02 Eylül 2017 15:48

Sosyal ve kültürel iktidar, muhafazakârlık ve cemaatler

Zaten AKP’nin kuruluş hikayesi başta Gülen Cemaati olmak üzere çeşitli sermaye gruplarıyla iş birliği içinde olan tarikatları özne olarak içerir.

Paylaş

Sinancem ALİKOÇ
ODTÜ

15 yıllık AKP iktidarında sosyal ve kültürel yaşantıyı etkileyen birçok değişim oldu. Bunu dev reklam panolarında, televizyondaki reklam ya da dizilerde ve hatta günlük yaşamamıza zorla müdahale eden devlet aygıtlarında ve iktidar yanlısı sivil saldırılarda görebilmek mümkün. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ensar Vakfı Genel Kurulunda yaptığı konuşmasında “Siyasi olarak iktidar olmak başka bir şeydir; sosyal ve kültürel iktidar ise başka bir şeydir. Biz 14 yıldır kesintisiz iktidarız. Ama hâlâ sosyal ve kültürel iktidarımız konusunda sıkıntılarımız var.” ifadelerini kullandı. Bu sözler partililere yönelik bir eleştiri iken aynı zamanda “Yeni Türkiye” inşasının bu kanalı için bir direktif olarak algılandı. Öyle de olmalıydı! Bu sözlerin öncesinde ya da ardı sıra yaşanan olaylara bir göz atarsak gelinen nokta daha iyi anlaşılacak.
·    İlk olarak hükümete yakınlığı ile bilinen Ensar Vakfı’nda geniş çaplı bir istismar skandalı patladı, kanıtlandı. Hükümet “münferittir” deyip geçti. Olayın peşine düşmek bir yana dursun parti üzerinden olan sıkı bağlarını devletin organları üzerinden devam ettirdi.
·    İzmir’de tacize uğrayan iki kadın, tacizciyi polise şikayet etti, kadınlar “giyim tarzları gerekçesiyle” polis tarafından da şiddete uğradılar.
·    Biyoloji ders sayısı azaltıldı, din dersi sayısı arttırıldı.
·    Müftü ve dini görevlilerin resmi nikah kıyma yetkisi isteniyor.
Daha birçok çarpıcı örnek sayabiliriz. Belki günlük hayat içinde artık alıştığımız bu haberler toplumun birçok kesimine de “yok artık” dedirtiyor.
NEOLİBERAL POLİTİKALAR VE MUHAFAZAKAR TOPLUM İNŞAASI
Türkiye’deki tekelci burjuva iktidarı dışarda cihadist bir savaş politikası izlerken aynı anda içeride otoriterleşen bir rejim inşasına soyundu. Erdoğan ve çevresindeki çekirdek ekibin –ve tabii arkasındaki sermaye güçlerinin– neoliberal politikaları başta işçi ve emekçiler olmak üzere toplumun tüm kesinlerine yıkım getiriyor. Neoliberal politikaların sürdürülmesi, dinci-gerici ideolojilerle ve savaşlarla kitleleri yanıltmak adına sosyal alanda muhafazakar bir toplum örgütlenmesini gerekli kılıyor.
Son dönem, iktidarda tekçi bir yapıya girişilirken –kitlelerin manipülasyonuna daha çok ihtiyaç duyulduğundandır ki– yukarıda verdiğimiz örneklerin ve bu yöndeki saldırıların sayısı ve çeşitliliği arttı. Türkiye, Katar ya da Suud yönetimleri gibi şeriat temelli olmasa da tüm organlarını dinsel bir kurumsallaşma için seferber etmiştir. Devletin organları ya da partinin faaliyet alanları yeterli gelmemiş olacak ki uzun zamandır Türkiye’de çeşitli dernekler, mahalli örgütlenmeler, tarikat ve cemaatler bu görevin öncü müfrezesi haline gelmiştir. Zaten AKP’nin kuruluş hikayesi başta Gülen Cemaati olmak üzere çeşitli sermaye gruplarıyla iş birliği içinde olan tarikatları özne olarak içerir.
“CEMAAT”TEN “TERÖR ÖRGÜTÜ”NE
2013 öncesinde AKP, Gülen cemaatine yakınlığı ile bilinmekteydi. Kendilerine “hizmet hareketi” de diyen bu leş kargaları, devletin bütün olanaklarına çökmüşler, dolaylı yollardan halkın parasını gasp etmiş ve o paralarla yurtlar, evler, dershaneler ve daha önemlisi dünyanın dört bir yanına okullar ve onların yanına şirketler açmışlardır. Öte yandan FETÖ bürokraside ve askeri alanda dış ilişkilerde kendi adına Türkiye’yi temsil eden bir odak haline gelmiştir. 80’lerin başından itibaren emperyalist güçlerin “Yeşil Kuşak Projesi”, Erzurumlu bir hocanın kendi camiinden çıkıp bütün dünyada bunca olanağa sahip olmasının benzer dönemlerde rastlaşması elbette ki tesadüf değildir. Bunlar FETÖ’yü bir noktada paydası fark etmeksizin fiili iktidar ortağı yaptı. Yani bugün FETÖ’yü hain olarak nitelendirenler, belli bir dönem önce ortaktılar. Ayrışmalarının magazinsel nedeni bilinmez ama ortaya çıkan kriz en temelde çıkar çatışması olarak özetlenebilir. Çıkaracağımız sonuç ise böyle bir cemaatin iktidar ortağı olduğu bir dönemde yurttaşların işten atılmamak için onlara bağlanmasının, çocuklarını onların okullarına, yurtlarına ve dershanelerine göndermesinin ve onların derneklerine üye olmasının doğal olduğudur. Yaratılan yıkım, insanları buna itmiştir. Bu durumda “kandırıldık” diyerek üstünden atlamak, sıradan yurttaşları cezalandırmak, suç ortaklığını gizlemeye çalışmaktır. Bizim dışımızda bunu fark edenler de olmuş olacak ki; darbe komisyon raporunda FETÖ için 2013’ten önce “cemaat”, sonrası için ise “terör örgütü” denmiştir.
Kendi çıkarlarını 17-25 Aralık sürecinden bu yana paylaşamayan eski iktidar ortakları, aynı iktidar için 15 Temmuz gecesi birbirleriyle çatıştılar, yüzlerce vatandaş hayatını kaybetti. Darbe girişimi ve peşi sıra olaylar yatıştıktan sonra popüler haber siteleri ve sosyal medyada “AKP’nin yeni ortağı …… tarikatı mı?​” “Gülen’in yerini ……. Cemaati mi dolduracak?​” manşetleri gördük. Elbette işin dedikodu boyutu önemli değil ancak AKP hem entelektüel alanda hem devletin çeşitli mekanizmalarında dinsel kurumsallaşmaya daha çok ihtiyaç duymuştur. Bu düzlemde de birçok cemaat, tarikat ve dernekle anlaşmaktan çekinmemiştir, çekinmeyecektir.
GENÇLERE KALAN
AKP Hükümeti, bugün de Aladağ’daki katliama rağmen tarikat ve cemaat yurtlarına özel teşvikler veriyor. Milli Eğitim Bakanlığı birçok skandalda adı geçmesine karşın Ensar Vakfı ile çeşitli etkinlikler, eğitimler, seminerler ve sportif faaliyetler düzenlemesi için protokol imzalıyor. Halkı başta OHAL ve KHK’leri kullanarak yoksullaştırırken, yarattığı açığı bu gibi yöntemlerle cemaat, tarikat ve dernekler üzerinden kapatıyor. Bir noktada da iç politikada “huzur ve güveni” sözüm ona “modern dünya ile uyumlu, laik bir devlet” olarak sağlıyor! Resmi ya da resmi olmayan vakıfları ve hatta İmam Hatipleri örgütsel bir mekanizma olarak çalıştırılırken, söylemde “Müslüman, laik olamaz” ifadesi belirgin olarak öne çıkartılıyor. Sonuç olarak, görünürde ahlak ve dini kurallara uygun toplum, gerçeğinde istimara, tacize, tecavüze göz yuman bir iktidar, bilimsellikten uzak dogmayı hakikat bellemiş bir eğitim sistemi ve toplamında tüm unsurlarıyla yozlaştırılmaya çalışılan bir toplum var. Ve bu yozlaşma Yeni Türkiye’nin hamurunu kararken, geleceğimiz için kesintisiz bir tehlike arz ediyor. Bu tehlike iktidar tarafından ayak uydurulması gereken toplum biçimi olarak lanse edilirken, gençliğe sunulan ise cemaat yurtlarında yanarak ölmek, parasız ve bilimsel bir eğitim yerine dogmalarla doldurulmuş müfredatlar ile cemaat-tarikat okulları ve dernekleri arasına sıkışıp kalmak veya sokakta bile rahatça gezememek oluyor.

 



YAŞAMI VE GELECEĞİ KORUMAYA
Din, egemenlerin oyuncak olarak ilk defa kullandıkları bir araç değil. Rusya’da işçilerin çarlığa karşı yürüyüşünü durdurmak içi papazlar kullanılmıştı. Bismarck, komüne ajan göndermek için kiliseyi kullanmıştı. Jakobenler, Paris sokaklarını “gerçek Hristiyanlar devletiyle savaşır” başlıklı bildirilerle donatmışlardı. Eni sonu, tarihin ortaçağcıl köklerinden gelen bu gibi yöntemler her zaman halkların geleceğine yönelik bir saldırı içerir. Gençliğin önündeki en doğru seçenek ise egemen çıkar uğruna ortaya çıkmış tarikat ve cemaatler ile yürümek değil; bilimsel eğitim hakkını, barınma hakkını, seyahat özgürlüğünü, eğlence hakkını, yaşamını ve toplamda geleceği korumaktır.

 

ÖNCEKİ HABER

Ekim Devrimi ve eğitim -2

SONRAKİ HABER

Dikiş makineleri sanatla buluştu: ‘Fabrikasyon’

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa