Kuvvet Lordoğlu: Kendimize küçük hayat alanları açıyoruz
15 barış akademisyeni kendi hikayelerini anlatıyor ‘KHK Öyküleri’ kitabında. Barış bildirisini, ihraçları ve sonrasını...

İsmail AFACAN
İstanbul
Barış bildirisine imza attıkları için üniversitelerinden ihraç edilen akademisyenler birçok alanda kendilerini ifade etmeye devam ediyor. Müzikle, tiyatroyla; kültürevleriyle, alternatif akademilerle... Bu sefer edebiyatla karşımızdalar, “Akademisyenlerden KHK Öyküleri”yle... 15 akademisyen bir araya geldi ve kendi hikayelerini yazdı. Amaçları ise yanlış anlaşılmayı düzeltmek, bilinmemeyi bilinir hale getirmek...
Neden imzalamışlardı barış bildirisini? Yaptıklarından pişmanlık duyuyorlar mı? Akademiden ihraç edilirken neler hissettiler? İhraçlardan sonra sosyal yaşamlarında neler yaşadılar? Mahkemelerde nelerle karşılaştılar?... Ve merak edilen daha birçok sorunun cevabını akademisyenlerin kendi kaleminden okuyoruz öykülerde. Ne kadar ortak bir süreç yaşasalar da kendi yaşadıklarını anlatıyorlar.
Barış akademisyenlerinden kitabı derleyen Prof. Dr. Kuvvet Lordoğlu’yla “KHK Öyküleri”ni konuştuk. Sorularımızı yanıtlayan Lordoğlu kitap için “Bize yapılanlar konusunda bir kişinin kafasında bir şüphe bile oluştursa bu bizim için yeterli olacak” dedi.
Barış bildirisine imza attığı için görevlerinden uzaklaştırılan 15 akademisyen yaşadıkları süreci öyküyle anlattılar. Barış Akademisyenleri kendilerini neden öyküyle anlatma ihtiyacı duydu, kitap nasıl ortaya çıktı?
İhraç edilen akademisyenlerin neden ihraç edildiği toplum tarafından bilinmiyor. Toplumun önemli bir kısmı bizim FETÖ’ye yakın insanlar olduğumuzu düşünüyor. Dolayısıyla bizden omuz silkiyorlar. Kendi yaşam hikayelerimizi ve neye imza attığımızı anlatmak için yola çıktık. Amacımız yanlış anlaşılmayı düzeltmek, bilinmemeyi bilinir hale getirmek. Toplumun diğer kesimlerine biz sizlerden birisiyiz, öğretim üyesi olmakla bizim sizlerden farklı bir sıfatımız yok demek istedik.
Yazarken neler hissetiniz?
Yaşadıklarım keyifli şeyler değildi. Bunları yazmasam da zaten kafamdan hep geçiyor. Bir bakıma bunları yazmak insanı rahatlatıyor. Yazının kalıcı bir tarafı var. Bir bakıma da tarihe not düşüyoruz. Bu öyküler ilerleyen yıllarda, bugünlere dair ne düşündüğümüzü, ne hissettiğimizi göstermiş olacak.
Barış Akademisyenleri ortak bir süreç yaşadı. Barış bildirisi... İhraçlar... Yargılamalar... Öyküler birbirine benziyor mu?
Hepimizin imza atma süreci ortak ama farklı mekanlarda ve duygularda yaptığı bir şey. Hikayemde yazdığım gibi Cizre’yi görmeseydim, Barış bildirisi benim için sadece onaylanacak bir metindi. Yaşananlara tanık olunca bildiriyi çok daha güvenli ve doğru olduğunu düşünerek imzaladım. 2015 eylülünde Cizre ve Nusaybin’e gittiğimde oradaki insanları gördüm, onlarla konuştum. Benim için bu çok anlamlıydı. Keskin nişancılardan kaçmak için evlerin arasına çekilen beyaz perdeler, bodrum katlar, su depolarının delinmiş olması beni çok etkilemişti.
Akademisyenler görevlerinden ihraç edildikten sonra kendilerini birçok alanda ifade etmeye başladılar. Tiyatro, müzik, alternatif akademi, edebiyat... Neler söylemek istersiniz?
Benim de içinde bulunduğum bir grupla Kocaeli Dayanışma Akademisini kurduk. Bu akademi, eğitim ve araştırma gibi konularda atölye çalışmaları yaparak mümkün olduğu kadar geniş bir alana seslenmeye çalışıyor. Bu baskıcı ortam içinde küçük hayat alanları açmaya çalışıyoruz. Hem kendimize hem de topluma. Bu noktada biz devletten maaş aldığımız için akademisyen değildik. Biz bu işi sevdiğimiz için, hayat tarzımızdan, hayat görüşümüzden dolayı akademisyenlik yaptık. Öğrencilerimizi terk etmiyoruz şiarımızın arkasında durduğumuz için bu faaliyetleri sürdürüyoruz. Mersin’de birkaç arkadaşımız Kültürhane diye bir yer kurdular. Seminerler yapıyorlar. Dersler veriyorlar. Bu yeni arayışların getirdiği bir durum. Üniversite dışında alternatif olarak neler yapabiliriz sorusuna cevap yaptıklarımız.
Öyküler ülkeye ve okura neler söylüyor?
Bu öyküler hâlâ devam eden bir sürecin içinde yazıldı. Dolayısıyla davalar devam ediyor. Çağlayan’a gide gele su yolu yaptık. Yavaş yavaş ikinci duruşmalar bitti ve ceza vermeler başladı. Mahkemede yaptığımız savunmalarda ne kadar anlatsak da, bunun fikir hürriyeti olduğunu kabul etmek istemiyorlar. Öyküler, düşünce ve ifade özgürlüğünün olmadığı bir Türkiye’yi gösteriyor ve anlatıyor. Bize yapılanlar konusunda bir kişinin kafasında bir şüphe bile oluşturursak bu bizim için yeterli olacak.
TARİHE NOTUMUZU DÜŞTÜK
Özgür Müftüoğlu: Tarihte öyle dönemler vardır ki, sadece bir takım belgeler (mahkeme tutanakları vs.) ya da haberleştirilmiş olaylar üzerinden bu dönemleri tarihe kaydetmek yetersiz kalır. Toplumun her bir kesiminin ve bunun da ötesine her bir kişinin kendi duygu dünyasında bu dönemleri nasıl yaşadığı ve nasıl anlamlandırdığı çok daha önemlidir. Bu nedenle örneğin Fransız İhtilali’ni, Nazi Almanyası’nı ya da 12 Eylül faşizmini bu dönemi yaşayanların kendi cephelerinden anlatımlarını içeren yazın üzerinden okumak, dönemin gerçeklerini anlamayı kolaylaştırır.
15 Temmuz darbe girişimi gerekçe gösterilerek ilan edilen ve siyasi iktidarın kendisine muhalif olan kesimleri tasfiye etmesinin aracı olarak kullanılan OHAL süreci, Türkiye tarihi için önemli bir dönemeçtir. Bu süreçte siyasi iktidara muhalif, yandaş ya da bu süreçlerin dışında kendi halinde yaşamını sürdüren hemen herkes bu dönemeçte olumlu ya da olumsuz etkilenmiştir.
“Akademisyenlerden KHK Öyküleri” isimli kitapta, OHAL’e dayanılarak çıkartılan KHK’ler ile üniversiteden uzaklaştırılan - içerisinde benim de yer aldığım - 15 akademisyen, bu sürecin kendi yaşamımıza yansımasını kaleme aldık. Bunu yaparken alışık olduğumuz “akademik” anlatımın dışına çıkıp, yaşadıklarımızı öyküleştirmeye çalıştık. Bunu ne kadar başarabildik, bunu okuyucular taktir edecektir elbette. Ama biz bu kitapla kendi yaşadıklarımız üzerinden tarihe notumuzu düşmüş olduğumuza inanıyorum.
VİCDANIMIZ BİR TÜY KADAR HAFİF, ALNIMIZ AK
Ferda Fahrioğlu Akın: Günümüzde toplum o kadar çok kutuplaşmış durumda ki kimse ötekiyi dinlemek istemiyor. Medya da kutuplaşmanın derinleşmesine neden oldu. Akademisyenler olarak düşüncelerimizi, araştırmalarımızı zaten çeşitli yayınlar ve kanallarla yayınlıyoruz. Ama maalesef sadece belirli bir kesime ulaşılabiliyoruz. Öykü gibi edebi bir yolu seçmemizin nedeni; insanların ön yargısızca okumalarını ve bizi görmelerini sağlamaktı.
Benim açımdan yaşadığım süreç psikolojik olarak da çok zor bir süreçti ve bu süreçte nefes alamadığım için öykümü anlatmak bir nevi derin bir nefes almak gibiydi. Böylece okuyuculara akademik kimliğimizden bağımsız olarak insan kimliğimizle yaşadığımız insani durumu anlatmaya çalıştık. Zira medya kanallarıyla sürekli terörize edildiğimiz için niçin ihraç edildiğimizi bilmeden bizi suçlayan ve anlamayan geniş kesime kendi hayatlarımızdan, en özelimizden kesitler sunarak insan olarak kimseden farklı olmadığımızı; herkes gibi insani duygularla hareket ettiğimizi göstermek istedik.
İmza sürecinden ihraç edilmeye kadar geçen bir yıllık süreçte başta mobbing ve tehditler olmak üzere pek çok caydırıcı eylemle karşılaşmamıza ve imzanın sonucu sadece bizi değil; ailelerimizi ve sevdiklerimizi de etkilemesine rağmen kararımızın arkasında durduk. Bizim için en önemli kazanım vicdanımızın bir tüy kadar hafif ve alnımızın ak olmasıdır. Ayrıca iç savaşta canlarını, sevdiklerini ve yuvalarını kaybeden insanların kayıplarını görüp sessiz kalmak akademik kimlikten öte insanlığımdan şüphe etmeme neden olacaktı. 3 yaşındaki oğlum bir gün bu tarihi okuduğunda bana “Savaşta sen ne yaptın anne” diye sorduğunda insani olan en asgari tepkiyi gösterip çatışmasızlık çağrısı yaptım demek benim için bütün olumsuz ve yıkıcı sonuçlarına rağmen gurur ve onur verici olacaktır.
ONURLU DURUŞ HİKAYELERİ
Filiz Arıöz: Yaşadığımız, yaşamak zorunda bırakıldığımız bu süreci kendi yaşantılarımız, duygularımız üzerinden öyküleştirmeye çalışarak anlattık. Öykülerimizi yazmaya karar verdiğimizde en çok kaygı duyduğumuz şeylerden biri de mağduriyet öyküleri olarak algılanması durumu idi. Neyse ki böyle olmadı, öykülerin hiçbirinden böyle bir çıkarım yapılamaz. Hatta her biri, umut veren, onurlu duruş hikayeleri.
Bunun yanında bizlere çok ciddi bir hukuksuzluk yapıldığı da gerçek. Çok iyi yaptığımız, işlerimizden, laboratuvarlarımızdan, öğrencilerimizden uzaklaştırıldık barış istemenin, yanı başında yaşanan acılara, itiraz etmenin bedeli bu yaşatılanlar olamaz olmamalıydı. O süreçte yaşanan acılar yanında,yaşadıklarımızdan bahsetmek bizi rahatsız ediyor aslında. Barış bu topraklarda nasıl kalıcı hale gelecek bunları konuşmaya devam etmeli, bunun çabasını vermeliyiz.
Bizlere gelince inatla yaşamın içinde dimdik ayaktayız. Farklı işler yapıyoruz ama yaşamı devam ettirmenin yolunu mutlaka buluyoruz. İçinde olmasak da dışardan öğrencilerimize destek olmaya devam ediyoruz. Gölge danışmanlıklar yapıyoruz, dışardan tez çalışmalarını yürütüyoruz. Adımız yazmasa da bilimsel çalışmalara danışmanlık yapmaya devam ediyoruz. Dayanışma akademileri aracılığıyla, uzmanlık alanlarımızdaki bilgilerimizi yaşamın başka alanlarında kullanmanın yollarını arıyoruz. Uzmanlık alanlarımızdan farklı alanlardan da edebiyat, tiyatro gibi beslenerek sözümüzü söylemeye devam ediyoruz.
Evrensel'i Takip Et