz koşullar bağlamında düşünürsek- dini ve ideolojik kurumlar için ayrılan dev bütçeler oldu. Bu sistemin saçmalığı üzerine bir örnek vermek gerekirse: Temel işlevinin ne olduğu kamuoyu tarafından tam olarak bilinmeyen dini kurumlardan biri olan “Jame’atol Mustafa al’Alamia” için, son derece ciddi çevresel problemlerle baş etmek gibi bir göreve sahip olan çevre bakanlığına ayrılan bütçenin bir buçuk katı büyüklüğünde bir bütçe ayrıldı.

İran’daki neoliberal hegemonya daha adil bir toplum iddiasıyla ortaya çıkan 1979 Devrimi bağlamında düşünüldüğünde anlaşılmaz görülebilir. Bununla beraber devrimin ilk dönemki ahlaki, kültürel yapı ve değerlerin çeşitliliği, İslam Cumhuriyeti içindeki ayrıcalıklarından faydalanarak farklı hedeflerin peşinde olan çeşitli siyasi grupların gözünde neoliberalizmi biçilmiş kaftan kıldı.

Ali Ekber Haşimi Rafsancani’nin İran-Irak Savaşı’nı takip eden ilk cumhurbaşkanlığı döneminde (1989-1993) hükümetin ekonomi danışmanları “yapısal uyum” politikalarını “ekonomi bilimi”nin en güncel başarısı olarak gösterdiler. Neoliberalizm savaş sonrası dönemde İran’ın yeniden inşası için en iyi rota olarak sunuldu. Yeni politikalara karşı çıkanlar ise -Dünya Bankası gibi yabancı kurumlardan para almanın ülkenin bağımsızlığını sarsacağını ifade edenler dâhil olmak üzere- gözden düştü. Seküler solcular halihazırda siyaset sahnesinden silinmişti ve sıra İslam Cumhuriyeti’nin düzen içi solunun da kademeli olarak marjinalize edilmesine gelmişti.

NEOLİBERALİZMİN UYGULANMASI KOLAY OLMADI

Seküler-İslami solcuların ve diğer muhaliflerin marjinalleştirilmesine rağmen neoliberal politikaların uygulanması kolay olmadı. Şehir ayaklanmalarının yanı sıra özellikle ilk zamanlarda devrime sıkı sıkıya bağlı muhafazakarlar da sıkı direnişte bulundular. 1992 Meşhed isyanlarının ardından muhafazakar gazeteciler giderek artan sınıf ayrımı üzerine tartışmaya ve Rafsancani’yi devrimin ideallerine ihanetle suçlamaya başladılar. Gerçek Müslümanlar ve güvenilir devrimciler olarak gördükleri alt sınıfların mutlak yoksulluğu ile zenginlerin savurgan ve müsrif yaşamlarını kıyasladılar.

Muhafazakarlar, sınıf ayrımını İslami ve devrimci değerler ile tüketim kültürüyle iç içe geçmiş batılı bir yaşam tarzının çatışması olarak betimlediler. Bu keskin ikilem her ne kadar indirgemeci olsa ve İran toplumunun gerçekleriyle uyuşmasa da muhafazakarlar eşitsizliğin kültürel bir mesele olarak ele alınmasını dayattılar. Ruhani liderin altını çizdiği “kültürel pusu” tehlikesine yani “batılı” yaşam tarzına karşı Besiç milisleri harekete geçirildi.

KAMU KURUMLARI DEVRİM MUHAFIZLARINA PEŞKEŞ ÇEKİLDİ

Bununla beraber muhafazakar eleştiri gerçekte hiçbir alternatif önermedi. “İslami devrimin gerçek varisleri olan” alt sınıflara önem verilmesi uyarısını bir kenara bırakırsak sözde “bilimsel” neoliberal doktrinlere karşı dişe dokunur sosyoekonomik bir eleştiri yapılmadı. Muhafazakar eleştiri saf bir biçimde ideolojikti. Onları korkutan kendi ideolojilerine sadık kalıp kalmayacaklarından emin olamadıkları özel sektörün güçlenerek İslam Cumhuriyeti’ni zayıflatmasıydı. Böylece, özelleştirmenin varlığını sorgulamak ya da kamu sektörünü iyileştirmek yerine kamu kurumları rejimin güvenebileceği kişilere, Devrim Muhafızları’na peşkeş çekildi. Bu karar ironik bir biçimde Rafsancani hükümeti tarafından verildi.

Böylece rejim alt tabakaların ekonomik sıkıntılarını kültürel bir cepheye oturtmayı başarıp seküler ve “batı tarafından zehirlenmiş” orta ve üst sınıfla “dini” alt tabaka arasında kültürel düşmanlığı körükleyecek bir propaganda başlattı. Bu projeye “kültürel pusu” söylemi bağlamında hedef tahtasına konulan “batılı” yaşam tarzını benimsemiş orta sınıfa karşı sert polisiye önlemler eşlik etti. Siyaset sahnesinde kalmak isteyenler bu kültürel karşıtlık oyununun kurallarını benimsemek durumunda kaldı. 1997 başkanlık seçimlerinde ezici bir zafer elde eden yasal muhalefet projesini “reformizm” olarak nitelendirdi. Başlangıçta İslam Cumhuriyeti’nin sol kanadı olan ve birçok durumda savaş sonrası siyasal sistemde bir kenara itilmiş olan reformistler, serbest piyasaların mantığını “bilimsel” ekonomi olarak kabul etmeye başladılar.

ÖZELLEŞTİRME DEĞİŞİM ARAYANLAR İÇİN BÜYÜLÜ BİR SÖZ HALİNE GETİRİLDİ

Resmi siyasal özgürlüklere odaklanıp sivil toplumun güçlendirilmesini siyasi söyleminin kilit unsuru haline getiren reformistler, kendilerini siyasi arenada giderek genişleyen orta sınıfın ve onun sosyal ve politik özgürlük taleplerinin temsilcisi olarak kabul ettirmeyi başardı. Reformistler, devletin ekonomik güce sahip olmasının İslami hükümete vatandaşların özel ve sosyal hayatlarına yönelik baskıcı müdahaleler için gerekli koşulları sağladığı gerekçesiyle serbest piyasayı savundular. Reformist iddiaya göre devlet ekonomi üzerindeki kontrolünü yitirirse ve özel sektör güçlenirse İslam Cumhuriyeti topluma katı normlar dayatamayacaktı. Böylece özelleştirme, değişim arayanlar için bir çeşit büyülü söz haline gelirken reformistler İran toplumunun bir kesimi için özellikle çekici hale geldi.

Başka bir deyişle, İslami reformistler rejim tarafından baskı ve zorla yaşam tarzlarına müdahale edilen geniş seküler orta sınıfa seslenerek İran’da neoliberal ideologluk rolüne soyundular. Böylece İslam Cumhuriyeti’nin yasal muhalefetinin resmi söyleminde “özgürlük” ve “serbest piyasa” iç içe geçmiş oldu. Bu söylemde serbest piyasa toplumsal ve politik özgürlüğün anahtarı olarak ele alındı ve birbirini izleyen her hükümetin ekonomi politikalarının daha fazla özgürlük getireceği düşüncesi toplumda yer etti. Orta sınıfı kendi kitlesi olarak kabul eden ve siyasi güç kaynağı olarak ele alan İslami solcular yani reformcular -özellikle küçük ölçekli fabrikaları emek yasaları kapsamından çıkaran reformlar vasıtasıyla- işçi sınıfını yoksullaştıracak politikaları savunup kabul ettiler.

NEOLİBERAL BİR KÜLTÜR

Bu neoliberal politikaların İslam Cumhuriyeti’nin ideolojisi üzerinde etkileri oldu. 1990’larda “yapısal uyum”un başlangıcında bazı sertlik yanlısı gazeteler maddi durumu et almaya yetmeyenlere karşı duyarsız hareket ettiği gerekçesiyle yemek programlarında biftek tarifleri yayımlayan devlet televizyonunu eleştirmişti. Günümüzde ise rejimin TV şovları ve diğer ideolojik ve kültürel ürünleri yoksullukla ilgili herhangi bir endişe taşımıyor.

Örneğin, bir yıl kadar önce, hükümet tarafından yönetilen bir internet kanalı olan TV Plus, Tahran’da 80 dolarlık hamburgerler satan bir hamburgerci hakkında bir program yayımlamıştı. Devlet televizyonu Amerikan rüyasının İran versiyonunun aktif propagandasını yaparak kitleleri “zengin” olmaları gerektiğine ikna etmeye çalışmakta ve kendi çabalarına güvenerek yeteri kadar çalışırlarsa hiçbir şeyin onları durduramayacağı mesajını vermektedir. Girişimcilik kültü medya tarafından yoğun bir biçimde topluma takdim edilmektedir. Birçok TV kanalı kitlelere  zengin olma rüyasının peşine nasıl düşeceklerine dair eğitim vermek için girişimcileri programlara çıkarmaktadırlar. Bu yeni eğilim İslam Cumhuriyeti’nin ilkeleriyle çelişmiyor gibi görünse de ‘devrim’in taleplerini İslam’a dönüş ve İslami ilkelerin uygulanmasına indirgeyerek tahrif ediyor. Dolayısıyla İslam Cumhuriyeti’nin ideolojik aygıtı, adil bir toplum inşası talebini tamamen ortadan kaldırmış bulunuyor.

AMERİKAN RÜYASIYLA İSLAMİ ÜTOPYACILIK BİRLEŞTİRİLDİ

Yeni ideoloji Amerikan rüyasını bir tür İslami ütopyacılıkla birleştirdi. Devlet televizyonunda yayınlanan bir haberde -arka planda Nino Rota’nın Baba filmi için bestelediği meşhur fon müziği çalarken- muhabir, Maserati kullanan otuz iki yaşında bir adama bu kadar genç bir İranlının nasıl böyle pahalı bir araba kullanabildiğini sorar. Cevap şöyledir: İran gençliğinin diğer ülkelerle karşılaştırıldığında hiçbir eksiği yoktur, yeteri kadar çalışırlarsa bir Maserati ve hatta daha pahalı bir araba sahibi olabilirler. Muhabir bu arabayı niçin satın aldığını sorduğunda ise genç adam herkese İran’ın yatırım için güvenli bir liman olduğunu kanıtlamak istediğini söyler. Sadaka kültürü bu pembe tabloya eşlik eder. Genç adam yaklaşan dini tatilde arabasını lüks bir düğün törenine gücü yetmeyen bir aileye gelin arabası olarak kullanmak üzere ödünç vereceğini söyler.

Devlet televizyonu rejim tarafından yönetilen birçok internet kanalıyla birlikte Amerikan reality showlarına ve sitcomlarına benzer programlar yayımlamaktadır. Popstarlar yerine İmam Hüseyin için ilahiler söyleyen dini şarkıcılarla röportajlar yapan bir televole programı hayal edin. Geçmiş yıllarda tutuklanmaya fazlasıyla yetecek seviyede kısıtlı bir tesettürle beraber özel hayatlarını ulu orta yaşayan ancak laf arasında İslami kanunların ve kadınlara dayatılan kıyafet biçiminin faydalarından bahsetmeyi ihmal etmeyen ünlüler, aktörler ve şarkıcılarla dolu programlar.

Yakın bir örneğe bakacak olursak bütün yüzüne, boynuna ve ellerine dövmeler yaptırdığı için tutuklanan İranlı bir rapçi hücredeyken Kur’an okumak dışında hiçbir şey yapmadığını ifade etti. Kur’an’ı ise “Okul yıllarından veri hakkında harika birçok şey duyduğu” “cool” bir kitap olarak tanımladı. Görünen o ki İslam Cumhuriyeti’nin yeni savunucuları daima dindar, sade ve genellikle yoksul olarak takdim edilen savaş ve devrim şehitleriyle neredeyse hiç benzerlik taşımıyor.

Rejimin ekonomik oryantasyonundaki bu değişimlere rağmen İslam’ın gerçekliğini temsil ettiği iddiası el değmemiş konumda. Ne var ki bu değişimin İslam Cumhuriyeti için sonuçları oldu. Devrimci dönem söylemi yoksullara ve yoksul bırakılmışlara vurgu yaparak hükümete alt katmanları mobilize etme gücü sağlıyor ya da en azından yoksulların hükümetin kendi çıkarlarını kolladığına inanmalarını mümkün kılıyordu. Yakın zamanda, rejimin “batı tarafından zehirlenmiş” orta ve üst sınıfla alt tabaka arasında tasarladığı düşmanlık alt tabakaya bir çeşit manevi üstünlük bağışladı ve polise batılı yaşam tarzıyla damgalanmışlara karşı güç sağladı.

İDEOLOJİK HURAFELERİN ALANI DARALDI

Yine de bu ideolojik değişimlerin yarattığı -kendini Devrim Muhafızları’nın doğrudan ve dolaylı yatırımlarıyla inşa edilen dev alışveriş merkezlerinde ve medyada parlatılan lüks yaşam tarzında apaçık ortaya koyan- maddi ekonomik sonuçların alt tabakalardaki huzursuzluğun artmasında bir rolü olduğu söylenebilir. Bugün, kırk yıllık İslam Cumhuriyeti yönetiminin ardından neredeyse bütün siyasi gruplar İslam Cumhuriyeti’nin adı çıkmış resmi politikalarına ucundan kenarından bulaşmış bulunuyor.

Alt sınıfları temsil edip onlara hizmet etme iddiasına ve bir sosyal refah sistemi tesis edilmesindeki daha önceki başarılara rağmen İslam Cumhuriyeti en azından son yirmi yedi yıldır işçi sınıfının ve alt sınıfların haklarını sistematik bir biçimde zayıflatmakta olduğundan dolayı katı ekonomik gerçeklik ideolojik hurafelerin alanını giderek daralttı. Geçtiğimiz aralık ayındaki protestolarda sıklıkla duyduğumuz sloganlardan biri “Reformcular! Muhafazakarlar! Buraya kadar!” oldu.

Farklı siyasi grupların önde gelen isimleri ve özellikle de reformcuların desteğiyle parlamentoya, hükümete ve belediye meclislerine seçilen isimler sosyal medyada sürekli eleştirilmekteler. Birçok durumda İranlı işçiler, çiftçiler ve diğer protestocular faydasızca yerel imamlara başvurma yoluna gitmişlerdir. Bazı örneklerde imamlar protestocuları cuma namazlarına almama tehdidine başvurmuştur. Bu durum uzun zaman beri İslam Cumhuriyeti tarafından teşvik edilen sıradan halkın destekçisi azizleştirilmiş din adamları imajına doğrudan darbe vurmaktadır.

OLASILIKLAR

Ne var ki, İran halkının geniş kesimlerinin rejim karşısında yaşadığı hayal kırıklığı zorunlu olarak özgürlükçü politikaların ortaya çıkmasını sağlamayacağı gibi ihtimal ki monarşi ya da diğer şovenist ideolojiler biçiminde bir otoriterliğe kapı aralayabilir.

Bütün bir ilerici muhalefetin on yıllardan beri sistematik baskılarla sindirildiğini bir siyasi arenada geriye Avrupa ve Amerika tarafından fonlanan Farsça TV kanalları vasıtasıyla kendi ideolojisinin propagandasını yapma ayrıcalığını elde eden tek siyasi grup olarak monarşistler kalıyor. Son protestoların bir kısmında duyulan monarşi yanlısı tezahüratlar göz önünde tutulursa bu çabanın kısmen de olsa başarı elde ettiğini söyleyebiliriz.

Baskı İslam Cumhuriyeti’nin on yıllardan beri en güvendiği dayanağı olmaya devam ederken bazı İranlılar rejimin bu stratejiyi devrim öncesi dönemdeki Birleşik Devletler destekli selefinden miras aldığını unutmuş gözüküyor. Böylesine baskıcı politik atmosferi ve İran halkının bir asrı aşkın özgürlük ve adalet mücadelesi tarihinin on yıllardan beri rejim tarafından şiddetli bir biçimde çarpıtıldığını göz önünde bulundurursak bazı İranlıların 1953 darbesini ya da monarşiye, diktatörlüğe ve emperyalizme karşı bizzat İran halkının verdiği mücadeleyi unutmuş olması şaşırtıcı olmaktan çıkar.

Bu koşullarda ve rejimin baskısı şiddetini arttırarak sürerken bazı liberter sürgünler ve aktivistler İran veliaht prensiyle kol kola Birleşik Devletler müdahalesini aktif bir biçimde desteklemeye başladılar. Rejimin bütün bir ilerici muhalefeti ısrarla bastırma çabası ile solcu ve milliyetçi güçlerin çağdaş tarih sahnesinden silinmesi ocak ayındaki protestolar sırasında böylesi bir maskaralığın Fox News ve uluslararası ölçekte yayın yapan Farsça TV kanallarında yer bulabilmesine zemin hazırladı.

İranlıların dış müdahale korkularını anlamak için komşu ülkeler Irak ve Afganistan’da süregelen kabusa bakmalarına dahi gerek yoktur. Kendi geçmişlerinden Musaddık’ın CIA tarafından devrildiği 1953 darbesini ve gizli polis SAVAK’ın işkencecilerini hatırlamaları yeterlidir. Böylece İranlılar Birleşik Devletler tarihinin en rezil kepaze başkanlarından birinden yardım dilenecek kadar pervasız oportünistleri tarih sahnesinden sileceklerdir.

Diğer bir korkutucu olasılık da protestoların daha militan hale gelmesi durumunda orta sınıfın alt sınıfların bastırılmasına destek olması olasılığıdır. Bugün orta sınıf İslam Cumhuriyeti’nin ideolojik dönüşümü açısından hedef kitle ve - girişimcilik kültü ile Amerikan rüyasından rejimin bölgedeki askeri gücünün şovenistçe yüceltilmesine - rejimin mesajını benimsemiş görünüyorlar. İran’da yaşanacak bir karışıklığın Suriye’de yaşanan olayların tekrarına yol açacağı korkusu çeşitli gruplar tarafından yüksek sesle dile getiriliyor.

ORTA SINIF İLE İSLAM CUMHURİYETİ İDEOLOJİSİNİN YAKINLAŞMASI

Dahası 2009’da Yeşil Hareket’in bastırılması İran orta sınıfının en azından bazı kesimlerinde psikanaliz dilinde saldırganla özdeşleşme olarak adlandırılan - ve İslam Cumhuriyeti’ndeki ideolojik değişimlerle gittikçe pekiştirilen- bir eğilim yarattı. Bu değişim orta sınıfın dünya görüşü ile İslam Cumhuriyeti’nin ideolojisi arasında giderek artan ve son zamanda hükümet tarafından desteklenen İranlı kimliği imajında kendisini gösteren bir yakınlaşmaya işaret etmektedir. Öyle ki, İslam Cumhuriyeti önceleri İslam’ı İranlı kimliğinin en önemli unsuru olarak ortaya koyup ülkenin İslam öncesi tarihini bir kenara atarken orta sınıf buna cevaben özellikle İran’ın tarihsel ve edebi mirasını yücelterek İslam öncesi tarihe vurgu yapıyordu.

Ancak son zamanlarda İslam Cumhuriyeti propagandası antik İran’ın efsanevi figürleriyle Kasım Süleymani gibi Devrim Muhafızları komutanları arasında paralellikler çizmeye çabalıyor. Meşhur bir İranlı sosyoloğun yıllar önce söylediği gibi orta sınıf ve İslam Cumhuriyeti’nin karşılıklı korkuları arttıkça birbirlerine daha da kenetleniyorlar. Orta sınıf ve rejimin ekonomik ve kültürel bakımdan sarmaşık misali birbirine dolanması bu unsurların alt sınıflara karşı potansiyel bir ittifak ilişkisi içine girmesi tehlikesini doğuruyor.

Yine de orta sınıfın İslam Cumhuriyetine desteği çantada keklik değil. Orta sınıf monarşiyi yalnızca ülkeye bolluk ve istikrar getirecek yeteneklilikte bir alternatif olarak değil aynı zamanda İslam Cumhuriyeti’nin tarihsel olarak yadsıdığı ve birçok defa militanca karşı çıktığı toplumsal özgürlükleri sunabilecek bir güç olarak da görebilir.

KARAMSAR TABLO

Bu bağlamda İran’da özgürleştirici herhangi bir siyaset biçimi ortaya çıkması olasılığı sıfıra yakındır. Yükselen tansiyon toplumu kutuplaştırmaya devam ederken basın üzerinde etkisini arttırıp gücüne güç katan dış destekli muhalefet İslam Cumhuriyeti’nin temsil ettiği ya da temsil ediyormuş gibi yaptığı her şeye karşı nefret ve öfkeden sunmaktan öte bir şey yapmamaktadır. Yükselen monarşi yanlılığı köklü gerici ve şovenist eğilimlere işaret ediyor. Bu uzlaşmaz durum siyasete çok az alan bırakmakla birlikte siyasi faaliyeti bir ilke ve programlar meselesi olmaktan çıkararak çeşitli grupların İran içi ve dışındaki kaynaklar üzerindeki rekabetine indirgiyor. Açıkçası, oldukça küçük çaplı örgütlü işçi ve solcu öğrenci grupları ile bir avuç ilkeli siyasi aktivist, toplumsal eleştirmen ve entelektüel dışında neoliberal ideoloji geniş ölçüde kabul görmektedir.

SOL DAHA GENİŞ BİR KİTLEYE HİTAP ETMELİ

Neoliberalizmin olumsuz etkileri her ne kadar solun siyasete müdahil olması ve baskınlık kazanması için objektif olarak elverişli bir durum sağlıyor olsa da üstesinden gelinmesi gereken teorik ve pratik engeller söz konusu. On yıllardan beri İran solunun peşini bırakmayan baskılara ek olarak solun -haklı olarak- orta sınıfa karşı beslediği güvensizlik solcuların bu sınıfa karşı kayıtsız kalmasına ya da düşmanca tavır takınmasına sebep oluyor. Ne var ki, dünyanın birçok yerinde toplumun geniş kesimlerini mobilize etmekte başarılı olan çağdaş sol hareketlerin deneyimleri neoliberal düzenin realitesi karşısında daha geniş bir kitleye hitap etmenin önemini gösteriyor.

Bu hareketlerden çıkarılacak derslerden biri İran toplumunu özgürleştirici siyaset için mobilize etme girişiminin hem işçi sınıfını hem de orta sınıfın gündeminde yer etmesi ve orta sınıfın aslı astarı olmayan Amerikan rüyasından uyandırılması gereğinin kavranması olabilir. Diğer ülkelerin deneyimlerine başvurulması orta sınıfa işin sonunda neoliberal politikaların kazanının kendisi olmayacağını ve asıl kavganın yüzde 1 ile yüzde 99 arasında yaşanan kavga olduğunu gösterecektir.

Çeviren: Kemal Berkay Baştuji

ÖNCEKİ HABER

Tasarruf tedbirleri öğrencileri nasıl etkiledi?

SONRAKİ HABER

EMEP’ten Cargill direnişine destek ziyareti

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...