09 Temmuz 2017 00:10

Düzmece bellek ve sözde hakikat

DEÜ Rektörlüğü tarafından açığa alınan akademisyen Halis Ulaş yazdı: Barışa giden yolda mücadeleyi sürdürmek benim için iki kere ikinin beş etmesidir.

Paylaş

Halis ULAŞ*

Henüz okuma yazmayı öğrenmeden önce mahallede arkadaşlarımla birlikte bir tekerlemeyi yüksek sesle tekrarlayarak sayı saymayı öğrendiğimi hatırlıyorum. Aradan 35 yıl geçmiş ama ben halen tekerlemeyi ezbere biliyorum. 

“Bir iki üçler, yaşasın Türkler. 
Dört beş altı, Polonya battı. 
Yedi sekiz dokuz, Alman domuz. 
On bir on iki, İtalya tilki. 
On üç on dört on beş, Amerika kalleş.” 

Kimden öğrenmiştim, nasıl ezberlemiştim anımsamıyorum. Polonya’nın neden battığına, Almanya’nın niye domuz olduğuna dair de elbette bir fikrim yoktu. 

Sonrasında ilkokula başladım. “Milli” Tarih ve “Milli” Coğrafya derslerinde Türk’ün Türk’ten başka dostunun olmadığını, ülkemizin etrafının bize düşman ülkelerle çevrili olduğunu öğrendiğimde tekerlemenin ne demek istediğini anladım. Yaşım ve öğrenim hayatım ilerledikçe tekerlemenin eksik olduğunu diğer devlet derslerinden öğrendim. Çünkü sadece yabancı ülkeler değil, bu ülkenin toprakları içerisinde yaşayan “işbirlikçi hainler” de vardı ve tarihimiz boyunca ülkemizi parçalamak için ellerinden geleni yapmışlar ve halen de fırsat kolluyorlardı.
Lise yıllarımın sonlarına doğru ve sonrasında da üniversitede, devlet derslerinde okuduğum resmi kitapların dışında kitaplar okumaya başlamıştım. Kafam karışmıştı çünkü bu gayri resmi kitaplar bana anlatılan “milli” coğrafya ve “milli” tarih kitaplarından tamamen farklı şeyler anlatıyordu. Bu kitaplar ülkemizdeki toplumsal travmaları; tanıklığın, hakikatin ve barışın ne anlama geldiğini anlatıyordu. 

Kişisel ve toplumsal travmalarla yoğrulmuş ve yoğrulmaya devam eden topraklarda yaşıyoruz. Biliriz ki travma insanları ve hatta toplumları dilsiz kılar ve kötürüm eder. Dilsiz kılınan öznenin ve toplumun yaşadıkları sözün ötesinde zihnin “bodrumlarında” çaresizce çırpınır. Yine biliriz ki söz iyileştirir. Baş edilemeyen yaşantıların çırpınışı ancak mağdurun ya da mağdurların sırtını sıvazlayacak bir el, sıcaklığıyla zihninin bodrumlarını aydınlatacak bir bakış ve suskunluğuna tercüman olacak bir sözle dinginleşebilir. Yani yaşanılanları evet gördüm diyecek ötekilerin “yeterince iyi” tanıklığı ile. İşte hakikat ancak bu tanıklığın meşruluğunda barışa giden yolu kat edebilir. Tıpkı Prof. Dr. Cem Terzi’nin “Hakikat ve Barış” başlıklı basın açıklamasında dediği gibi “Barış hakikat ile gelecek.”

Bana göre Sur, Cizre ve Silopi başta olmak üzere Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki sokağa çıkma yasakları ve operasyonlar sırasında yaşanan insan hakları ihlallerine karşı imzaladığımız “Bu suça ortak olmayacağız! Em ê nebin hevparên vî sûcî!” adlı bildiri bir tanıklık, mağdurlar için bir söz olma çabasıydı. Oysa devlet bu tanıklık çabasına karşı ceberut yüzünü göstermekte geç kalmadı gereğini yaptı ve yapmaya da devam ediyor.

Peki neydi devleti bu kadar öfkelendiren şey? Bildiriye atılan imzalar mı? Elbette hayır. İşte tam da bu tanıklık çabasıydı yani devletin “resmi” tarih yazımına müdahale girişimiydi. Çünkü “resmi” tarih yazımı çok önemli bir konudur. Bunun için öncelikle “düzmece” bellek kurguları oluşturulur ve bu kurgular bizler henüz okuma yazma bile bilmezken tekerlemeler aracılığıyla, okur yazar olduktan sonra da “milli olan derslerimiz ve “resmi” yazarlarımız aracılığı ile aktarılır. Böylece devletin izin verdiği “sözde” hakikatlere sahip oluruz. 
Devletin “sözde” hakikatleri iki kere ikinin dört ettiği kadar kesindir. Tartışılamaz, karşı çıkılamaz ya da asla beş edemez. İki kere ikinin dört etmesi insanı bazen çaresiz bırakır. Dostoyevski de iki kere ikinin dört etmesinden rahatsızlığını “Yeraltından Notlar” kitabında şu cümlelerle dile getirir;  “İki kere iki dört eder, çekilmez bir şey. İki kere iki dört, bana sorarsanız küstahlıktır. İki kere iki dört, ellerini böğrüne dayayarak yolumuzu kesen; sağa sola tükürük saçan bir külhanbeyinin ta kendisidir.” sonrasında da  “en çok övülmeye değer bir şey varsa, o da iki kere ikinin beş etmesidir” diye sürdürür cümlelerini. İlk okuduğumda anlamakta güçlük çektiğim ama buna karşın beni oldukça etkileyen bu cümleleri yaşadıklarımız sonrasında yeniden düşündüğümde apayrı bir anlama büründü. Devletin “düzmece” bellek kurguları ve “sözde” hakikatine karşılık “yeterince iyi” tanıklık yaparak “özde” hakikati ortaya koyabilmek ve barışa giden yolda mücadeleyi sürdürmek benim için iki kere ikinin beş etmesidir. 

*Doç. Dr, Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalından açığa alınmış barış imzacısı

ÖNCEKİ HABER

Gökhan Akman Barış Ve Dostluk Turnuvası’nın finali bugün

SONRAKİ HABER

Dünya çaresiz degil

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa