07 Ekim 2017 22:40

Seyircinin kafasını karıştıran sanatçı: Bilgesu Erenus

Eşit ve özgür bir dünya düşüyle sanatını icra eden Bilgesu Erenus ile sanattan, Türkiye’de sahne bulamayan oyunundan ve Adalardan konuştuk.

Paylaş

Aysel KILIÇ
İstanbul

Bilgesu Erenus’u muhabirliğe ilk adım attığım yıllarda tanımıştım. Ölüm yerleri olan F Tipi hapishaneleri önünde, işçi grevlerinde, öğrenci eylemlerinde sazıyla sözüyle köhnemiş düzene meydan okuyan bu kadını görmek beni mutlu ediyordu. Aydın bir kadının gitarından yükselen özgürlük çığlığı elimdeki kameradan akıp gidiyordu benliğime, akıp gidiyordu hayata... 

Eşit ve özgür bir dünya düşüyle sanatını icra eden Bilgesu Erenus ile yollarımız yıllar sonra Adalar’da kesişti. Onu yakından tanımak için evinin yolunu tuttum.

Sıcak bir tebessümle beni kapıdan karşılayan Erenus’un mütevazı yaşamı kendisini anlatmaya yetiyor. Salonun başköşesinde duran isyankar gitarı, kendisinden bir parça olmuş çalışma masası ve kitapları arasında yaptığımız sohbet de kendisi gibi değerli…

Bilgesu Erenus ile sanattan, Türkiye’de sahne bulamayan oyunundan, Adalardan, kısacası hayattan konuştuk…

Her ne kadar tiyatro yönünüz ön plana çıksa da;  çok yönlü bir insansınız.  Sanatla içli dışlı halinizi açımlamanız mümkün mü?

Genlerime borçluyum bunu, tüm dünya ve ülkemizde yaşanan şu zorlu günlerde beni yalnızca sanat ayakta tutuyor: Oyunlarım zaman zaman sansüre uğrayıp oynanmadığında, İstanbul Belediye Konservatuvarında edindiğim müzik donanımım imdadıma yetişmekte; şiir değil ama şarkı sözleri yazarak gitarım eşliğinde yaşananlara dur demeye çalışıyorum. Şarkı sözlerimi de genelde yine sansür nedeniyle yeni baskıları yapılmayan romanlarımdan yola çıkarak kotardığımı söyleyebilirim. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesini bitirmiş olmama karşın, gazetecilik yapmadım ama 1961 Anayasası’ndan sonra, göreceli özgürlüğün yaşandığı ’66’lı yıllarda, İstanbul Radyosuna sınavla alınan lise mezunlarından biriydim, metin yazarlığı bölümüne seçildim ve yedi yıla yakın, sokağı mikrofona taşıma çabasında programlar gerçekleştirmeye çalıştım. Bir süre sonra, yazdıklarımın yalnızca hamasi konularla sınırlı kalması istenildiğini fark edince TRT’den istifa ettim. Radyo programcılığım sırasında sokaklardan öğrendiklerimi El Kapısı adlı bir oyuna taşıdığımda dönemin devrimci tiyatrosu Ankara Sanat Tiyatrosu ( AST) iç ve dış göçler konusuna sahip çıktı;  o dönemde bir yazar için Ankara Sanat Tiyatrosunda oyununun oynanması tanımsız bir başarıydı, hele ki ilk oyunu!

Yeniden genlerime dönmem gerekirse: kendimi öylesine şanslı hissediyorum ki; sevgili çocuklarım, Ali, Özlem ve Buse Erenus da sanatı kucaklayarak soluk almaktalar. 14 Ekim’de Kadıköy Belediyesinin Caddebostan Kültür Merkezinde düzenleyeceği bir etkinlikte, “Üç kuşak Erenuslar” olarak izleyiciyi hep birlikte selamlayacağız. 

‘DİKKAT ET SENİ KOMÜNİST SANIRLAR!’

Muhalif yanınızla tanıdık sizi. “Sanatçının misyonu aslında muhalifliktir” diyebilir miyiz? 

Elbet bu şekilde tanınacağım çünkü muhalif yanım benim doğallığım, ilkokulda ve TRT kurslarında 8-19 yaşlarımda yazdıklarımdan dolayı yakın çevremden, “Dikkat et seni komünist sanırlar!” türünden uyarılar alırdım. O yıllarda komünizmi bilmiyordum, daha sonra öğrendiğimde ise, “Ne iyi, öyle sansınlar!” deyip sevindim çok. Çünkü ben çocukluğumdan bu yana kendimden başkasını düşünmeyi bilebilen biriydim, hâlâ da öyle…” Sanatçının misyonu muhalifliktir” demekten kaçınılsa bile, tüm dünyada ve bizde küresel kapitalin kurduğu tuzakların içinde insanlık yitip giderken, gerçek sanatçı sesini elbet olabildiğince yükseltmek zorunda. 

Bu tanımdan yola çıkarsak ülkemizde sanat ve sanatçının ne durumda olduğuna dair ne söyleyebiliriz?

Sanat ve sanatçı genelde para endeksli ajanslara yeteneklerini tümden teslim etmiş durumda. Son dönemlerde, her yıl bir oyun yazarak kendi biyografime not düşmeyi adet edindim. Özellikle Devlet Tiyatrosunun yanı sıra İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatrosuna (İBŞT) da yolluyorum. Ne benim ne de yazdıklarımın balık olmadığını bildikleri halde,  görevliler, genelde teşekkür edip, oyunumu havuzlarına kattıklarını bildiriyorlar; repertuvarın devletçesi olmalı bu havuz, sanırım öyle! Gezi kalkışmasını yazdığım Bukalemun oyunumu yolladığımda ise havuza atma ihtimalinden bile sakınarak, oy birliğiyle “istemezük” lerini  bildirdiler. Ben de buna karşılık basılan Bukalemun’un arka kapağında, oyumu ilk oynayacak guruptan şunu rica ettim ve hâlâ etmekteyim: Benim adlarını bile bilip öğrenmek istemediğim bu toplumsallığın reddedicilerini sizler bulup buluşturup lütfen oyun tanıtımınızda isimlerini tek tek ve yan yana afişe edin, tek ricam bu,  diyorum. Bakalım günün birinde otosansürüyle başa çıkabilen farklı bir tiyatro elbet seyircisiyle buluşturmaya cesaret edecektir Bukalemun’u, umarım öyle olur

Themis ile Lombroso isimli oyununuzun Türkiye’de sahne bulamadığını “muhalif” basından öğrendim; birçok gazete ve televizyon oyununuz için kampanyalar yürütüyor. Ayrıca,  oyunuzun Hollanda da sahnelenmesi de mutluluk verici…  Oyununuz  Türkiye’de neden salon bulamadı?

Aslında ben Adalet Tanrıçası Themis’in, doğuştan suçlu insan tipolojisinin mucidi Lombroso ile tarihsel buluşması için sahne değil fuaye arıyordum. Bu aranışıma yönelik en içten tepki, ad vermeyeceğim, usta bir oyuncumuzdan geldi; oyunu beğendiğini ama fuayede oynanan Themis ve Lombroso’nun kendi seyircisinin kafasını karıştıracağı için kabul edemeyeceğini söyledi. Yerden göğe kadar hakkı vardı,  çünkü ben gerçekten de tam anlamıyla günümüz seyircisinin kafasını karıştırmaya çalışıyordum bu oyunla. Fuayelerden umudumu kesince, sokakları, mahalleleri, parkları düşündüm ve asıl bu tarihsel oyunun sahnesi  günümüzde adliye saraylarının önüydü ancak üç yıldır bir fark eden olmadı. Umarım Amsterdam’da Gezi benzeri parayı reddeden bir festivalin Themis and Lombroso’su  kendi toprağımız için kışkırtıcı bir işlev görebilir; Oyunun Rejisörü Arif Murat Gür’ün aktarımı çok umut verici;  Amsterdam izleyicisi oyun sonrası, yaşananlardan kendi sorumluluk ve paylarını yüklenmiş bir halde, oyun alanını terk etmeyip, kendi aralarında  tartışmaya girişiyorlarmış,  bu oyunu yazarken tüm dileğim tam da buydu işte…

‘AYDIN, KENDİ ÜSTÜNE VAZİFE OLMAYANLA UĞRAŞANDIR’

Kitap çalışmalarınız peki?

Referandum aylarında kendime kapanarak, dört yüz sayfalık bir kitap bitirdim. Bir çeşit çağrı, Birlikte İyileşme Çağrısı’nın yanı sıra şöylesi bir adı da olacak kitabın: Referandum ya da halk oylaması aylarında - Ajandam Eşliğinde Aydın Profilleri.

Jean Paul Sartre’ın  aydın tanımlamasını yeniden anımsamakta yarar var “Aydın, kendi üstüne vazife olmayanla uğraşandır” diyordu. Bütün dünyada aydınların  yıllar önce kendilerine yöneltilmiş bu tanımlama konusunda düşünmeye başlamalarında yarar var.  Hep üstüme vazife olanla uğraşmakta daha ne kadar ısrar edeceğim; benim dışımda, işçi, işsiz, köylü, memur, aydının varlığından haberli olmamın zamanı gelmedi mi? Son yıllarda yalnızca imzadan medet umar hale geldik, imza verirsek her şey değişecek zannettik. Değişmedi, değişmiyor işte!

BİLGESU ERENUS HAKKINDA

Yüzü işçilere, emekçilere tüm ezilen halklara dönük Bilgesu Erenus’un; çoğu sahnelenmiş yirmiden fazla oyununun yanı sıra, bir o kadar da sahneyi reddeden sokak oyunu, filme alınmış dört senaryosu, beş romanı ve iki biyografi denemesi, ayrıca şarkılarımızın kardeşliğini vurgulayan iki tane de müzik albümü bulunmakta. Bir dönem sıkça yaşadığı gözaltılar, askeri ve devlet, güvenlik mahkemeleri sanıklıkları, hatta hapislik Erenus’un sanatsal çabalarıyla toplumsal etkinliklerinin iç içeliğini engelleyemedi. Belleklerden silinmeyen önemli tiyatro oyunlarının yazarı Bilgesu Erenus, son yıllarda oyunlarının bir ambargo ile karşılanmasına rağmen yazmayı sürdürüyor. 

ÖNCEKİ HABER

AKP’li Başkan’ın polise saldırdığı görüntülere sansür

SONRAKİ HABER

Almanya federal meclisinin aşırı sağ partiler tarihi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...