24 Ocak 2018 22:03

Bilimle ilgilenme timi yine iş başında

“Doçent” unvanı tam anlamıyla bilimselliği aşındırılarak idari kararların hakimiyetine bırakılıyor.

Paylaş

 

Çağıl ADIGÜZEL

Kocaeli Üniversitesi

Erdoğan, “Cumhuriyet tarihinde bilimle, bilimsel çalışmalarla, araştırmayla, gelişmeyle en yakından ilgilenen Başbakan ve Cumhurbaşkanı’nın ben şahsım olduğunu iddia ediyorum.” dedi. Bu iddiaya katılmamak elde değil. Cumhuriyet tarihinde akademiye ve eğitimin her alanında bilime Erdoğan’dan daha fazla “ilgi” gösteren tek bir siyasetçi olmadı. Üniversitelerin tam anlamıyla sermaye ve iktidarın ihtiyaçlarına göre düzenlenmesi ihtiyacı ve buna yönelik girişimler Erdoğan öncesine ait olsa da bu alandaki en başarılı ve istikrarlı çalışma Erdoğan ve yandaşlarına ait. Eğitim müfredatları hiçbir zaman bilimsel olmadıysa da içinde bilimin kırıntısının bile bulunamadığı bir hale getirilmesi bu yakın “ilginin” sonucu. Tabii ki bu ilgiyi paylaşan, hamlelerini bilimsel bir temele oturtan ve uygulamada adımlarını atan birçok “akademisyen”, “idareci” ile birlikte hareket ediyor.

AKP’NİN 15 YILLIK EĞİTİM KARNESİ

AKP 2002’den beri kendi ihtiyaçları doğrultusunda birçok yeni üniversite kurdu, var olan üniversitelerde de değişiklikler yaptı. Özellikle Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra, hem YÖK’te hem de üniversitelerin idari ve akademik alanlarında büyük bir kadrolaşma yapıldı. Rektörlükler, yukarıda bahsettiğimiz “akademisyenler” ile dolduruldu. Yine Erdoğan’ın başbakanlığı döneminde yapılan en temel değişim ise uygulanmasına önce AB tarafından başlanan, sonra Türkiye’nin de içine dahil olduğu “neoliberalizmin üniversite politikası” olarak tanımayabileceğimiz Bologna süreci devreye sokuldu. Bu sürecin üç temel noktası şunlardı:

-Piyasayı küresel rekabette bilim ve teknoloji ile destekleyecek yükseköğrenimi tamamen yaratmak

-Yükseköğrenimin ve bilimin kendisinin küresel bir pazar haline gelmesi, eğitimin uluslararası ticareti yapılabilir hale gelmesinin temelini atmak

-Yükseköğrenimi bir kamu hizmeti olmaktan çıkarmak, özelleştirmelerle ve özel sektörün teşviki ile “devleti küçülten”, üniversiteleri işçiler, emekçiler ve çocukları açısından sosyal bir hak olmaktan çıkarmak ve giderek “kamu finansmanı” yaratan bir alan haline getirmek.

Yani kısaca AKP’nin ekonomi politikasıyla uyumlu bir üniversite yaratmak.

Öğrencilere yönelik ilgi ise başını Gülen cemaatinin çektiği birçok tarikat ve cemaat eliyle vücut buldu. Yurtlar, dershaneler, dernek ve vakıf gibi kuruluşlarla doğrudan öğrencilerin “şekillendirilmesine” yönelik müdahaleler yapıldı. Bugün ise bu çaba doğrudan devlet kurumları, “akademisyenler” ve devletle işbirliği içindeki vakıf ve dernekler ile yürütülüyor.

ÜNİVERSİTELER TEK ADAMA TESLİM EDİLİYOR

Bu durumun karşısında duran öğrencileri zaten çok öncesinde düşman ilan eden Erdoğan’ın yüksek ilgili elleri bu dönem akademisyenlerin yakasına biraz daha yapışmış durumda. Bu politikalara karşı olan akademisyenler bir imzayla görevlerinden alınıyor veya sindirilmeye çalışılıyor. Rektörlükte “seçim olmayan seçim”deki demokrasi kırıntısına bile tahammül edemeyen hükümet bu seçimleri de KHK ile kaldırarak üniversiteleri idari anlamda tamamen tek adama teslim etme yolunda bir adım daha attı. Üniversitelerde hem bilim anlamında hem de teknik anlamda niteliğin kalmadığı bir dönemdeyiz. İşte böyle bir zamanda Erdoğan, adeta üniversitelerin en büyük sorunu buymuş gibi “yardımcı doçentlik” tartışmasını aylar önce açmıştı. Erdoğan, bilime olan ilgisini kamuoyuna açıkladığı anlarda, partisi AKP’ye de yardımcı doçentliği kaldırma talimatı verdi.

Bu tartışmanın ana ekseni ise “doktora sonrasında öğretim üyeliğine geçiş sürecinin daha hızlı bir şekilde gerçekleşmesi” gibi akla mantığa uymayan bir iddia. “Doktor Öğretim Görevlisi” gibi bir kadro getirip bunu yardımcı doçentliğinyerine koyan sistem, isim değişikliğinden başka bir şey içermiyor. Sanki doktorasını tamamlayanların “öğretim üyesi” olması önündeki engel yardımcı doçentlik unvanıymış gibi bir tartışmayla aslında yaratılmak istenen başka bir durum var. Bu değişiklikle kadro ataması idari olarak uygun bulunan yandaşların, doçent olabilmelerinin önündeki yeterlilik engeli büyük oranda ortadan kalkıyor. Üniversitelerarası Kurul’dan “Doçentlik Yeterlik Belgesi” alan adaylar üniversite yönetiminin iradesiyle, sözlü sınav olmaksızın ve daha düşük bir dil puanı barajıyla, doçentlik kadrosuna atanabilecek.

Erdoğan bilime olan ilgisini paylaşacak yeni arkadaşlarını daha kolay ve hızlıca doçent yapmaya çalışıyor kısacası. “Doçent” unvanı, tam anlamıyla bilimselliği aşındırılarak idari kararların hakimiyetine bırakılıyor. Bilimsel araştırmaya ve akademiye yeni bir darbe daha buradan vuruluyor. Asistanlık sürecinde onlarca sıkıntı iktidar tarafından yaratılırken, liyakattan eser kalmamış üniversitelerde alanına hakim kadrolar tasfiye edilerek “iktidar” kadrolarına yer açılırken “akademik süreç hızlanacak”, “genç akademisyenlerin önü açılacak” iddialarıyla bu değişikliği yapmak insanların aklıyla alay etmektir.

DAHA BÜYÜK OLDUĞUMUZU GÖSTERMEK İÇİN

Egemenler bilimle “ilgilendiğinde” karşımıza çıkan tablo genel olarak böyle oluyor. Erdoğan’ın veya iktidarların bilime, üniversiteye yönelik saldırıları bunlarla sınırlı kalmayacaktır. Bütün toplumsal kesimlerin biat ettiği veya yok edildiği bir “tek adam” düzeni en sağlam temellerle inşa edilmek istenirken, üniversitelere bu yapılanlar ancak “yapılacakların teminatı” olacaktır. Bunun karşısında bir yandan tek adamın politikalarına karşı durarak, sermayenin ihtiyaçlarına göre değil insanlığın ihtiyaçlarına göre şekillenen bir üniversite elde etmek için mücadele etmeliyiz. Bir yandan da bilimi geliştirmenin, içinde yaşadığımız dünyayı ve toplumu  doğru biçimde anlama ve kavramanın, onu doğru bir şekilde değiştirmeyi öğrenmenin mücadelesini vermeliyiz. Bu mücadeleler ancak birlikte sürdürülebilir. Bunun tek yolu ise bize onlarca saçmalığı gerçeklik olarak yutturmak isteyen “akademisyen” den, üniversitedeki bütün haklarımızı budamaya çalışan “idareciye” kadar Erdoğan ve “bilimle ilgilenme timi”nin karşısında durmaktır. Bunu ise tek başına yapmanın yollarının olmadığı açıktır. Nasıl ki bu toplamı tek başına akademisyen olup “bilimi içeriden geliştirerek” değiştirmek mümkün değilse, öğrenci olarak da sınıflarımızda örgütlenmeden bilim mücadelesini vermek mümkün değildir. Karşımızda Erdoğan’ın da içinde olduğu sermaye güçlerinin büyük bir toplamı olduğunu görmeli, bu toplamın karşısına geçerek “biz daha büyüğüz” demek için en az onlar kadar örgütlü hareket etmemiz gerektiğini kavramalıyız. Üniversitelerimizde bilimsel ve nitelikli bir eğitimi demokratik bir şekilde almanın tek yolu budur.

 

 

BİLİMDEN HER GEÇEN GÜN UZAKLAŞAN ÜNİVERSİTE

Üniversitelerin bugününe baktığımızda sermaye ile birleşmenin büyük ölçüde tamamlandığını görüyoruz. Bugün savaş teknolojileri üretiminin kutsanırken sermayeye faydası olmayan araştırmalar bir kenara atılıyor. Sosyal bilimler alanında en büyük üretim, AKP ve sermaye ideolojisinin dayanaklarının üretimi haline geldi. Bu da büyük ölçüde hurafelerin, bilim dışılığın ve çarpıtmaların üretimidir. Bir “akademisyen”in çıkıp “Nuh oğlunu telefonla aramıştır.” demesi bize komik ve tekil bir olay gibi gelebilir ama böyle değildir. Bütündeki bozukluğun ve toplamdaki çarpıklığın ufak bir yansımasıdır sadece.

 

ÖNCEKİ HABER

Türkiye işçi sınıfı tarihi: 1970-1980

SONRAKİ HABER

“Yerli ve milli olamayan” boğaziçi ne anlama geliyor?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...